Gazetecinin Mitçisi, Polisçisi, Askercisi Olur Mu? Olursa Ne Olur?..
Mehmet Baransu ile Akif Beki arasında başlayan ve halende süren tartışma (Yahut “Atışma” mı demeliyim?) insanın aklına ister istemez bazı sorular getiriyor. Yoksa tartışmanın hangi eksende, kimler tarafından (Hele de haklı mı haksız mı, doğru mu yanlış mı türünden) yürütüldüğünün fazla bir önemi yok. Tartışma sadece bir “Vesile” o kadar! Tam bu noktada temel soru şudur; Gazetecinin Mitçisi, polisçisi, askercisi olur mu?..
Hemen söyleyeyim; Olur! Bal gibi de olur! Nitekim varlar. Şöyle gündeme yönelik dikkatli bir okuma ile bile hemen fark ediliyorlar. Lakin buradaki asıl soru şu olmalıdır; Bunlar “Gazeteci” olabilir mi? Doğası gereği “Resmi toplum” karşısında “Sivil” bir uğraş olması gereken gazetecilik bu kurumlarla “Al gülüm ver gülüm” ilişkisine girerse bağımsızlığını koruyabilir mi? Bu “Senli benli”lik, “Kanka”lık ilişkisi gazeteciyi “Bozar” mı?
Evet, bence bozar. Çünkü bu mesleklerin kendi içinde ayrı statüleri, amaçları ve duruşları vardır. Zaman zaman konjonktürel nedenlerle bir araya gelebilseler bile bir “İç içelik” bir “Ayniyet”ten söz edemeyiz. Burada bir “Kullanma/Kullanılma” ilişkisi söz konusudur ve bu ilişkinin “Belirleyeni” hiçbir zaman “Gazeteci” olamaz. Bir noktadan sonra “Dönmek” isteseniz bile dönemezsiniz. Diğer bir deyişle elini veren kolunu kaptırır!
Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta da şudur; Bu gibi yapılar gazeteciye “Babalarının hayrına” ya da “Kara kaşına kara gözüne” aşık oldukları için bilgi aktarmazlar. “Her şeyin bir karşılığı vardır” prensibi belki de en sert şekilde burada işler. Onore etmeler, sırt sıvazlamalar, “Aferin”lerle başlayan ilişkiler önceleri “Rica”lara sonra da düpedüz “Emir”lere dönüşebilir!
BU YAPILAR TOPLUMU “DOĞRU BİLGİLENDİRME” PEŞİNDE DEĞİLDİR…
Söz konusu yapıların hiçbirinin toplumu “Doğru bilgilendirme” gibi bir amacı yoktur. Zaten bu varoluş amaçlarına da aykırıdır. Onların asıl kaygıları toplumu kontrol etme, zihinleri yönlendirme ve gerçekleri kendi istedikleri yönde eğip bükmektir. (Tabii arada kendi “İç kavgaları” ya da “Kurumsal sürtüşmeler”de birbirlerini ekarte etmek için “Belge sızdırma” da vardır!) Bu gibi kurumların “Toplumla ilişkileri” hiçbir zaman bu düzeyde değildir. Dolayısıyla bunlar bir haber “Sızdırıyor” ya da bir gazeteciyi “Yemliyorlar” ise burada bambaşka “Hedefler” var demektir. Kısaca bunlar çok geniş bir “Haber ağı”na sahip olsalar bile “Haber ajansı” değillerdir!
Elbette ki kimi “Meslektaşlar” (?) için bu tarz ilişkiler “Cazip” hatta hayli “Avantajlı” olabilir. Bu gibiler bazı “Bilgi” ve “Dosyalar”a diğer normal meslektaşlarına oranla daha “Kolay” ve “Çabuk” ulaşabilirler. Önlerine diğerlerini “Atlatabilecekleri” hazır “Haberler” klasörler dolusu gelebilir. Önlerinde birçok kapı açılabilir veya diğerlerinin giremeyeceği yerlere, ulaşamayacağı kişilere “Bir telefonla” erişebilirler. Dahası mesleklerinde hızla yükselebilir, yüksek pozisyonlara gelebilir ve sırtlarını “Sağlam yerlere” dayıyor olmanın rehavet ve güvenini yaşayabilirler. Bunun “Sarhoş edici” çekim alanına ve “Ben neymişim” duygusuna kapılabilirler. İşte o andan itibaren “Gazeteci” değil, bu kesimlerin birer “Memuru”durlar!
