11 Mar 2012 13:36
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:25
GÖMLEĞİ 'MANŞET'Lİ YAYIN YÖNETMENİ! SABAH YAZARI AHMET ALTAN'A MİZAHİ DİLLE ÇAKTI!
Sabah Pazar yazarı Ferhat Ünlü, bugünkü yazısında Taraf Gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan'ı mizahi bir dille eleştirdi
Ahmet Altan, manşetleriyle gündem belirliyor. Yazılarında ’gömleği manşetli’ bir yayın yönetmeninin ve ’beyaz yakalı’ bir yazarın sınıfsallığının izleri var. Bu yüzden ’Kasımpaşalı Tayyip’e tepeden bakıyor.
Omzu kalabalık kudretli subaylardan müteşekkil Milli Birlik Komitesi’nin yönetime el koyduğu 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden beş yıl geçmişti. İktidarda daha sonra şapkasını iki kez alıp gideceği koltukta siftahını yapan, kimilerinin ’Çoban Sülü’ olarak gördüğü Süleyman Demirel vardı. Asker veya ’monşer’ olmayan başbakanları hakir görme alışkanlığı, bürokratik ve entelektüel manada yönetici elitin Demirel’e yönelik tavırlarıyla başlar. Bu anlamda milat, ’Çoban Sülü’nün Isparta’dan merkeze doğru ilerleyişidir. Hali vakti yerinde bir toprak ağasının oğlu olan 27 Mayıs mağduru Adnan Menderes’e bile idam sehpasında sınıfsal anlamda küçümser tarzda bakılmamıştır. Demirel’in iktidara ilk kez geldiği dönemde bir Osmanlı paşasının torunu, Galatasaray Lisesi mezunu meşhur bir yazarın oğlu olan yeni yetme Ahmet Altan, Robert Kolej’de yatılı okuyordu. İleride mirasyedi bir avare dahi olsa, kimsenin kendisini, söz gelimi bir Demirel gibi hor göremeyeceğini, etütte ’sürveyan’ denilen ağabeylerin gözetiminde ders çalıştığı o zamanlardan biliyordu. Çünkü onun asaleti, Napoleon Bonaparte’ınki gibi kendi kuşağıyla başlamamıştı. O, babadan, atadan asildi. Baba Çetin Altan; bu asaleti, ailesinin istikbalini korumak adına Kürtlerin iyiden iyiye yok sayılmaya başlanmasına neden olan 27 Mayıs darbesine bile Kürtlerin deyişiyle ’ses etmemiş’, aksine övgüler yağdırmıştı: "Bize bu güzel günleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor, övünüyor, seviniyoruz." Oğul Altan ise yıllar sonra "Kürt özgür oluncaya dek ben Kürdüm," diyecekti. Şayan-ı takdir bir empati arayışı, eyvallah. Ama siz Kürt değilsiniz. Kürt olmadan ne kadar Kürt olabilirsiniz ki. "Babamın entelektüel günahları beni ilgilendirmez," de demeyin. Zira dede koruk yer, torunun dişleri kamaşırmış. Asaletin de böyle uzun vadeli bir bedeli var.
