Gerçek gazeteciler neden artık daha değerli?

Medyaradar'ın gizemli yazarı Keskin Kalem yine medya dünyasında ses getirecek bir yazıya imza attı.

“Uyanıp kaçamadılar,
Kuş olup uçamadılar
Açıldı kuyular, kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma;
Ölüler ata binemez.
Yan yana, sırt üstü yatan ölüler...”

Büyük şairimiz Nazım Hikmet bu dizeleri, 1939 Erzincan depremi sonrası kaleme almıştı.
Tam 32 bin 962 can o afette toprağa gömüldü.

O felaket miydi sadece?
Üstü gibi altı da fay hatlarıyla dolu can ülkem, deprem acısını çok çekti.
Ancak 99 Marmara depremi hepsinden çok şeyi sarstı ülkede.
Siyasi, ekonomik depremler peşi sıra geldi…
Herkes ‘artık bu milat olsun’ dedi.

Peki aradan geçen 24 yılda ne değişti?
Dile kolay, neredeyse çeyrek asır.
HİÇBİR ŞEY!
Tüm bu bahsettiğim felaketlerin daha büyüğünün acısıyla bu kez baş başa kaldı, benim yaralı ve güzel ülkem.

Yoldaşlarım, klavyemin başına geçmek için ulusal yasımızın bitmesini bekledim.
Belki de kendi kendime uydurduğum bir bahaneydi bu.
Yaşım ve kalp hastalığım malum.
Son bir haftada eve iki kere hemşire çağırmak zorunda kaldım.
Kalbim resmen atmaya utanıyordu.
Ciğerlerime çektiğim her nefes cam kırığı gibi göğsüme battı.
Lokmalarım boğazımdan geçmedi.
İnsanlar enkaz altındayken uyumaya ar ettim.
Ben de hepiniz gibi, bittim, tükendim.
Ne yaşadığımızı anlatmaya benim garip klavyem yetmez.
Buradan sonrası artık sanatçıların işi.
Ağıtlar yakılsın, şiirler yazılsın, filmler çekilsin.

Siyasi tabloya gelince.
Oyuncu Feyyaz Yiğit’in çok güzel söylediği gibi,
"Duygularımı hapse girmeyecek şekilde ifade edemiyorum.”

DEPREM FELAKETİNDEN MEDYAYA ÇIKAN DERSLER

Sırdaşlarım, işte tam da bu yüzden ben en iyi yaptığım şeyi yapayım.
Felaketin boyutlarını medyamız açısından değerlendireyim müsaadenizle.

Hep yazarım, basın ulusal bir değerdir.
Toplum için en kıymetli görevlerden birini yerine getirmektedir, özellikle toplumsal felaketlerde insanların haber alma hakkını sağlar.
İyi gazetecilik can kurtarabilir.
Kötü gazetecilik can alabilir.

Ülkemizdeki medya şarlatanları, ne kadar ciddi bir iş yaptıklarının farkında olmasa da, bu meslek işte bu kadar değerli bir meslektir.

İSİM VERMEYECEĞİM.
GENEL TABLOYU AKTARACAĞIM.
Çünkü bu mesele, iki üç soytarının ismi üzerinden ele alınmayacak kadar önemlidir.

Sahada değilim.
Sıcak evimden sahada olan gazetecileri eleştirmek de adil gelmiyor yoldaşlar.
Ama eleştireceğim kesim, gazetecimsi bir kitle olduğu için, ‘at eleştiri oklarını bre Keskin’ dedim.

Gördüğüm kadarıyla sahadaki emekçiler ikiye ayrılıyor:
1. İşini düzgün yapan gerçek gazeteciler
2. Depremi kişisel ya da siyasi angajmanlarının (iktidar ya da muhalefet) PR’ına çevirmek isteyenler

Maalesef ikinciler çoğunlukta.
Medyadaki çöküş dönemini yıllardır yazıyorum.
İşte bu çöküş, deprem gibi önemli bir meselede, medyanın maskesini de düşürdü.
Hatta takke düştü kel göründü desem daha uygun olur.

Enkazda hassas çalışma yapan kahramanların burnuna sokulan mikrofon mu dersiniz?
Derdini anlatmaya çalışan depremzededen mikrofon kaçıran mı?
Acısını haykıran kadına sırtını dönen mi?
Ekrandan beyaz Türklüğünü kusup ırkçılık yapan mı?
Ben utandım, ülke utandı, onlar utanmadı…

Ekranlar süslenip püslenmenin dışında, uzmanlara bir tek mantıklı soru soramayan ekran yüzleriyle dolu.
Hukukçu çıkıyor fay hattı yorumluyor.
Partizan yorumcular siyasi ikbalini korumanın peşinde.
YİTEN CANLAR KİMİN UMURUNDA?

Ha tablo çok mu karanlık Keskin, dediğinizi duyar gibiyim.
Hayır yoldaşlar, umut ışığı var.
Şov peşinde olanların yanı sıra, işini meslek etiğiyle yapanlar da var.
Onlar var olsunlar, hepsi mesleğin yüz akı.
Bu şarlatanlar viral oldukça, sakın kendilerinden şüphe etmesinler.
Onlar konuşuluyor, biz geri planda kaldık demesinler!
Herkes, neyin ne olduğunu görüyor.
Medyanın geleceği sizlerin elinde!

Bu deprem de diğerleri gibi milat olur mu olmaz mı bilinmez sırdaşlar.
Ancak bu afet medyamız için de bir milat olmalıdır.
Artık PR meraklısı, şöhret delisi gazetecimsiler tarihe karışmalı, gerçek gazeteciler kıymet görmelidir.

[email protected]