Tabii bazıları buna dünden teşne veya çıkarlarını buralarda görenler olabilirler o başka. Hızını alamayıp “Kraldan fazla kralcı”ları bile çıkabilir. O kadar ki kendilerinden istenenden bile fazla “Vazifeşinas” davranabilirler. (Hatta içlerinden “Muhabir” veya “Muharrir”liği “Muhbir”likle karıştırıp diğer meslektaşlarını gammazlayanları, “Hedef gösterenleri” bile türeyebilir!) Tabii egoları defolular için bu güçleri arkalama duygusunun şirretlikten, çirkefleşmeye kadar varabilecek uzun bir “Yalpaze”si vardır!
GAZETECİ HİÇBİR KURUMUN “İLİŞTİRİLMİŞ” ELEMANI DEĞİLDİR!
Dolayısıyla bu yapıların herhangi birine –her ne nedenle olursa olsun- angaje, onların istemleri doğrultusunda “Kamuoyu oluşturan”, haberleri/yorumları manipüle eden, insanların yanıltılmasına hizmet eden, kişilere “İtibar infazı” uygulayan, siyasi gündemi şu veya bu yönde saptıran biri fiilen “Gazetecilik” yapsa dahi “Gazeteci” olamaz. Onun meslek hanesinde “Gazeteci” yazıyor hatta sarı basın kartı sahibi oluşu bile durumu kurtarmaz. Burada asli unsur olan gazetecilik başka bir unsurun (İstihbaratçılık) denetimine girmiş demektir. Böylesi bir “Kulvara” giren gazeteci ister istemez, niyetine bağlı olmaksızın, gazetecilik faaliyetini kendi normları içinde yürütemez.
Bahsedilen yapılar esas olarak “Güç konumlanışı”na ait alanların yapıları oldukları için her alanda güç biriktirmek, güç yönlendirmek (veya bertaraf etmek) gibi bir dertleri vardır. İktidar kapışmalarının doğrudan “Tarafı” durumundadırlar. Bu yüzden medyayı da gazetecileri de kontrol etmek, yönlendirmek isterler. Bunu belli ölçülerde başarırlarda. Hatta bunu tabiatları icabı belli oranlarda “Normal” kabul etmek gerekecektir belki de.
Burada beni asıl güldüren ya da düşündüren asıl mesele şudur; Son zamanlarda moda olduğu üzere kimi “Meslektaşlar” (?) için “Askere yaslanmak” kötüdür ama “Polise yaslanmak” iyidir. Yahut “MİT’e yaslanmak” kötüdür ama bir başkasına yaslanmak iyidir şeklinde düşünmeleridir. Ya da birine yaslanıp bir diğerini kötülemek gibi durumlar doğabilmektedir. (Tabii bunların dönemine, konjonktüre göre değişen çeşitli kombinasyonları kurulabilir!) Maalesef “Görünüm” budur!
Bu gibiler davranışlarını muhtelif inançsal, ideolojik ya da “Demokrasi mücadelesi”, “Darbe karşıtlığı”, vb söylemi adı altında meşrulaştırıp, kendilerine göre rasyonelleştirebilirler. (Dünde diğerleri “Şeriat tehlikesi”, “Vatanseverlik”, “Cumhuriyeti koruma”, vb adı altında başka bir meşrulaştırma çabası içindeydiler.) Böylelikle ahlaki, vicdani ve kariyer esasları açısından bir “Çelişki” görmeyebilirler. Hatta kafalarındaki bir “Yüce ideale” hizmet ettiklerini bile düşünebilirler. (Dolayısıyla “Herkesin Yüce ideal”i kendine!” oluyor!) Oysa biri diğerine tercih edilemez veya bir diğerinin “Mazereti” olamaz. Yani ki “Al birini vur ötekine” olur!
Bir kişinin gazeteciliğinin kriterlerinden biri nasıl devlete/hükümete, resmi makamlara “Mesafeli” durmak ise aynı şekilde gene bir kişinin gazeteciliğinin temel özelliklerinden birisi de bu kurumlara karşı “Uzak durabilmeleri” olmalıdır. Gazetecinin orduya, MİT’e, polisi yakını olamaz bence. Olursa başka bir şey olur. Gazeteci değiş tokuş edilemez bir şekilde gazetecidir öncelikle. Sadece çalıştığı basın kuruluşuna, meslek ilkelerine, haberine ve okuruna karşı sorumludur. “Gazeteci” kimliğinin yanına başka sıfatları “İliştirenler”in kendileri “İliştirilmiş gazeteci” olmaktan kurtulamazlar!
Aksi takdirde –Siz kendinize bunu yakıştırmasanız bile- yaptığınız işin başka bir tanımı oluyor demektir…
Atilla AKAR / 11.01.2012.