’ATAKÜRT’ YAZISI OLAY OLDU
Şu sıralar yayınladığı Wikileaks belgeleriyle gündemde olan Taraf gazetesinin genel yayın yönetmeni (GYY) Ahmet Hüsrev Altan, nüfuzlu bir ailenin ilk evladı olarak, 1950 senesinde Ankara’da doğdu. Dedesinin babası Tatar Hasan Paşa, dedesi hukukçu Halit Bey, babası ise yazarmilletvekili Çetin Altan’dır. Ahmet Altan’ın bir erkek kardeşi (Mehmet Altan), bir kız kardeşi (Zeynep Bakan) ve iki çocuğu var. Kızı Sanem Altan da gazeteci, oğlu Kerem Altan da... Ahmet Altan, Robert Kolej’den sonra Ankara Koleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) okudu. Ancak ODTÜ’yü bitiremedi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Hürriyet, Güneş, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde yazdı. 17 Nisan 1995’te Milliyet’te yazdığı ’Atakürt’ başlıklı yazısı büyük gürültü kopardı. Bu yazı yüzünden işine son verildi. Ahmet Altan’ın; Dört Mevsim Sonbahar, Sudaki İz, Yalnızlığın Özel Tarihi, Tehlikeli Masallar, Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk, Aldatmak ve En Uzun Gece adlı romanları var. Bunlardan Sudaki İz, müstehcenlik gerekçesiyle mahkeme tarafından imhasına karar verilmiş bir roman. Türk edebiyatı için utanç vesikası olan bu karar nedeniyle roman, bazı sayfaları sansürlenmiş halde yayımlandı. Yeri gelmişken fikrimizi söyleyelim: Altan’ın modernist roman tekniği ile yazdığı Kılıç Yarası Gibi dışındaki romanlarının ne kadar ’iyi eser’ oldukları tartışmalıdır. Ahmet Altan’ı yazarlıkta şöhrete kavuşturan elbette Taraf gazetesi olmadı, ama gazetecilikte meşhur eden Taraf oldu. ’Gayrimeşhur’luğun kritik tarihsel süreçlerde avantaj olduğu düşünülürse bu şöhretin Altan için uzun vadede yine bir bedeli gündeme getireceği söylenebilir. Nitekim daha şimdiden Ahmet Altan’ın, âdeta ’köşe’ye sıkışmış durumda olduğunu görmek zor değil. Gazetesinin fonksiyonunun, artık ’haber verme’nin ötesine geçtiği, kimi davalara kaynak olma ve doğruluğu kanıtlanmamış iddiaları, özel hayatın gizliliğini ihlal etme pahasına da yayımlama gibi hukuki ve siyasi işlevler de üstlendiği göz önüne alındığında, Ahmet Altan’ın işinin neden zor olduğu anlaşılır.
ZAMANIMIZIN ERTUĞRUL ÖZKÖK’Ü
Hatta Ahmet Altan’ın şu sıralar, Ertuğrul Özkök’ün ve Zafer Mutlu’nun 28 Şubat’ta üstlendiğine benzer bir rolü üstlendiği bile ileri sürülebilir. Özkök, uygun manşetleri zihninde gösterişli bir kostüm gibi taşıyan ’gömleği manşetli’ genel yayın yönetmeniydi. Altan da şimdilerde ’gömleği manşetli’ yayın yönetmeni olarak arz-ı endam eyliyor. Ortak özellikleri; siyaseti basın yoluyla dizayn etme ve başbakanlara had bildirmeye çalışma. Kendisinin de sevdiği Lermontov’un Peçorin’ini anlatan ifadeyi Ahmet Altan için kullanabiliriz. Peçorin, çağının bir kahramanı ise Ahmet Altan da zamanımızın Ertuğrul Özkök’üdür. Neden öyle olduğunu anlamak için bir gazeteciye ve yazara yakışmayacak ’zavallı başbakan’ ifadesini dahi kullanmaktan sakınmadığı yazısındaki şu satırları okumak yeterli: "Başbakan Erdoğan’ın, acemi garson çırağı gibi tablasındaki polemik sözcüklerini avuçlayıp âdapsız, usulsüz masaya fırlatması beni bazen öfkelendiriyor, bazen de onun bağırış çağırışlarına bakınca hiddetle olduğu yerde tepinen küçük bir oğlan çocuğunu izliyor duygusuna kapılıp gülümsüyorum." Bu satırlarda ’gömleği manşetli’ bir yayın yönetmeninin ve ’beyaz yakalı’, ’tuzu kuru’ bir yazarın zaptedilemez sınıfsallığının izleri var. Ahmet Altan, 1960’larda yeni yetme aklıyla Çoban Sülü’ye nasıl bakıyorsa, bugün de ’Kasımpaşalı Tayyip’e öyle bakıyor. Erdoğan, 19 Haziran 2011’de kaleme aldığımız portresinde belirttiğimiz gibi, futbolda Fatih Terim’in, sinemada Yılmaz Güney’in ve müzikte Orhan Gencebay’ın temsil ettiği çevreyi siyasette temsil ediyor. O yüzden ne kadar yükselirse yükselsin, ne kadar güçlenirse güçlensin ’beyaz yakalılar’ tarafından anlaşılmayacak ve benimsenmeyecektir. Altan’a dönersek... ’Büyük bir romancı’ olmasa da iyi bir yazar olduğu muhakkak. Ama iyi bir yazar olmak, doğruları söylemek anlamına gelmiyor. Hatta çoğu zaman iyi yazar, doğru olmayan şeyleri öylelermiş gibi yazabilecek kadar mahir olduğu için ’yanlışlık’ları gömleğinin cebinde taşıyabiliyor. Bu, Altan için de geçerli. Altan’ın yanlışlarının temel sebebi, yerelden evrensele değil, evrenselden yerele gitmeyi düstur edinmiş olması. Rus liberalleri de aynısını yapıyordu. Bu yüzden "Liberal anti- Rus’tur," der Dostoyevski Cinler’de. Öyle olmayanları tenzih ederiz, ama Altan ’antiyerli’ liberallerden. Bu yüzden milliyetçileri hezeyana sürükleyen "Bir kiraz ağacıyla bir kadın memesine, onların değerini bilmeyen her memleketi satmaya hazırım," gibi mübalağalı edebi laflar etmesine şaşmamalı. Hezeyana hacet yok, bu sözlerine de ironik yaklaşılmalı. "Bari tamamına değil, bir çift tepesine satsaydın," deyip geçmeli mesela. (Birden aklıma David Lynch’in esaslı filmlerinden İkiz Tepeler geldi.) Kimbilir, belki coğrafyamızda, onun da ak düşmüş gür sakallarını, memleketin balta girmemiş ormanlarına değişecek kadınlar vardır?
