03 Nis 2011 08:35 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:12

"GÖZÜMLE GÖRSEM NEDİM ŞENER'İN SUÇLU OLDUĞUNA İNANMAM"

Hürriyet'teki köşesinde yazdıklarıyla Türkiye'nin en fazla konuşulan isimlerden Yılmaz Özdil bomba açıklamalar yaptı

Gazeteci Yılmaz Özdil, Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde yazdıklarıyla Türkiye'nin en fazla konuşulan isimlerden biri. Yazılarını topladığı kitabı 'İsim, Şehir, Hayvan' 1 Nisan'da Doğan Kitap'tan çıktı. Kitap, dağıtıldığı noktalarda raflara çıkmadan kapışıldı. Yani onun yapmak istediği şakayı Özdil'e yaptı okurları... Adı, tasfiye listelerinde olan, 'ulusalcı, şovenist' gibi yaftaları olan Özdil'le bu ikinci röportajım. Bir buçuk yıl önce yayınlanan ilkinde bu sorulara yanıt vermişti, o nedenle tekrar etmedim. Kendi tanımıyla 'yurtsever' bir gazeteci... Yazıları ve kitabı nedeniyle korkup korkmadığını sordum: '2011 senesinde bir gazetecinin bir gazeteciye bu soruyu sorması hazin... Neden bazı insanlar bu işin hedefi oluyor da bazıları olmuyor? Bence gazetecilerin 'ben bu kadar tırışkadan tayyare bir gazeteci miyim de bir endişe ve korku hissetmiyorum' diye kendilerine sorması gerekir'.

- Nasıl karar verdiniz köşe yazılarınızı kitap yapmaya?
Aslında günde bir yazı yazmaya bile üşenen biriyim. Böyle bir niyetim, asla yoktu. Okurlar istedi, kesip saklamak zamanla biriktirme problemi yarattığı için illaki bunları toplayıp kitap haline getirmemi istediler.

BEĞENMEYEN ALMASIN

- Gazetede yayınlanmış yazıların toplanıp kitap yapılmasını okura saygısızlık olarak değerlendirenler var, ne diyeceksiniz?

Böyle bir eleştiriye cevabım yok. Şöyle söyleyeyim: Beğenmeyen almasın.

- Kitabınızın adı ilginç; neden bu ismi seçtiniz?
'İsim, şehir, hayvan' dandik eğitim sistemimizin yarattığı bilgi açlığını kendi kendine doyurmaya çalışan insanımızın keşfettiği bir oyun. Yazıları tasnif ederken bu oyunun mantığından yola çıktım. 'İsim, şehir, hayvan'; 'isim, şehir, ülke'; 'isim, şehir, hukuk' gibi üzerinde sık sık konuştuğumuz, Türkiye'nin kangren haline gelmiş temel meseleleri üzerine bölümler oluşturdum. Yazıların yayınlanma tarihlerine göre bir sıralama yok. Birbirini tamamlayan ya da aynı mevzuda olan yazıları arka arkaya koymak gibi bir yol seçtim.

- Yazıları kim seçti, bir editörünüz var mıydı?
Yok, kendim seçtim.

- Kaç yazınız yayınlandı bugüne kadar, hepsi kitapta var mı?
Bütün yazılar burada yok. Bugüne kadar kaç yazı yazdığımı bilmediğim gibi kitapta da kaç yazı var, aslında bilmiyorum. Kendi yazılarımı arşivlemem, asistanımın biriktirdiği yazılar üzerinden bir tarama yaparak seçtim, atladığım da olmuştur.

- Kitabın önsözü klasik bir önsözden ziyade, Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Oray Eğin, Nedim Şener, Tarık Akan, Müjdat Gezen gibi kamuoyunun yakından tanıdığı kişiler tarafından sizinle ilgili yazılmış yazılardan oluşuyor. Neden?
Önsözü genelde kitabı yazan kişi yazıyor, ben varlığından onur duyduğum insanların yazmasını istedim. Bu liste tabii ki çok uzundu sadece bazılarını seçtim. Aslında benimle ilgili yazdıklarıyla çok ilgilenmedim çünkü bu kitaba önsöz yazarken elbette benden de bahsedeceklerdi ama yaşadığımız dönemin de altını çizeceklerdi mutlaka ve tam düşündüğüm gibi oldu. Birbirinden habersiz insanlar, tamamen birbirinden farklı cümlelerle ve farklı pencerelerden bakarak bu dönemin altını çizdiler ve tam da düşündüğüm önsöz oldu.

