21 Nis 2008 08:34 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:03

"GERÇEK ŞU Kİ MEDYA YARIN BAMBAŞKA MEDYA OLACAK!...." EKREM DUMANLI NE DEMEK İSTEDİ?...

Bazı gazetecilerin çeteler umurunda değil. Onların düzenledikleri eylemi de ciddiye aldıklarını sanmıyorum. Bazılarının vatansever jargonuyla debelendiğini cuntacılığa sıcak baktığını; hatta onları kahraman gibi gördüğünü de biliyoruz.

Bu fotoğrafa dikkatli bakın lütfen


Kim ne derse desin haftanın en tarihî ve en çarpıcı gelişmesi Danıştay saldırganı Alparslan Arslan ile emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün bir arada görüldüğü fotoğrafın orijinal çıkmasıydı.

Fotoğrafın ilk neşredilmesinden sonra Veli Küçük, Alparslan Arslan'ı tanımadığını, fotoğrafın da "birileri tarafından kasıtlı olarak montajlanmış" olduğunu iddia etmişti. Şimdi ortaya çıkan gerçek şu: Terörle Mücadele ekipleri fotoğrafın aslına sahip Azadiye Welat Gazetesi'ne gidiyor ve bu fotoğrafı teslim alıyor. Ardından teknik araştırma yapılıyor ve tespit ediliyor ki fotoğrafta herhangi bir montaj hilesi yok. Bu ilginç gelişmeyi Star Gazetesi manşetine taşıdı. Bunun üzerine yer yerinden oynamalı, art arda açıklamalar yapılmalı, Danıştay saldırısından Ergenekon soruşturmasına kadar pek çok gizli gerçeğin üzerine gidilmeliydi. Maalesef öyle olmadı. Derin bir sessizlik, mahcup bir suskunluk gözleniyor bazı çevrelerde.

Türkiye'nin unutulan 11 Eylül'ü...


Lütfen hafızalarınızı yoklayın; neler yaşanmıştı Danıştay saldırısından sonra . Danıştay'ın verdiği başörtüsü kararından sonra çok sert tartışmalar yaşanıyordu. Eleştirilerin doruğa ulaştığı bir noktada Alparslan Arslan adında bir avukat, Danıştay üyelerine silahlı saldırı düzenlemiş ve makamlarında kurşun yağmuruna tuttuğu üyelerden biri hayatını yitirmişti. Daha meselenin içyüzüne dair en küçük bir bilgi ortada yokken fatura "dindar, muhafazakâr, dinci" gibi sınıflarla suçlanan insanlara kesilmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer bile soğukkanlılığını koruyamamıştı, temsil ettiği makamın ağırlığı ve hukukçu geçmişini unutarak Danıştay saldırısında toplumun parçalanmasına neden olacak tutum sergilemişti. Deniz Baykal zaten olayı duyar duymaz hücum borusuna sarılmış gibiydi. Ve medya! En hararetli konularda bile aklıselimin kalesi olmakla yükümlü medya (daha doğrusu medyanın her geçen gün zayıflayan bir bölümü) faturayı daha canlı yayınlarda masum kitleler üzerine kesmiş ve olayı "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" ilan etmişti.

Oysa mesele hiç de sanıldığı gibi değildi. Alparslan Arslan'ın yakalanması ile başlayan incelemeler sonrasında karanlık ilişkiler yumağı çözüldükçe karşımızda derin bağlantıları olan bir örgüt çıkıyordu. Daha o günlerde Zaman şu başlığı atıyordu: "Deştikçe çete çıkıyor." Gerçekten de öyleydi. Kendilerini Vatansever, ulusalcı vesaire olarak tanıtan ve silahlı eylem yapmayı mubah gören bir örgüt vardı. Yine o günlerde "Saldırıda TİT izi" başlığını atmış, derin çetelere dikkat çekmiştik. O dönemde bazı meslektaşlarımızın "Hadi canım sen de" şeklinde resmedebileceğim incitici tavırlarına da rastlamıştık. Oysa olayların üzerindeki sis perdesi dağıldıkça saldırının din için ya da dindarlar tarafından yapılmadığı ortaya çıktı. İşin bir ucu Susurluk olayına kadar gidiyor; diğer ucu Ergenekon