[email protected]
Hemen söyleyeyim; Olur! Bal gibi de olur! Nitekim varlar. Şöyle gündeme yönelik dikkatli bir okuma ile bile hemen fark ediliyorlar. Lakin buradaki asıl soru şu olmalıdır; Bunlar “Gazeteci” olabilir mi? Doğası gereği “Resmi toplum” karşısında “Sivil” bir uğraş olması gereken gazetecilik bu kurumlarla “Al gülüm ver gülüm” ilişkisine girerse bağımsızlığını koruyabilir mi? Bu “Senli benli”lik, “Kanka”lık ilişkisi gazeteciyi “Bozar” mı?
Evet, bence bozar. Çünkü bu mesleklerin kendi içinde ayrı statüleri, amaçları ve duruşları vardır. Zaman zaman konjonktürel nedenlerle bir araya gelebilseler bile bir “İç içelik” bir “Ayniyet”ten söz edemeyiz. Burada bir “Kullanma/Kullanılma” ilişkisi söz konusudur ve bu ilişkinin “Belirleyeni” hiçbir zaman “Gazeteci” olamaz. Bir noktadan sonra “Dönmek” isteseniz bile dönemezsiniz. Diğer bir deyişle elini veren kolunu kaptırır!
Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta da şudur; Bu gibi yapılar gazeteciye “Babalarının hayrına” ya da “Kara kaşına kara gözüne” aşık oldukları için bilgi aktarmazlar. “Her şeyin bir karşılığı vardır” prensibi belki de en sert şekilde burada işler. Onore etmeler, sırt sıvazlamalar, “Aferin”lerle başlayan ilişkiler önceleri “Rica”lara sonra da düpedüz “Emir”lere dönüşebilir!
BU YAPILAR TOPLUMU “DOĞRU BİLGİLENDİRME” PEŞİNDE DEĞİLDİR…
Söz konusu yapıların hiçbirinin toplumu “Doğru bilgilendirme” gibi bir amacı yoktur. Zaten bu varoluş amaçlarına da aykırıdır. Onların asıl kaygıları toplumu kontrol etme, zihinleri yönlendirme ve gerçekleri kendi istedikleri yönde eğip bükmektir. (Tabii arada kendi “İç kavgaları” ya da “Kurumsal sürtüşmeler”de birbirlerini ekarte etmek için “Belge sızdırma” da vardır!) Bu gibi kurumların “Toplumla ilişkileri” hiçbir zaman bu düzeyde değildir. Dolayısıyla bunlar bir haber “Sızdırıyor” ya da bir gazeteciyi “Yemliyorlar” ise burada bambaşka “Hedefler” var demektir. Kısaca bunlar çok geniş bir “Haber ağı”na sahip olsalar bile “Haber ajansı” değillerdir!
Elbette ki kimi “Meslektaşlar” (?) için bu tarz ilişkiler “Cazip” hatta hayli “Avantajlı” olabilir. Bu gibiler bazı “Bilgi” ve “Dosyalar”a diğer normal meslektaşlarına oranla daha “Kolay” ve “Çabuk” ulaşabilirler. Önlerine diğerlerini “Atlatabilecekleri” hazır “Haberler” klasörler dolusu gelebilir. Önlerinde birçok kapı açılabilir veya diğerlerinin giremeyeceği yerlere, ulaşamayacağı kişilere “Bir telefonla” erişebilirler. Dahası mesleklerinde hızla yükselebilir, yüksek pozisyonlara gelebilir ve sırtlarını “Sağlam yerlere” dayıyor olmanın rehavet ve güvenini yaşayabilirler. Bunun “Sarhoş edici” çekim alanına ve “Ben neymişim” duygusuna kapılabilirler. İşte o andan itibaren “Gazeteci” değil, bu kesimlerin birer “Memuru”durlar!
Tabii bazıları buna dünden teşne veya çıkarlarını buralarda görenler olabilirler o başka. Hızını alamayıp “Kraldan fazla kralcı”ları bile çıkabilir. O kadar ki kendilerinden istenenden bile fazla “Vazifeşinas” davranabilirler. (Hatta içlerinden “Muhabir” veya “Muharrir”liği “Muhbir”likle karıştırıp diğer meslektaşlarını gammazlayanları, “Hedef gösterenleri” bile türeyebilir!) Tabii egoları defolular için bu güçleri arkalama duygusunun şirretlikten, çirkefleşmeye kadar varabilecek uzun bir “Yalpaze”si vardır!