- Adınız tasfiye listelerinde yer alırken ve kitaplar üzerinde Ergenekon izleri aranırken bir endişeniz olmadı mı?
Endişe duymaktan ziyade tam tersine AKP'ye teşekkür ediyorum. Çünkü AKP memleketi bu hale getirmeseydi, ben bu yazıları yazmazdım ve böyle de bir kitap oluşmazdı. Sayelerinde her sabah yeni bir skandalla uyandığımız için konu bulmakta hiç güçlük çekmedim. Kitabın varlığını bizzat sayın hükümetimize borçluyuz.

NEDİM, ÖNSÖZÜ YAZDI SONRA TUTUKLANDI

- Şimdi Ergenekon soruşturması nedeniyle Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Nedim Şener'in de önsözde yazısı var. Bu önsözü cezaevinden mi yazdı Nedim Şener?

Sevgili arkadaşım Nedim, henüz tutuklanmamıştı bana bu önsözü yazdığında. Ama önsöz metnini verdikten birkaç gün sonra Nedim'in evi basıldı ve tutuklandı. Benim için çok dramatik çünkü kitabın önsözünde Nedim'in tutuklanmadan önce yazdığı satırlar var. Kitabın içindeyse benim Nedim için tutuklandıktan sonra yazdığım satırlar var.

- Nedim Şener'e gönderdiniz mi kitabı? İmzalarken ne yazdınız?
Gönderdim ama ne yazdığımı açıklamak istemiyorum, bana kalsın.

- Bir buçuk yıl kadar önce yaptığımız röportajımızda 'Gazetecilik bir meslek değil iştir' demiştiniz. Pazartesi günü Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin Özel Onur Ödülü'nü alırken bir konuşma yaptı Yaşar Kemal ve 'Gazetecilik sanattır' dedi. 'Yaratıcılıktır, dirençtir'...
Yaşar Kemal'in tarifi evrensel basını anlatıyor. Gelişmiş ülkelerde gerçekten Yaşar Kemal'in tarif ettiği şekilde yapılıyor gazetecilik ama Türkiye'de böyle değil maalesef. Yani iş derken Türkiye'de iş, meslek değil diyorum. Yoksa, Fransa'dan Japonya'dan bahsetmiyorum.

Basın özgürlüğü için değil arkadaşım Nedim için yürüdüm

- Nedim Şener ve Ahmet Şık tutuklandığında gazeteciler yürüyüş yaptı. İkinci yürüyüşte siz de vardınız. Hangi duyguyla katıldınız o yürüyüşe?

İlk yürüyüşe gidemedim çünkü hafta içiydi. İkinci yürüyüşse pazar günüydü, elbette gittim. Ve oraya basın özgürlüğü gibi beylik laflar için ya da hapisteki gazeteciler için değil, bizzat arkadaşım Nedim için gittim. Hapiste gazeteci olmasını istemem çünkü bu arkadaşların suça bulaştıklarını düşünmüyorum. Ama mesela Mustafa Balbay, Ahmet Şık, Tuncay Özkan; ben bu arkadaşları tanımıyorum. Tanımadığım biri için yazı yazmak, yalaka gazetecilerin tutumuyla bire bir aynı. Hiç tanımadığın bir insanın arkasından onu savunan yazı yazmak AKP politikalarının doğuracağı sonuçları önemsemeden pohpohlamaya ve savunmaya benziyor. Ama Nedim benim arkadaşım, beraber çalıştım. Ailesiyle, gazeteci arkadaşlarıyla, meslekle ilişkisine; demokrasiye olan inancına, suç örgütleri ve terör örgütleriyle mücadelenin neresinde olduğuna o kadar eminim ki suça karışmış olduğunu kendi gözümle görsem yine de inanmam. Diğer arkadaşlara da kabaca bunu bir büyük basın şemsiyesi altına sokmayalım diyorum. Herkes kimi tanıyorsa onu anlatsın.

KİTAPTA ADI GEÇENLER KENDİNİ AKLAYAMAYACAK

- Ahmet Şık'ın kitabı basılmadan toplatıldı, siz nasıl yorumluyorsunuz?