Hamiş: Kendini anlatma konusunda usta olduğu halde -herhalde sınıflarımız farklı olduğu için- anlamakta hakikaten zorlandığım Altan’la empati kurabilmek için bu yazıyı yazarken manşetli gömlek giydim.
UNDERGROUND’ MEDYA ORGANİZASYONU
Taraf gazetesinin, anlaşmalı olarak yayımladığı belgeleri aldığı Wikileaks, Julian Assange adlı eski bir bilgisayar korsanının liderliğinde 2007 yılında kurulmuş bir ’underground medya organizasyonu’. Wiki, İngilizcede ’What I Know Is’in (Bildiğim Odur Ki...) kısaltması. İstihbarat çevreleri Assange’ın profesyonel destek (gizli servis desteği) aldığına inanıyor. Wikileaksçiler; ABD, Rusya, Türkiye ve İran gibi ülkelerle ilgili belgeler yayınladı, ancak İsrail’i zor durumda bırakacak belge pek yayınlanmadı. Bazıları bu durumu, "İsrail aleyhine de dosya var," diye savunuyor. Ama sonradan kimi dosyaların sızdırılmış olması, bilinçli olarak operasyon merkezini gizleme amacını taşıyor da olabilir. Biraz kuşkuyla yaklaşmalılar. Wikileaks’i Taraf gazetesi ile mukayese edenler var. Ancak Wikileaks, Taraf’tan farklı olarak bir işletme, kâr amaçlı bir kuruluş değil. En azından kendileri böyle söylüyorlar. Wikileaks’in kâr olmasa da bir amaç güttüğü muhakkak. O amacın ne olduğunu zamanla daha iyi anlayacağız.
AK PARTİ’Yİ ’EBE’ OLARAK GÖRÜYOR
Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf gazetesi 2007 yılında, yani Ergenekon soruşturmasının başladığı sene yayın hayatına atıldı. Gazetenin ilk kadrosunda ’eşbaşkanlık sistemi’ndeki gibi iki genel yayın yönetmeni vardı. Diğer GYY, başarılı ’sol-liberal’ gazeteci Alev Er sonra Taraf ’tan ayrıldı. Şimdi bir sahil kasabasından olanları izlerken herhalde "Gazetecilik adına yaptığım en hayırlı iş Taraf’ı bırakmaktı," diyordur. Akılda kalan Taraf manşetleri şunlar: "
- Paşasının Başbakanı-17 Ekim 2008. (İlker Başbuğ’a sahip çıkan Başbakan Erdoğan için atılan manşet.)
- AK Parti’yi ve Gülen’i bitirme planı-12 Haziran 2009. (Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanan planın açıklandığı haber.)
- Malum general-7 Temmuz 2010. (Taraf’a ’malum gazete’ diyen GK Başkanı İlker Başbuğ’a yanıt olarak...) Ahmet Altan’ın 15 Eylül 2010’da yazdığı yazıdaki şu cümleler de AK Parti’ye nasıl baktığını ele veriyor: "Türkiye hamile bir kadın gibi yeni bir ülke doğuruyor, AKP bu doğumun yalnızca ’ebeliğini’ yapıyor. Bizim ’hayırcılar’ ise doğum yapanla, doğacak bebekle değil yalnızca ’ebeyle’ ilgileniyorlar." Yani AK Parti’ye özetle "Sen anne veya baba değil, ebesin," diyor.
