25 Mar 2015 11:45 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:09

Gazetecilikte “özür mekanizması” nasıl olmalı?..

Hürriyet yazarı İsmet Berkan Kabataş'ta yaşandığı iddia edilen "Zehra Gelin'e taciz" görüntüleri nedeniyle özür diledi.Peki gazeteciler bu olaydan nasıl bir ders çıkarmalı?

Kabataş'ta yaşandığı iddia edilen deri eldivenli ve üstü çıplak tacizin görüntülerini izlediğini açıklayan İsmet Berkan dün bir yazı kaleme alarak Hürriyet'teki köşesinden özür diledi.Yıllardır kendisini okuyan, yazdıklarını takip edenlerin hayal kırıklığına uğradıklarını belirten Berkan'ın aylar sonra dilediği özür tartışma konusu oldu.

SİZ İZLEDİNİZ Mİ SORUSUNA "EVET" DEMİŞTİ

İsmet Berkan, iddianın Star gazetesi tarafından ortaya atılıp Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından da sahiplenilmesi sonrasında Twitter'dan "Çok ama çok acı bir öykü... Maaleseef gerçek. Mobese görüntüleri dahil pek çok şey var. Savunulur tarafı olmayan bir olay..." diye yazmış "Siz izlediniz mi?" sorusuna da "Evet" cevabını vermişti.

GAZETESİNİN OKUR TEMSİLCİSİ ÖZÜR DİLEMEYE ÇAĞIRMIŞTI

Hürriyet gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici de dünkü yazısında İsmet Berkan’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda hata kaptığını kabul etmesine rağmen okuyucu tepkilerinin dinmediğini belirtmiş ve özür dilemeye çağırmıştı.

GAZETECİLİKTE ÖZÜR MEKANİZMASI NASIL OLMALI?

Medyaradar siyaset ve medya analisti Atilla Akar da tartışma konusu olan "İsmet Berkan Vakası" dolayısıyla "Gazetecilikte özür mekanizması nasıl olmalı" sorusuna cevap aradı.

İşte Akar'ın yazısı:

Önce şunu vurgulayarak yazıya başlayalım; hayatta herkes hata yapabilir. Dolayısıyla gazetecilerde yapabilir. Bu yüzden kimse “Ben hata yapmam” diye egosu arızalı vaziyetlerde ortalarda dolaşmasın. Gün gelir yediğiniz hurmalar bir yerlerinizi tırmalar elbet. Yani kimseden hatasız olmasını beklemiyoruz. Orhan Gencebay’ın şarkısı misali “Hatasız kul olmaz” yani…

Madem hatadan muaf olunamadığına göre, yapılan hatanın bilincine vardıktan sonra özür dilemek de bir “erdem”dir elbet. Lakin “Hata” var, “hata” var. Diğer bir deyişle hatanın dozu, etkileri, meydana geliş biçimi ve en önemlisi niyeti bizim bu konudaki opsiyonlarımızı belirler. Aynı şekilde özürlerimiz de farklılaşır. Ne bileyim; birinin ayağına basarsak özür dileriz. (Artık onu da dilemiyorlar o başka!) Fakat birini çekip vurduktan sonra dileyeceğimiz özür de pek kâr etmeyebilir.

Burada verdiğimiz maddi veya manevi zararın, tahribatın neticesine ve “Kemaliyet derecemiz”e göre bir biçim, üslup tuttururuz. Tazmin edebiliyorsak ederiz. Gönül almaya çalışırız. Karşımızdaki kişi bizi affederse ne alâ etmezse de en azından kendi vicdanımızda bir hesaplaşmaya yol açmışız deriz. Tabii samimi olmak kaydıyla…

Peki ya gazetecilik mesleği açısından “özür mekanizması” nasıl işlemelidir? Hiç şüphesiz gazetecilik çok riskli bir alandır. Hataya çok müsait bir zemini olduğundan artı dikkat gerekir. Söylediğiniz her sözün bir “bedeli” vardır. İster gazetenizde ister sitenizde isterse de sosyal medyada (Gazeteci kimliğinize dayanarak) söyledikleriniz önemlidir. Hele de büyük toplumsal çalkantıların yaşandığı, kitlelerin bir kelime yüzünden çok kolay galeyana gelebildiği konjonktürlerde bu sorumluluk daha bir “hassas” hale gelir. Ne yapalım “Ağzımdan öyle çıktı bir kere” diyemezsiniz. Çünkü o noktadan sonra “özür”de işi kurtarmaz!