Bu korkunç bir şey ama asıl daha korkunç olan şu: Bu kitap, söylenenlerden anladığımız kadarıyla, Fethullah Gülen ve cemaatçi olduğu ileri sürülen polislerin emniyet teşkilatındaki yapılanmasıyla ilgili. Bu tür kitaplar, emniyet içindeki bir grubun, bir başka grup aleyhine bilgi-belge sızdırmasıyla oluşuyor. Dolayısıyla kitap aslında emniyet içindeki bir cenahın görüşü oluyor. İçinde gerçeklik barındırdığı gibi neticede bunlar polis, istihbaratçı, gerçek olmayan bilgileri de barındırıyor olabilir. Bunun sağlamasını ancak bu tür kitaplar çıktıktan sonra yapabiliriz. Kimisi itiraz eder, kimisi mahkemeye gider, kimisi şahit gösterir. Ancak bu kitap henüz basılmadan yok edildiği ve ileride de illa piyasaya çıkacağından (röportajımıza başladıktan birkaç dakika sonra kitap internete düşmüştü) bu kitap yüzde yüz doğru kabul edilecek. Dolayısıyla kitapta yanlış bilgiler, yönlendirmeler, belki iftiralar, eğer varsa -vardır diye söylemiyorum ama- yüzde yüz doğru kabul edilecek. Bu kitabın içinde, bir polisin adı cemaatçi diye geçerse, o polis cemaatçilikle hiç alakası olmasa bile ömrünün sonuna kadar bunu kanıtlayamaz.

Cahillerin hepsi Meclis'e girsin, bize konu çıksın

- 12 Haziran'da seçim var; aday adayları ortaya çıktı, nasıl buldunuz adayları?

Bir yurttaş olarak isterim ki TBMM sadece işinin ehli, tecrübesinin zirvesinde, Atatürkçü, aydınlık insanlardan oluşsun. Ama biliyoruz ki böyle olmuyor, böyle de olmayacak. Gerçekten çok matrak bir aday adayı listesi var. Dolayısıyla kalbimden geçen, darbukacı Balık Ayhan da fıkra anlatmaktan başka mahareti olmayan Hakan Şükür de girsin. Ne kadar cahil adam varsa aday adayları arasında Meclis'e girsin ki bize de kolay yazı konuları çıksın. Madem öyle işte böyle!

- Adaylığınızı isteyen parti oldu mu?
Çok...

- Düşünmediniz mi aday olmayı?
Hayır. Sadece bugüne ait bir şey değil bu. Bundan önceki seçimlerde de, belediye seçimlerinde de hep oldu. Zaten partiye de ihtiyacım yok. İstesem memleketimden bağımsız da seçilebilirim ama benim asla siyasete merakım ve niyetim olmadı. Bu sadece siyasete ilgilisizlikten değil. Herkesin işini yapması gerektiğine inanıyorum. Ben gazeteciyim gazeteciliğimi iyi şekilde yapmaya gayret ediyorum. İnsanların bana olan sevgisini, kendi çıkarım için politika arenasında kullanmak istemem. İkincisi sadece, kendi mesleğinde zirvede bulunanların politikaya girmesini, bunu da tepeden inme değil gençlik kollarından başlayarak, parti içinde emek harcayarak yapmasını isterim. Gazetecilik buna dahil değil. Çünkü bir gazetecinin hem gazeteci olup hem de bir partinin teşkilatlarında görev alması basın ahlakına aykırı.

Gazeteciler egoları patlamış çok sıkıcı tipler

- Sosyal olmadığınız konuşuluyor; asosyal misiniz?

Bir kere ben İzmirliyim, İzmirli olmayan birinin bir İzmirliye soysal değilsiniz demesi komik. Ben aslında gazetecilerin anti-sosyal olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden gazetecilerle takılmam. Egoları patlamış, çok sıkıcı tipler. Gazetecilikle alakası olmayan farklı meslek gruplarından arkadaşlarım vardır. Gece hayatını çok severim ama kamera olmayan yerlere gitmeyi tercih ederim. Medyada görünmek için medyatik gecelere takılmam. Gazeteciler kendi aralarında birbirlerini methederek toplumdan uzaklaşıyorlar. Her kesimin hassasiyetlerinden bihaber oluyorlar. Böylece kendilerini çok sosyal zannediyorlar. Bir İzmirli olarak da beni daraltıyorlar.

- Sizin bulunduğunuz bölümün girişinde 'İzmir Çetesi'nin afişi var.
Evet, Star'da oynuyor.