Omzu kalabalık kudretli subaylardan müteşekkil Milli Birlik Komitesi’nin yönetime el koyduğu 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden beş yıl geçmişti. İktidarda daha sonra şapkasını iki kez alıp gideceği koltukta siftahını yapan, kimilerinin ’Çoban Sülü’ olarak gördüğü Süleyman Demirel vardı. Asker veya ’monşer’ olmayan başbakanları hakir görme alışkanlığı, bürokratik ve entelektüel manada yönetici elitin Demirel’e yönelik tavırlarıyla başlar. Bu anlamda milat, ’Çoban Sülü’nün Isparta’dan merkeze doğru ilerleyişidir. Hali vakti yerinde bir toprak ağasının oğlu olan 27 Mayıs mağduru Adnan Menderes’e bile idam sehpasında sınıfsal anlamda küçümser tarzda bakılmamıştır. Demirel’in iktidara ilk kez geldiği dönemde bir Osmanlı paşasının torunu, Galatasaray Lisesi mezunu meşhur bir yazarın oğlu olan yeni yetme Ahmet Altan, Robert Kolej’de yatılı okuyordu. İleride mirasyedi bir avare dahi olsa, kimsenin kendisini, söz gelimi bir Demirel gibi hor göremeyeceğini, etütte ’sürveyan’ denilen ağabeylerin gözetiminde ders çalıştığı o zamanlardan biliyordu. Çünkü onun asaleti, Napoleon Bonaparte’ınki gibi kendi kuşağıyla başlamamıştı. O, babadan, atadan asildi. Baba Çetin Altan; bu asaleti, ailesinin istikbalini korumak adına Kürtlerin iyiden iyiye yok sayılmaya başlanmasına neden olan 27 Mayıs darbesine bile Kürtlerin deyişiyle ’ses etmemiş’, aksine övgüler yağdırmıştı: "Bize bu güzel günleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor, övünüyor, seviniyoruz." Oğul Altan ise yıllar sonra "Kürt özgür oluncaya dek ben Kürdüm," diyecekti. Şayan-ı takdir bir empati arayışı, eyvallah. Ama siz Kürt değilsiniz. Kürt olmadan ne kadar Kürt olabilirsiniz ki. "Babamın entelektüel günahları beni ilgilendirmez," de demeyin. Zira dede koruk yer, torunun dişleri kamaşırmış. Asaletin de böyle uzun vadeli bir bedeli var.
’ATAKÜRT’ YAZISI OLAY OLDU
Şu sıralar yayınladığı Wikileaks belgeleriyle gündemde olan Taraf gazetesinin genel yayın yönetmeni (GYY) Ahmet Hüsrev Altan, nüfuzlu bir ailenin ilk evladı olarak, 1950 senesinde Ankara’da doğdu. Dedesinin babası Tatar Hasan Paşa, dedesi hukukçu Halit Bey, babası ise yazarmilletvekili Çetin Altan’dır. Ahmet Altan’ın bir erkek kardeşi (Mehmet Altan), bir kız kardeşi (Zeynep Bakan) ve iki çocuğu var. Kızı Sanem Altan da gazeteci, oğlu Kerem Altan da... Ahmet Altan, Robert Kolej’den sonra Ankara Koleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) okudu. Ancak ODTÜ’yü bitiremedi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Hürriyet, Güneş, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde yazdı. 17 Nisan 1995’te Milliyet’te yazdığı ’Atakürt’ başlıklı yazısı büyük gürültü kopardı. Bu yazı yüzünden işine son verildi. Ahmet Altan’ın; Dört Mevsim Sonbahar, Sudaki İz, Yalnızlığın Özel Tarihi, Tehlikeli Masallar, Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk, Aldatmak ve En Uzun Gece adlı romanları var. Bunlardan Sudaki İz, müstehcenlik gerekçesiyle mahkeme tarafından imhasına karar verilmiş bir roman. Türk edebiyatı için utanç vesikası olan bu karar nedeniyle roman, bazı sayfaları sansürlenmiş halde yayımlandı. Yeri gelmişken fikrimizi söyleyelim: Altan’ın modernist roman tekniği ile yazdığı Kılıç Yarası Gibi dışındaki romanlarının ne kadar ’iyi eser’ oldukları tartışmalıdır. Ahmet Altan’ı yazarlıkta şöhrete kavuşturan elbette Taraf gazetesi olmadı, ama gazetecilikte meşhur eden Taraf oldu. ’Gayrimeşhur’luğun kritik tarihsel süreçlerde avantaj olduğu düşünülürse bu şöhretin Altan için uzun vadede yine bir bedeli gündeme getireceği söylenebilir. Nitekim daha şimdiden Ahmet Altan’ın, âdeta ’köşe’ye sıkışmış durumda olduğunu görmek zor değil. Gazetesinin fonksiyonunun, artık ’haber verme’nin ötesine geçtiği, kimi davalara kaynak olma ve doğruluğu kanıtlanmamış iddiaları, özel hayatın gizliliğini ihlal etme pahasına da yayımlama gibi hukuki ve siyasi işlevler de üstlendiği göz önüne alındığında, Ahmet Altan’ın işinin neden zor olduğu anlaşılır.