Elbette gazetecileri “hata “yapmaya birçok neden sevk edebilir. O konuda bilgisi yetersizdir, acemidir, araştırmadan, başka kaynaklardan da çek etmeden balıklama atlamıştır, “Şüpheci” davranmamıştır, yanlış bilgilendirilmiştir, yahut hiç bilgilenmeden bol keseden atmıştır. Bunun dışında ideolojik yakınlıklar, taraf olmalar, kollamalar, saflaşmalar, bireysel kinler, duygusal savruluşlar, marazi bir güç sarhoşluğu, “çok iddialı bir nokta yakaladım galiba” sazanlığı, “bakın bende ne haberler var” kibri, muhtelif saplantılar, vb insanı hataya itebilir.

Aynı şekilde insan bir yerlere angaje olmuştur, (Ona artık “Gazeteci” yapılana da “hata” denebilir mi acaba?) şu veya bu devlet biriminin “kankası” haline gelmiş, onun önüne koyduklarını sayıklar olmuştur. Bir psikolojik operasyonun, bir algı imalatının, bir yönlendirme planının uzantısı, muhtelif hesapların bir parçası haline gelmiştir. Burada artık bildik “hata” ötesi bir durum vardır.

Muhakkak ki gazeteci elindeki verilerle, somut delillerle konuşur. Birilerinin fısıldadıklarını ya da gaza getirmelerini pazarlayamaz. Kendi kişisel kanaatlerini, inanışlarını da “gerçek” diye sunamaz. Yapıyorsa “hata” sınırlarını iyice zorlamaya başlamış demektir.

“İSMET BERKAN VAKASI”NDAN ALINACAK DERSLER

Bu açıdan son “İsmet Berkan Vakası” herkes için oldukça öğretici derslerle doludur. Bilindiği üzere İsmet Berkan Kabataş Olayı’ndaki tutumu yüzünden özür dileyen bir yazı kaleme aldı. Berkan, dünkü yazısında “vahim bir gazetecilik hatası yapmış, bir haberi yayınlamak duyurmak için yeterli kontrol sürecini uygulamamıştım.” diyerek özür diliyordu.

Şüphesiz İsmet Berkan basit bir “değerlendirme hatası” yapmamıştır. Makalesinde kişisel kanaatini, inandığını da açıklamamıştır. (Yoksa böyle davranan birçok meslektaş olmuş, her biri tepki çekseler de sonunda Berkan kadar öfke çekmemişlerdir. ) Berkan o zaman Twitter üzerinden yaptığı açıklama ile adeta sanki bir” şahit”, bir “gerçek garantörü” rolü oynamıştır. Berkan olay sonrası çıkıp “benim kanaatim böylesi bir olayın olduğu yönündedir” ya da “olayın doğruluğuna inanıyorum” deseydi bu da problemli bir bakış olsa da sanırım fazla sıkıntı yaratmazdı.

Hatırlanacağı üzere o dönem konuyla ilgili Twitter’dan yazan Berkan “Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek” yazmış, bir takipçisinin “Görüntüleri izlediniz mi?” sorusuna ise “Evet” cevabını vermişti. Burada asıl sıkıntıyı yaratan çok tartışmalı bir duruma “gerçek” demesinin ötesinde belli ki izlemediği görüntülere “izledim” havası vermesidir. İşte bu hangi nedenle olursa olsun sıkıntıyı yaratan durumdur. Tartışılması gereken asıl bu noktadır.

Çünkü bu noktadan sonra -öznel niyeti ne olursa olsun- bir “algı operasyonu”nun tarafı durumuna düşme hali doğmuştur. Bu açıklamasıyla zihinlerde belli yönde bir kanaat oluşmasına yol açmıştır. Zaten bu yüzden insanlar duruma sadece “hata” demekte zorlanmaktadır. Daha da kötüsü bir “yanıltmaca” ve “manipülasyon” yapıldığını düşünmektedirler. O yüzden bugün birçok kişi söyleneni “inandırıcı” bulmamaktadır.

Sonuçta özrün şartları elbette ki oluşmuştur. (Kaldı ki Berkan, yazısında da belirttiği gibi 15 Şubat 2014’te bir yazı yazarak “kendimden o kadar emin konuşmamalıydım” diyerek daha önce “hata”sını kabul etmişti.) Ancak burada anlaşılan Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’nin İsmet Berkan’a “özür dilemeye” davet eden yazısı belirleyici olmuşa benzemektedir.

O yüzden kimse İsmet Berkan’ın düştüğü duruma sevinmesin. Burada meslek açısından handikaplı bir durum vardır. Herkes bu olaydan kendine ve mesleğe düşen payı çıkarsın yeter.

Bu işten hepimizin alacağı en önemli ders galiba şudur; her şart altında gazetecilik ve habercilik kurallarına sarılmak ve söyleyeceklerimizi –haklı olduğumuza inansak veya inandırılsak bile- tartarak, ihtiyat payı bırakarak konuşmak. Zaten burası anlaşılmış görünüyor…

O yüzden bu olayı bir “linç fırsatı”ndan ziyade bir “ders fırsatı”na çevirmekte yarar telakki ediyorum.Zaten önemli olan da budur...

[email protected]