13 Eki 2010 09:01
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:42
''GENEL YAYIN YÖNETMENLİĞİM SÜRESİNCE BAŞIMA GELMEDİK OLAY KALMADI!''
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, gazete yönetiminde neler yaşadıklarını köşesine taşıdı!
Demek ki taksiratımız bitmemiş
LİSE yıllarımda genç bir öğrenciyken rüyalarımda iki kâbus görürdüm.Birincisi evlenmekti.
Kendimi evlenmiş görünce, kan ter içinde uyanırdım.
Heyhat! Hayat bana genç yaşta evlenme yolu açtı.
Hem de evlenmeyi kendim deli gibi istedim.
İkinci kâbusum şöhretli bir insan olmaktı.
Heyhat! Hayat beni zebraya çevirdi.
Gören iki kilometreden tanıdı.
Çok utangaç bir gençtim.
Üç kişinin önünde konuşamazdım.
Kader benden her gün on binlerce insanın önüne konuşan, yazan eğlenceli bir geveze imal etti.
Genel yayın yönetmenliğim süresince başıma gelmedik olay kalmadı.
Cinayete kurban gitmiş bir gazetecinin koltuğunda oturdum.
O koltuk bana her gün Zincirlikuyu’nun kapısındaki sözleri fısıldadı.
“Bir gün herkes ölümü tadacak.”
Bir yıl arayla iki defa bombalı suikast girişiminden kurtuldum.
20 yıl boyunca yanımda devletin verdiği koruma görevlisiyle dolaştım.
Gazetemin görevlendirdiği bir ulaşım ve bir koruma görevlisi, 20 yıl boyunca benimle aynı kaderi paylaştı.
Çok temiz insanlardı.
Kendiminkinden vazgeçtim, onların hayatı, onların aileleri, çocukları, onlar için kaygılandım.
20 yıl boyunca devlet attığım her adımı, gittiğim her yeri, görüştüğüm her insanı bildi.
12 yıl önce illegal telefon dinlemenin mağduru oldum.
Bir bakanla yaptığım konuşma, siyasetin mezesi haline getirildi.
Çok iyi biliyordum ki, Sevgili Devletim 20 yıldan fazla süredir beni her yerden dinliyor.
MİT’i dinliyor, Genelkurmay’ı dinliyor, Jandarma’sı dinliyor, Emniyet’i dinliyor, İstihbarat’ı dinliyor.
Hangi hakla, hangi suça istinaden dinliyor, hırsızlığımızdan mı, uğursuzluğumuzdan mı, mafyacılığımızdan mı...
Hiçbir zaman bilemedik, bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, sevgili Devletimizin bizi büyük bir iştahla dinlediği...
Ve bir türlü de dinlemeye doyamadığı...
Telefonu her ele aldığımızda, iştahlı en az beş kulağın da telefonun ahizesine yapıştığını bile bile konuştuk.
Ne yapacaktık ki; tek psikiyatrımız telefondu, ona sığındık. Beş kulakla birlikte konuşmaya alıştık.
“Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olunca, telekulakla da evlenirsin” sözü hayatımıza girdi.
Sonra genel yayın yönetmenliğinden ayrıldık.
İlk işimiz yıllardır özlemle beklediğimiz dövmeyi yaptırmak oldu.
Kravatı attık.
Sokaklarda volta atmaya başladık.
Derimizdeki zebra çizgileri biraz biraz silinmeye başladı diye sevindik.
20 yılın acısını, sokaklarda saatlerce yürüyerek çıkarmaya çalıştık.
Zannettik ki, hayat böyle daha güzel, daha tatlı.
Zannettik ki, gözlerden uzak, hasetliklerden azade bir dolce vita bizi bekliyor.
Heyhat!.. Hepsi hayalmiş.
Tam 12 yıl sonra hayâsız kulak yine hayatımızda.
Adamın biri hayatımızın çetelesini tutmuş ve 12 yıl saklamış.
Şimdi gidip o böğürtüye dönüşen sesi yine dinleyeceğiz ve kendi kendimize soracağız.
Allah’ım, ben ki hiçbir öfkesini 3 aydan fazla yaşatamayan, şu garip; o kasede bakıp bakıp soracak.
Bu nasıl bir kindir ki, fil hafızası gibi hiç silinmez, hiç eksilmez, hep çoğalır ve kalleşçe bir intikam saati bekler.
Demek ki, hâlâ ödenecek taksiratımız varmış.
Ne yapalım.
Devlet bizim devletimiz, vatansa bizim vatanımız.