ZAMANIMIZIN ERTUĞRUL ÖZKÖK’Ü
Hatta Ahmet Altan’ın şu sıralar, Ertuğrul Özkök’ün ve Zafer Mutlu’nun 28 Şubat’ta üstlendiğine benzer bir rolü üstlendiği bile ileri sürülebilir. Özkök, uygun manşetleri zihninde gösterişli bir kostüm gibi taşıyan ’gömleği manşetli’ genel yayın yönetmeniydi. Altan da şimdilerde ’gömleği manşetli’ yayın yönetmeni olarak arz-ı endam eyliyor. Ortak özellikleri; siyaseti basın yoluyla dizayn etme ve başbakanlara had bildirmeye çalışma. Kendisinin de sevdiği Lermontov’un Peçorin’ini anlatan ifadeyi Ahmet Altan için kullanabiliriz. Peçorin, çağının bir kahramanı ise Ahmet Altan da zamanımızın Ertuğrul Özkök’üdür. Neden öyle olduğunu anlamak için bir gazeteciye ve yazara yakışmayacak ’zavallı başbakan’ ifadesini dahi kullanmaktan sakınmadığı yazısındaki şu satırları okumak yeterli: "Başbakan Erdoğan’ın, acemi garson çırağı gibi tablasındaki polemik sözcüklerini avuçlayıp âdapsız, usulsüz masaya fırlatması beni bazen öfkelendiriyor, bazen de onun bağırış çağırışlarına bakınca hiddetle olduğu yerde tepinen küçük bir oğlan çocuğunu izliyor duygusuna kapılıp gülümsüyorum." Bu satırlarda ’gömleği manşetli’ bir yayın yönetmeninin ve ’beyaz yakalı’, ’tuzu kuru’ bir yazarın zaptedilemez sınıfsallığının izleri var. Ahmet Altan, 1960’larda yeni yetme aklıyla Çoban Sülü’ye nasıl bakıyorsa, bugün de ’Kasımpaşalı Tayyip’e öyle bakıyor. Erdoğan, 19 Haziran 2011’de kaleme aldığımız portresinde belirttiğimiz gibi, futbolda Fatih Terim’in, sinemada Yılmaz Güney’in ve müzikte Orhan Gencebay’ın temsil ettiği çevreyi siyasette temsil ediyor. O yüzden ne kadar yükselirse yükselsin, ne kadar güçlenirse güçlensin ’beyaz yakalılar’ tarafından anlaşılmayacak ve benimsenmeyecektir. Altan’a dönersek... ’Büyük bir romancı’ olmasa da iyi bir yazar olduğu muhakkak. Ama iyi bir yazar olmak, doğruları söylemek anlamına gelmiyor. Hatta çoğu zaman iyi yazar, doğru olmayan şeyleri öylelermiş gibi yazabilecek kadar mahir olduğu için ’yanlışlık’ları gömleğinin cebinde taşıyabiliyor. Bu, Altan için de geçerli. Altan’ın yanlışlarının temel sebebi, yerelden evrensele değil, evrenselden yerele gitmeyi düstur edinmiş olması. Rus liberalleri de aynısını yapıyordu. Bu yüzden "Liberal anti- Rus’tur," der Dostoyevski Cinler’de. Öyle olmayanları tenzih ederiz, ama Altan ’antiyerli’ liberallerden. Bu yüzden milliyetçileri hezeyana sürükleyen "Bir kiraz ağacıyla bir kadın memesine, onların değerini bilmeyen her memleketi satmaya hazırım," gibi mübalağalı edebi laflar etmesine şaşmamalı. Hezeyana hacet yok, bu sözlerine de ironik yaklaşılmalı. "Bari tamamına değil, bir çift tepesine satsaydın," deyip geçmeli mesela. (Birden aklıma David Lynch’in esaslı filmlerinden İkiz Tepeler geldi.) Kimbilir, belki coğrafyamızda, onun da ak düşmüş gür sakallarını, memleketin balta girmemiş ormanlarına değişecek kadınlar vardır?
