Bu projenin teklifi nasıl geldi sana?
İlk audition geldi. Ben okuduğum zaman benim sahnem gözümün önünde canlandı. Senaryoyu okuduğum zaman da çok beğendim. Yazım tekniği olarak böyle bir şey yapılmamıştı. Yapıldıysa da benim bilmediğim bir yerdir. Her bölümü başka bir karakter açıyor. İlk geldiği zaman üç amcaoğlunun her karakterinin açılış sahnesi vardı. Karakterlerin üzerine düşülmesi, hepsinin ayrı ayrı işleniyor olması ilk bölümden belliydi. Hikayesi çok farklıydı.
Sence “Gönül Dağı” dizisi seni nereye götürdü?
Yine bir okul oldu. Bütün işlere öyle bakıyorum ben. Hepsinden bir şey öğreniyorum.
Sıkıntılı ve kasvetli duygulardan çabuk çıkabilir misin?
Çıkarım. Kendimi oraya gömmeyi sevmiyorum. Arkadaşlarımla görüşürüm, hemen dışarıya atarım kendimi. En kötü şeyde bile 3 gün ağlarım. Tabii ki sağlık dışında bahsettiğim şeyler.
Ağlar mısın?
Çok, her şeye ağlarım.
Bazı gözyaşları, dinginleşmeye ve rahatlamaya sebep olur. Bazı gözyaşları da vücuda zarar verir, baş ağrısı yapar, yıpratır. Senin gözyaşların hangi sınıfa giriyor?
Herkes gibi konuya göre değişiyor. Ben, ağlayıp rahatlamayı seviyorum. Ağlamak için izlediğim Filmler gerçekten var.
Bu işin içerisindeyken bu işe dair bir şey izleyip duygulanmak zor olmuyor mu? “Gönül Dağı” dizisini izlerken teknik açıdan mı bakıyorsun yoksa seyirci olarak izliyor musun?
Diziyi izlerken teknik açıdan bakıyorum. Ama şöyle bir durum var. Her hafta gelen senaryoda mutlaka ağladığım bir sahne oluyor. Okurken ağlıyorum. Gerçekten her bölüm en az bir sahneye hıçkırarak ağlıyorum. Şuna da katılıyorum. İzlediğim bir dizinin kamera arkasını görmekten hoşlanmıyorum. Özellikle yabancı yapımlarda. Büyüsü kaçıyor sanki. Mesela Harry Potter’a bayılırım ve asla kamera arkasını izlemedim. Öyle şeylerde gerçekten büyüsü kaçıyor.