GAZETECİ HİÇBİR KURUMUN “İLİŞTİRİLMİŞ” ELEMANI DEĞİLDİR!
Dolayısıyla bu yapıların herhangi birine –her ne nedenle olursa olsun- angaje, onların istemleri doğrultusunda “Kamuoyu oluşturan”, haberleri/yorumları manipüle eden, insanların yanıltılmasına hizmet eden, kişilere “İtibar infazı” uygulayan, siyasi gündemi şu veya bu yönde saptıran biri fiilen “Gazetecilik” yapsa dahi “Gazeteci” olamaz. Onun meslek hanesinde “Gazeteci” yazıyor hatta sarı basın kartı sahibi oluşu bile durumu kurtarmaz. Burada asli unsur olan gazetecilik başka bir unsurun (İstihbaratçılık) denetimine girmiş demektir. Böylesi bir “Kulvara” giren gazeteci ister istemez, niyetine bağlı olmaksızın, gazetecilik faaliyetini kendi normları içinde yürütemez.
Bahsedilen yapılar esas olarak “Güç konumlanışı”na ait alanların yapıları oldukları için her alanda güç biriktirmek, güç yönlendirmek (veya bertaraf etmek) gibi bir dertleri vardır. İktidar kapışmalarının doğrudan “Tarafı” durumundadırlar. Bu yüzden medyayı da gazetecileri de kontrol etmek, yönlendirmek isterler. Bunu belli ölçülerde başarırlarda. Hatta bunu tabiatları icabı belli oranlarda “Normal” kabul etmek gerekecektir belki de.
Burada beni asıl güldüren ya da düşündüren asıl mesele şudur; Son zamanlarda moda olduğu üzere kimi “Meslektaşlar” (?) için “Askere yaslanmak” kötüdür ama “Polise yaslanmak” iyidir. Yahut “MİT’e yaslanmak” kötüdür ama bir başkasına yaslanmak iyidir şeklinde düşünmeleridir. Ya da birine yaslanıp bir diğerini kötülemek gibi durumlar doğabilmektedir. (Tabii bunların dönemine, konjonktüre göre değişen çeşitli kombinasyonları kurulabilir!) Maalesef “Görünüm” budur!
Bu gibiler davranışlarını muhtelif inançsal, ideolojik ya da “Demokrasi mücadelesi”, “Darbe karşıtlığı”, vb söylemi adı altında meşrulaştırıp, kendilerine göre rasyonelleştirebilirler. (Dünde diğerleri “Şeriat tehlikesi”, “Vatanseverlik”, “Cumhuriyeti koruma”, vb adı altında başka bir meşrulaştırma çabası içindeydiler.) Böylelikle ahlaki, vicdani ve kariyer esasları açısından bir “Çelişki” görmeyebilirler. Hatta kafalarındaki bir “Yüce ideale” hizmet ettiklerini bile düşünebilirler. (Dolayısıyla “Herkesin Yüce ideal”i kendine!” oluyor!) Oysa biri diğerine tercih edilemez veya bir diğerinin “Mazereti” olamaz. Yani ki “Al birini vur ötekine” olur!
Bir kişinin gazeteciliğinin kriterlerinden biri nasıl devlete/hükümete, resmi makamlara “Mesafeli” durmak ise aynı şekilde gene bir kişinin gazeteciliğinin temel özelliklerinden birisi de bu kurumlara karşı “Uzak durabilmeleri” olmalıdır. Gazetecinin orduya, MİT’e, polisi yakını olamaz bence. Olursa başka bir şey olur. Gazeteci değiş tokuş edilemez bir şekilde gazetecidir öncelikle. Sadece çalıştığı basın kuruluşuna, meslek ilkelerine, haberine ve okuruna karşı sorumludur. “Gazeteci” kimliğinin yanına başka sıfatları “İliştirenler”in kendileri “İliştirilmiş gazeteci” olmaktan kurtulamazlar!
Aksi takdirde –Siz kendinize bunu yakıştırmasanız bile- yaptığınız işin başka bir tanımı oluyor demektir…
Atilla AKAR / 11.01.2012.
[email protected]
DİĞER YAZILARI
İmralı film stüdyoları iftiharla sunar! Öcalan olmadı videosunu verelim mi?
Teğmenlere ağır hakaretler! Nasıl utanmaz bir zihniyettir böyle?
CHP’nin adayına AK Parti hesapları! Özgür Özel’e “Parlatma” operasyonu mu?
Kalçası Suudileri sallamış! Suudilere medeniyeti Jennifer mı getirecek?
“Ülkenin çivisi çıkmış abi!..” Partilere güven tükeniyor mu?