Hamiş: Kendini anlatma konusunda usta olduğu halde -herhalde sınıflarımız farklı olduğu için- anlamakta hakikaten zorlandığım Altan’la empati kurabilmek için bu yazıyı yazarken manşetli gömlek giydim.
UNDERGROUND’ MEDYA ORGANİZASYONU
Taraf gazetesinin, anlaşmalı olarak yayımladığı belgeleri aldığı Wikileaks, Julian Assange adlı eski bir bilgisayar korsanının liderliğinde 2007 yılında kurulmuş bir ’underground medya organizasyonu’. Wiki, İngilizcede ’What I Know Is’in (Bildiğim Odur Ki...) kısaltması. İstihbarat çevreleri Assange’ın profesyonel destek (gizli servis desteği) aldığına inanıyor. Wikileaksçiler; ABD, Rusya, Türkiye ve İran gibi ülkelerle ilgili belgeler yayınladı, ancak İsrail’i zor durumda bırakacak belge pek yayınlanmadı. Bazıları bu durumu, "İsrail aleyhine de dosya var," diye savunuyor. Ama sonradan kimi dosyaların sızdırılmış olması, bilinçli olarak operasyon merkezini gizleme amacını taşıyor da olabilir. Biraz kuşkuyla yaklaşmalılar. Wikileaks’i Taraf gazetesi ile mukayese edenler var. Ancak Wikileaks, Taraf’tan farklı olarak bir işletme, kâr amaçlı bir kuruluş değil. En azından kendileri böyle söylüyorlar. Wikileaks’in kâr olmasa da bir amaç güttüğü muhakkak. O amacın ne olduğunu zamanla daha iyi anlayacağız.
AK PARTİ’Yİ ’EBE’ OLARAK GÖRÜYOR
Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf gazetesi 2007 yılında, yani Ergenekon soruşturmasının başladığı sene yayın hayatına atıldı. Gazetenin ilk kadrosunda ’eşbaşkanlık sistemi’ndeki gibi iki genel yayın yönetmeni vardı. Diğer GYY, başarılı ’sol-liberal’ gazeteci Alev Er sonra Taraf ’tan ayrıldı. Şimdi bir sahil kasabasından olanları izlerken herhalde "Gazetecilik adına yaptığım en hayırlı iş Taraf’ı bırakmaktı," diyordur. Akılda kalan Taraf manşetleri şunlar: "
- Paşasının Başbakanı-17 Ekim 2008. (İlker Başbuğ’a sahip çıkan Başbakan Erdoğan için atılan manşet.)
- AK Parti’yi ve Gülen’i bitirme planı-12 Haziran 2009. (Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanan planın açıklandığı haber.)
- Malum general-7 Temmuz 2010. (Taraf’a ’malum gazete’ diyen GK Başkanı İlker Başbuğ’a yanıt olarak...) Ahmet Altan’ın 15 Eylül 2010’da yazdığı yazıdaki şu cümleler de AK Parti’ye nasıl baktığını ele veriyor: "Türkiye hamile bir kadın gibi yeni bir ülke doğuruyor, AKP bu doğumun yalnızca ’ebeliğini’ yapıyor. Bizim ’hayırcılar’ ise doğum yapanla, doğacak bebekle değil yalnızca ’ebeyle’ ilgileniyorlar." Yani AK Parti’ye özetle "Sen anne veya baba değil, ebesin," diyor.