GELECEK SALI SAAT 9.30'DA NE OLACAK?... SERDAR TURGUT O TARİHİ NEDEN BEKLİYOR?...
Hayatta en çok ne yapmak istersin diye sorsanız, `Orada yazar olmak isterdim´ diye cevaplayacağım.
Hayatta en çok ne yapmak istersin diye sorsanız, `Orada yazar olmak isterdim´ diye cevaplayacağım. New Yorker dergisinde bazen anlaşılması güç karikatürler çıkar.
Bu tür karikatürlerden bir tanesini geçenlerde gördüm, başlığı `Gelecek salı saat 9.30´du. Karikatürde bir parkta gezinen orta yaşlı insanlar vardı, bir kısmı oturmuş gazete okuyor bir kısmı kuşları besliyor bazıları ise sadece hayallere dalmıştı. Karikatür bu kadardı işte ama ben görür görmez hem çok beğendim hem de ruhumun derinliklerine işledi.
Okuduğumuz metinleri, gördüğümüz çizgileri anlayıp anlamlandırmamız ruh halimizle gayet tabii ki alakalıdır. New Yorker gibi düşünen insanların okuduğu bir dergide bile anlaşılmaz bulunarak tartışma yaratan bir karikatürün görür görmez beni etkilemiş olması da şu an içinde bulunduğum ruh haliyle alakalı olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması gelmiyor aklıma.
Bu karikatür, gayet tabii ki hayatın aslında birbiri ardına gelen bazı ritüel tekrarlardan oluştuğunu, hayatın aslında rutin ve sıkıcı olduğunu, gelecek salı da saat 9.30´da o parktaki o anın, o yerin yine aynen böyle gözükeceğini anlatarak söylüyor. Bunu ben sanatçının büyük bir başarısı olarak görüyorum çünkü temelde çok zor olan bir kavramı, bir felsefi bakış açısını çok basit gözüken bir karikatürle anlatıvermiş işte.
Şimdi siz kötümser bir bakış açısını anlatıyormuşum sanabilirsiniz ama değil, emin olun. O karikatür de kötümser değildi çünkü. Evet hayat bir dizi rutinin tekrarından ibarettir ve evet belki de sıkıcıdır ama o karikatürde görünen insanların hepsi temelde insana mutluluk vermesi gereken işler yapıyorlar, kimisi kuş besliyor, bazıları elleri ceplerinde parkta dolaşarak aylaklık yapıyorlar, bazıları ise ayaklarını uzatmış keyifle gazete okuyorlar (Türk gazetelerini okumadıkları için onları şanslı sayabiliriz). Yani gelecek hafta salı da aynı görünümün tekrarlanacak olması aslında mutlu bir bekleyiş içermeli.
Bunlar genel gözlemler. Şimdi biraz da işi özele çekelim. Biliyorsunuz ben şu aralar yeni ritimlere alışmak durumundayım, zaman kavramı üzerinde hayli düşünüyorum. İlk önce karikatürün kötümser yönünü ele alalım. Evet hayatım belirli ve sıkıcı olabilecek tekrarlardan ibaret, ama 15 gün önce de böyleydi bu durum. Sadece o zaman ritimlerim, zamanı kullanma yöntemlerim başkalarının kontrolü altındaydı. Rutine, tekrara, sıkıcılığa, manasızlığa `Ne yapayım mecburum´ diyerek dayanıyordum. Şimdi ise rutine, sıkıcılığa dayanmak zorunda değilim hatta kendi manasızlığımı da kendim yaratmak zorundayım, ama emin olun bu da çok iyi bir şey olmuyor her zaman. Galiba bir insanın yaşamının sadece kendi kontrolüne kalması, altından hayli zor kalkılabilecek bir durum olmalı (Allah´tan Rana var da o kontrolü hiç bana bırakacak gibi görünmüyor). Yazarlık mesleği uzaktan çok kolay görülse de işte bu nedenle aslında çok zor bir meslek. Tamamen yalnız ortamda sürekli yazı düşünmek, çoğu bilmeyen, anlamayan insana özenecek bohem bir yaşam stili gelebilir ama eğer bir de hayatta arkadaşınız çok az ise işler hiç de öyle görüldüğü gibi değil.
Peki ne yapıyorum? Yıllardır biriktirmiş olduğum ve zamansızlıktan bir türlü okuyamadığım kitapları sıraya koydum, okumaya başladım. Bu da kesmedi. Geçen akşam Oray´ın evine gittim ve onun kütüphanesini neredeyse talan ettim. Bir baktım ki onun kitapları ile benimkileri birleştirirsek yani bir kütüphane kardeşliği oluşturursak, ikimizin de hayatımızın sonuna kadar sıkılacak vakti olamaz.
Ben bu arada yaşam stilime ve ritmime uygun diye Milan Kundera´nın `Yavaşlık´ adlı romanına göz atıyorum. Romanda Vincent adında bir karakter var, Kundera´nın onun hakkında yazdıkları beni hayli etkiledi. Kundera "Vincent bir türlü yavaşlamayı beceremediği için yaşamış olduğu deneyimleri onların hak ettiği düzeyde anlayıp anlamlandıramı