- Ama Star'da oynayan çok dizi var; sizinle ilgisi olduğunu düşündüm...
Yok, tesadüf... Ama gerçekten bu katta çok İzmirli var, aslında mesele İzmirli olmak değildir. Biz İzmirliler, İzmir'de doğmuş insanlara İzmirli demeyiz. İzmir'de 81 vilayetin 81'inden de insan yaşar. Adam Konya'da doğmuştur ama İzmir'de İzmirli gibi yaşar. Artvin'de yaşayan ama İzmirli gibi düşünen de İzmirlidir. Bizim için zihniyet hemşeriliği önemlidir. İzmirlilik diye bir kavram vardır ve bunu aslında uzun uzun belki sosyologların tarif etmesi lazım.

Kimsenin arkasından yazmam Tatlıses'e yıllar önce aynı şeyi söyledim

- Yazılarınızın doğru anlaşılmaması gibi bir endişeniz var mı? 'Libya'ya müdahale sırasında, Kaddafi Kıbrıs çıkarmasında silah yardımı yapmıştı' yazdınız ve diktatör destekçiliğiyle suçlandınız...
Yanlış anlaşılmak gibi bir endişem yok çünkü gazetecilik objektif bir meslek değildir. Benim penceremden doğru olan fikir, bir başkasının penceresinden farklı olabilir, bu da son derce doğal. Ama sadece benimle ilgili olmayan bir şey daha var; bir gazetecinin yazıları çok okunuyorsa, hiç okumadığı halde ondan nefret eden insanlar olabiliyor. Bu gazeteci olmak zorunda da değil, bir şarkıcı ya da politikacı da aynı muameleye maruz kalabilir. Bunun temel sebebi Türkiye'nin halkı ırk, dil, din farkı gözeterek, kin ve düşmanlığa sevk etmekten mahkum olmuş siyasiler tarafından yönetiliyor olması. Meclisimizin önemli bir bölümü bu suçtan mahkum olmuş insanlar tarafından dolduruluyor. Biz, TBMM'yi halkı ırk, dil, din farkı gözeterek kin ve nefrete sevk eden insanlarla doldurursak bunların verdiği mesajlarla doğal olarak halk da ırk, dil, din farkı gözeterek birbirinden nefret eder.

- Keşke böyle yazmasaydım dediğiniz bir yazınız oldu mu?
Asla. Yazılarım elbette kendi fikirlerimden oluşuyor ama yazımı bitirdikten sonra muhabir arkadaşlara, tecrübesine inandığım büyüklerime okuturum. Ciddi bir eleştiri varsa değiştiririm. Sadece basın ahlakı ve hukuka riayet ederim. Eğer hukuka uygunsa, fikirler can yakıcı da olsa yazarım. Allah'a şükür dava kaybetmedim.

- İbrahim Tatlıses'in vurulmasından sonra yazdığınız yazıyı arkadaşlarımla çok tartıştık. 'Birden çok alanda iş yapan biri kafasından vurulur' demek hakikaten can acıtıcı...
Evet, acıtıcı. Bu soruyu iyi ki sordun. İbrahim Tatlıses'i çok severim çünkü başarılı bir insan; çok dikenli yollardan geçerek gelmiş ve mesleğinin zirvesine çıkmış. Hayatımda hiç kimsenin arkasından yazı yazmadım. atv'de çalışırken bir süre genel müdürlüğünü de yaptım. Tabii o görev gereği, yapımcılarla, sanatçılarla da görüşüyoruz, anlaşmalar yapıyoruz. 'İbo Şov'u konuşmak üzere Tatlıses'le de bir araya geldik. Laf lafı açtı. O dönem lahmacun zincirini açıyordu. Sıcak bir insan, konuşurken sohbet edebiliyorsun. O yazıda yazdığımın aynısını kendisine söyledim ve bana 'Haklısın' dedi. Dolayısıyla vurulduğunda yazdığım yazı ona değil, o yazıyı okuyanlara. Bana göre Türkiye'nin gelmiş geçmiş en fazla para kazanan sanatçısı. Tatlıses, bir bankanın genel müdürüne gidip 'servetimi alın, işletin' diye rica etseydi herhalde şu ankinin elli misli servete sahip olurdu. Tatlıses'in işi sanatçılık; bu işler dışında işlerle uğraştığı için saçma sapan tiplerle başına gelmedik iş kalmadı. Eminim ki hastaneden çıktıktan sonra bu muhabbet bizim aramızda yine geçecek ve diyecek ki 'Haklısın'.

Gülay ALTAN / AKŞAM