GELECEĞİN HABER MERKEZİ SOSYAL MEDYA!
İstanbul'da devam eden İletişim Konferansı'nda sosyal medya tartışıldı.
“Sosyal Medya ve Küresel Sesler” temasıyla sosyal medyayı ve etkilerini geniş çaplı ele almayı amaçlayan Avrupa İletişim Konferansı (ECREA 2012), Avrupa İletişim Araştırmaları Derneği ve İletişim Araştırmaları Derneği iş birliğiyle Türkiye’de gerçekleştiriliyor.
Dünyaca ünlü iletişim profesörlerinin açılış konuşmasını yaptığı konferansta iletişimin sosyal medyaya taşınması ve ülkesel sınırların yerini küresel seslerin alması akademik bir perspektifle ele alınıyor.
ECREA 2012’nin katılımcıları; İngiltere’deki Oxford Üniversitesi ve London School of Economics, Kanada’daki McGill Üniversitesi, ABD’deki Columbia Üniversitesi, Almanya’daki Freie Berlin Üniversitesi gibi sosyal bilimler alanında önde gelen üniversitelerde görev yapıyorlar ve kitapları dünyada iletişimin önemli kaynakları olarak kabul görüyor.
4. Avrupa İletişim Konferansı’nın ilk gün konuşmacıları İtalya’daki Avrupa Üniversitesi’nden demokrasi üzerine bilimsel çalışmalarıyla tanınan Donatella Della Porta, yurttaş medyası ve alternatif medya kavramlarının oluşmasında ve yaygınlaşmasında önemli katkısı bulunan Kolombiyalı Clemencia Rodriguez ‘di.
“E-Demokrasi? İletişim ajanı olarak sosyal hareketler“ başlıklı sunumunda “Sosyal hareketler, demokratik kamusal alanın merkezi aktörleridir. İletişim, her ikisi için de kimliklerinin inşasında ve iddialarını ifade etmede merkezi bir rol oynar. Bu nedenle iletişim teknolojisindeki değişikliklerden etkilenmişlerdir. Siyasi fırsatlar gibi medyatik fırsatların da sosyal hareketin örgütsel biçimi, eylem stratejileri ve çerçeveleme üzerinde etkisi vardır. Aynı zamanda sosyal hareketler kendi iddialarını medyatik gündeme tanıtmak dışında güç yapılarını değiştirmek içinde mücadele vermektedir” diyen Donatella Della Porta, konuşmasında “Eski işçi hareketi bugün yerini yeni sosyal harekete bıraktı” vurgusuyla dikkat çekti.
Oklahoma Üniversitesi Profesörü Rodriguez da, “Sosyal hareketlerin medya teknolojilerini kullanmasına en çarpıcı örneklerden biri, Lübnanlı bloggerların 2006 yılında yaşadıklarını aktardıkları ve kendi medyalarını yarattıkları dönemdir. Mevcut medya sistemi hakkında üniversitelerde, kafelerde yapılan konuşmalar şiddete maruz kalanların, başkaldıranların kendi medyalarını yaratmasına neden oldu“ dedi.
Bunun ilk örneklerinin 1994’te Güney Meksika’daki Zapatista Hareketi ile başladığını söyleyen Rodriguez, “O zamandan beri, kolektiflerin ve bireylerin kullanımına uygun, seslerini duyurmalarını veya alternatif kimliklerini ifade etmelerini sağlayacak, artan sayıda medya teknolojileri sahip bir dünya sahnesinde şahit olduk. Zapatista medyasından son Arap Baharına kadar, dünyanın her köşesinde insanlar medya teknolojilerini devralarak, melezleştirerek, geri dönüştürerek ve adapte ederek dünyayı kendi istedikleri şartlarda adlandırdılar. Bu yeniçağ, iletişim ve medya alanındaki akademisyenlere ve araştırmacılara bir dizi yeni sorun oluşturmaktadır” diye konuştu.
Rodríguez, Meksika, Lübnan ve Kolombiya’dan örnekler kullanarak yaptığı konuşmasında dört zorluğa ve genç bilginlerin bu durumu geliştirmek için kullandığı araştırma stratejilerine dikkat çekti.
Konferansın ikinci gününde konuşmacılar, Ljubliana Üniversitesi’nden Slavko Splichal ve İngiltere’de Westminster Üniversitesinde Hint Medya merkezi yöneticisi, Daya Thussu’dı.
Splichal, konuşmasında 1990 yılından sonraki verilere göre bilimsel yazılarda, ‘halk’ ve ‘kamusallık’ gibi geleneksel ve kritik kavramların, ‘kamusal alan’ kavramı tarafından gölgeye düşürüldüğüne dikkat çekti.
Orijinal kavramların üzerindeki kavramsal değişikliklerin üç aşaması olduğunu belirten Splichal “Bunlar; (1) kamusallığın “araçsal” baskın akışının yeniden kavramlandırılması, (2) kamudaki tutulmanın tarihsel ve kuramsal nedenleri (3) daha önce “pazar yeri” olarak yapılan metaforun bugün “kamusal alanın pazarlaşması” olarak dönüşmesi. Kantianizmin kamusallık özdeyişi araçsal tanıtım tarafından değiştirildi. Bu yolu takip ederek, ‘kamu’ kamunun fikirleri tarafından şekillenen bir kavramsal tutulma haline bürünmüştür. Sonuç olarak kamusal alanın pazarlaşması ve sosyal entegrasyon bireylerin pazara kişisel sadakatleriyle ilişkilendirilmektedir. Bu da kamusal alan kavramını yumuşatmakta ve liberalleşmenin ilk aşamalarına ve sakinleşmeye yönlendirme yapmaktadır.” dedi.
Westminster Üniversitesi Profesörü Daya Thussu da şu tespitlerde bulundu:
“Uluslararası medya ve bu konuya dayalı çalışmalar, bu değişim sürecinde giderek artan mobil ve küresel ağ iletişim alt yapısı tarafından uzantılı duruma getirilmiştir. Çok sesli, çok yönlü ve çok katmanlı medya akışları, medya hakkında birçok gereksiz geleneksel düşünme yolları belirlemiştir. Dünyada en hızlı büyüyen akademik alanlardan biri ve hızla küreselleşen bir konu olmasına rağmen ’medya’ yine de ABD hakimiyetindeki bir epistemolojik ve pedagojik çerçevede kalmıştır."
Daya Thussu, medya çalışmalarının akademik alan olarak nasıl bir evrimden geçtiği üzerine kısaca tarihsel bilgi verdikten sonra, “geride kalanların yükselişi”nin gerekliliği üzerine özellikle Çin ve Hindistan küresel iletişim ve medya konuşmalarındaki epistemolojik sınırlamalarını eleştirdi.
Daya Thussu, “En hızlı büyüyen ekonomilerin bazılarının
bulunduğu ve dünyanın en kalabalık bölgesi olan Asya’daki
iletişimdeki ve medyadaki dönüşümün ‘küresel’ medya ve
çalışmalarında derin bir etkisi vardır" dedi.