Ne diyeceğiz ki; vatan sağ olsun!
Hayatımız hayâsız kulaklara feda olmasa bile meze olsun.
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET
LİSE yıllarımda genç bir öğrenciyken rüyalarımda iki kâbus görürdüm.Birincisi evlenmekti.
Kendimi evlenmiş görünce, kan ter içinde uyanırdım.
Heyhat! Hayat bana genç yaşta evlenme yolu açtı.
Hem de evlenmeyi kendim deli gibi istedim.
İkinci kâbusum şöhretli bir insan olmaktı.
Heyhat! Hayat beni zebraya çevirdi.
Gören iki kilometreden tanıdı.
Çok utangaç bir gençtim.
Üç kişinin önünde konuşamazdım.
Kader benden her gün on binlerce insanın önüne konuşan, yazan eğlenceli bir geveze imal etti.
Genel yayın yönetmenliğim süresince başıma gelmedik olay kalmadı.
Cinayete kurban gitmiş bir gazetecinin koltuğunda oturdum.
O koltuk bana her gün Zincirlikuyu’nun kapısındaki sözleri fısıldadı.
“Bir gün herkes ölümü tadacak.”
Bir yıl arayla iki defa bombalı suikast girişiminden kurtuldum.
20 yıl boyunca yanımda devletin verdiği koruma görevlisiyle dolaştım.
Gazetemin görevlendirdiği bir ulaşım ve bir koruma görevlisi, 20 yıl boyunca benimle aynı kaderi paylaştı.
Çok temiz insanlardı.
Kendiminkinden vazgeçtim, onların hayatı, onların aileleri, çocukları, onlar için kaygılandım.
20 yıl boyunca devlet attığım her adımı, gittiğim her yeri, görüştüğüm her insanı bildi.
12 yıl önce illegal telefon dinlemenin mağduru oldum.
Bir bakanla yaptığım konuşma, siyasetin mezesi haline getirildi.
Çok iyi biliyordum ki, Sevgili Devletim 20 yıldan fazla süredir beni her yerden dinliyor.
MİT’i dinliyor, Genelkurmay’ı dinliyor, Jandarma’sı dinliyor, Emniyet’i dinliyor, İstihbarat’ı dinliyor.
Hangi hakla, hangi suça istinaden dinliyor, hırsızlığımızdan mı, uğursuzluğumuzdan mı, mafyacılığımızdan mı...
Hiçbir zaman bilemedik, bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, sevgili Devletimizin bizi büyük bir iştahla dinlediği...
Ve bir türlü de dinlemeye doyamadığı...
Telefonu her ele aldığımızda, iştahlı en az beş kulağın da telefonun ahizesine yapıştığını bile bile konuştuk.
Ne yapacaktık ki; tek psikiyatrımız telefondu, ona sığındık. Beş kulakla birlikte konuşmaya alıştık.
“Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olunca, telekulakla da evlenirsin” sözü hayatımıza girdi.
Sonra genel yayın yönetmenliğinden ayrıldık.
İlk işimiz yıllardır özlemle beklediğimiz dövmeyi yaptırmak oldu.
Kravatı attık.
Sokaklarda volta atmaya başladık.
Derimizdeki zebra çizgileri biraz biraz silinmeye başladı diye sevindik.
20 yılın acısını, sokaklarda saatlerce yürüyerek çıkarmaya çalıştık.
Zannettik ki, hayat böyle daha güzel, daha tatlı.
Zannettik ki, gözlerden uzak, hasetliklerden azade bir dolce vita bizi bekliyor.
Heyhat!.. Hepsi hayalmiş.
Tam 12 yıl sonra hayâsız kulak yine hayatımızda.
Adamın biri hayatımızın çetelesini tutmuş ve 12 yıl saklamış.
Şimdi gidip o böğürtüye dönüşen sesi yine dinleyeceğiz ve kendi kendimize soracağız.
Allah’ım, ben ki hiçbir öfkesini 3 aydan fazla yaşatamayan, şu garip; o kasede bakıp bakıp soracak.
Bu nasıl bir kindir ki, fil hafızası gibi hiç silinmez, hiç eksilmez, hep çoğalır ve kalleşçe bir intikam saati bekler.
Demek ki, hâlâ ödenecek taksiratımız varmış.
Ne yapalım.
Devlet bizim devletimiz, vatansa bizim vatanımız.
Ne diyeceğiz ki; vatan sağ olsun!
Hayatımız hayâsız kulaklara feda olmasa bile meze olsun.
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET