01 Kas 2011 11:04 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:57

GÜDÜMLÜ GAZETECİLİK! EKİLEN NEFRET DEPREMLE YEŞERDİ!

19 Ekim'de Çukurca saldırısı ile öne çıkan haberler ve depremle yeşeren nefrete dair Türk medyası ile ilgili önemli bir analiz.

Ekilen nefret depremle yeşerdi


Savaş gazeteciliği, gazetecilik meslek etik ilkelerine aykırıdır. Çünkü etik ilkelere göre de gazeteci şiddet, zorbalık, savaş kışkırtıcılığına araç olmaz. Şimdi ihtiyaç duyulan şey barış gazeteciliği.


Medyanın yukarıda anılan gazetecilik türlerinden hangisini seçeceğini kuşkusuz ekonomik ve siyasal sistemle olan yakın ilişkileri belirler. Dolayısıyla savaş gazeteciliğinin tercih edilmesinin çeşitli nedenleri olabilir. Bu nedenlere geçmeden önce kısaca medyanın geçtiğimiz haftaki savaş söylemine bakalım.
Hemen tamamı ulusal dağıtıma konu olan 19 gazetenin 19 Ekim’de Çukurca’da gerçekleşen PKK saldırısıyla ilgili haberlerine içerik analizi yapıldığında, Türk medyasının tercihini savaş gazeteciliğinden yana kullandığı net bir şekilde görülüyor. “Biz” ve “öteki” olarak iki taraf yaratan savaş gazeteciliğinde, hep bir kazanan ve bir kaybeden aranır. Oysaki bu habercilik anlayışının mutlaka yine şiddet doğuracağı açıktır. Barış gazeteciliği doğruluk odaklı, tüm tarafların yalanlarını ve doğrularını ortaya koyan, olayın tarihsel sürecini aktaran ve bunu biz ve öteki ayrımı yapmadan veren haberciliktir. Barış gazeteciliği doğrultusunda yapılan tavsiyelerde “ben” ve “öteki” ayrımının kurulmaması son derece önemlidir. Bizim örnek olayımızda savaş gazeteciliği açık bir şekilde Kürt halkının da ötekileştirilmesiyle sonuçlanıyor. “Sınırı aştılar”, “Yıkılmadık”, “Yasınızı tutacağız” gibi manşetlerle çıkan gazeteler, bu biz ve öteki dilini net bir şekilde kurdu.

Sıfatları yok etmek
Örnek haberlere geçmeden önce barış gazeteciliğinin inşa edilmesi için verilen tavsiyelerden birkaç cümlenin burada sıralanması, Türk medyasının gazetecilik seçimini daha net görmemizi sağlayacaktır. Barış gazeteciliği için gazetecilere şu tavsiyelerde bulunuluyor: Sadece bir tarafın acılarına, korkularına ve üzüntülerine odaklanmayın. Böyle bir odaklanma tarafları “caniler” ve “kurbanlar” şeklinde ayırır ve çözümün canileri cezalandırmaktan geçtiğini ima eder. “Acıklı”, “trajedi” gibi kurbanlaştırıcı sözcükler kullanmaktan kaçının. İnsanlara ne olduğunu anlatırken değer yüklü sözcükleri özensiz kullanmayın: “Katliam”, “soykırım” gibi. Aksi takdirde şiddeti tırmandıran orantısız tepkileri meşrulaştırırsınız. “Saldırgan”, “zalim”, “cani”, “vahşi”, “barbar”, “terörist”, “aşırı”, “köktendinci” gibi sıfatlardan kaçının. Bu sıfatlar gazeteciyi aynı zamanda taraf haline getirir. Bunlar aynı zamanda “biz”in “öteki”lere ilişkin tanımlamalarıdır.
Bu tavsiyelerin aksine toplam 19 gazetenin ilk sayfalarına yapılan içerik analizi sonucu dört gazetenin olayı “katliam”, bir gazetenin “infial” olarak verdiği, yarısının ise “hain (ya da) kanlı saldırı” tamlamasını seçtiği görülüyor. Sadece dört gazete hariç tüm gazeteler haberi “terörist”, “şehit” karşıtlığında kurarken 11 gazete “şehit edildi”, “terörist öldürüldü” tamlamalarıyla verdi. Yine pek çok gazete olayı aktarırken kurbanlaştırıcı, bu olayda hayatını kaybedenlerin ve yakınlarının acısını deşen bir söylem kurdu. Sayılan gazetelerin yarısı televizyonda da duymaya çok alışık olduğumuz şekilde olayı “baba ocağına ateş düştü” şeklinde verdi. Oysaki gazeteci olayın kendisinin yeterince acı olduğu bir durumda bu acıyı katmerleyerek ajitasyon yapmamalı.

Büyüklerin büyük sözleri
Gazetecilik misyonu gereği devlet büyüklerinin sözlerini sadece olduğu gibi yayınlamak yerine edilen bir cümleyi manşete çıkarmak da yine savaş çığırtkanlığı yapmaktır. Beş büyük gazete Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “... bu saldırıların intikamı çok büyük olacak...” cümlesini sürmanşete çekmeyi tercih ederek, “İntikamı büyük olacak” şeklinde manşet atarken, 13 gazete de yine bu cümleyi manşetlerle gördü.

Güdümlü gazetecilik
Savaş gazeteciliği, gazetecilik meslek etik ilkelerine de aykırıdır. Çünkü etik ilkelere göre de gazeteci şiddet, zorbalık, savaş kışkırtıcılığına araç olmaz. İnsanlar, topluluklar arasında nefreti, düşmanlığı kışkırtıcı yayından kaçınır. Şiddet kurbanlarının ve hayatta kalanların acılarını deşmeyen bir anlayışla gazetecilik yapar. Gazetelerde geçen “Acıyla feryat etti”, “Lanet yağdırdı”, “Diri diri yaktılar” gibi kalıplar şiddetin mağduru olan insanların acılarını deşiyor, ayrıca okuyucuyu şiddet yönünde körüklemekten öte bir anlam ifade etmiyor. Böyle bir habercilik anlayışının objektif yayıncılık anlayışıyla bir ilgisi olmadığı da açık. Zira bu dil gazeteciliğin temel misyonu olan haberi vermek için gerekli hiçbir bilgi taşımıyor, sadece ajitasyonla acıyı, nefreti ve şiddeti pekiştiriyor.
Yazının başında da belirtildiği gibi, tetikçi ya da savaş gazeteciliğinin itici güçleri çeşitli olabilir. Geniş bir kesimin açık bir şekilde hassas olduğu bir konuda, hele bu konu olayın kendisinde açık bir şiddeti içerirken, şiddet söylemini pekiştirecek ve körükleyecek bir dil kullanmak, ajitasyonu çeşitli sıfatlarla pekiştirmek, medya kurumu için reyting/tiraj artırmanın en basit ve bir o kadar da sorumsuz yoludur. Bu gerçeği en basit haliyle medyanın ekonomik sistemle ilişkisi içinde, yani kâr odaklı değerlendirmek mümkünken, tek sebep de bu değildir. Tetikçi gazeteciliğin ardındaki bir başka gerçek, güdümlü gazeteciliktir. İktidar ya da çıkar grupları elinde araçsallaşan gazetecilik mesleği, objektif kriterlerle halka “doğru”yu tarihsel bir çerçeveyle vermek yerine güdümünde bulunduğu odakların politikalarını destekleyecek bir yayıncılık anlayışını seçiyor. Sonuç olarak, ulusal yayın yapan 19 gazetenin söylemleri incelendiğinde büyük çoğunluğunun açık bir şekilde savaş gazeteciliği yaptığı, barışı tesis etmeye yönelmek yerine daha çok şiddet, kin ve nefret yönünde okuyucuyu maniple ettiği açık. Şiddet söylemleri de şiddetin kendisi gibi şiddet ve nefret doğurur ki, bu söylemlerin etkisi bu hafta Van depreminin ardından çeşitli mecralarda derhal görüldü. Geçen hafta nefretle ekilen ayrılıkçılık, bu hafta depremde hayatını kaybedenler ve yardım edenler üzerinde biz ve onlar şeklinde sirayet etti, toplumda yaratılan bu ikilik olayın vahametiyle yarışır hale geldi. Yaratılan bu ayrılıkçı dil, doğal bir felaketin ardından yapılan “insani yardım”lara dahi yansıyarak, halka kimin öldüğünü ve yardımın kimden geldiğini sorgulattı.
Bu örnek, bir kez daha barış gazeteciliğinin önemini ortaya çıkarıyor. Barış için derhal ihtiyacımız olan en önemli şeylerden biri barış gazeteciliği. Bunun için de öncelikle yapılması gereken medyanın eşitlikçi bir dille savaşa değil barışa odaklanmasıdır.

DEFNE ÖZONUR: Doç. Dr., Yeditepe Üni.