Gazetecilikte “özür mekanizması” nasıl olmalı?..
Hürriyet yazarı İsmet Berkan Kabataş'ta yaşandığı iddia edilen "Zehra Gelin'e taciz" görüntüleri nedeniyle özür diledi.Peki gazeteciler bu olaydan nasıl bir ders çıkarmalı?
Kabataş'ta yaşandığı iddia edilen deri eldivenli ve üstü çıplak
tacizin görüntülerini izlediğini açıklayan İsmet Berkan dün bir
yazı kaleme alarak Hürriyet'teki köşesinden özür diledi.Yıllardır
kendisini okuyan, yazdıklarını takip edenlerin hayal kırıklığına
uğradıklarını belirten Berkan'ın aylar sonra dilediği özür tartışma
konusu oldu.
SİZ İZLEDİNİZ Mİ SORUSUNA "EVET" DEMİŞTİ
İsmet Berkan, iddianın Star gazetesi tarafından ortaya atılıp
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından da sahiplenilmesi
sonrasında Twitter'dan "Çok ama çok acı bir öykü... Maaleseef
gerçek. Mobese görüntüleri dahil pek çok şey var. Savunulur tarafı
olmayan bir olay..." diye yazmış "Siz izlediniz mi?" sorusuna da
"Evet" cevabını vermişti.
GAZETESİNİN OKUR TEMSİLCİSİ ÖZÜR DİLEMEYE
ÇAĞIRMIŞTI
Hürriyet gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici de dünkü
yazısında İsmet Berkan’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda hata
kaptığını kabul etmesine rağmen okuyucu tepkilerinin dinmediğini
belirtmiş ve özür dilemeye çağırmıştı.
GAZETECİLİKTE ÖZÜR MEKANİZMASI NASIL OLMALI?
Medyaradar siyaset ve medya analisti Atilla Akar da tartışma konusu
olan "İsmet Berkan Vakası" dolayısıyla "Gazetecilikte özür
mekanizması nasıl olmalı" sorusuna cevap aradı.
İşte Akar'ın yazısı:
Önce şunu vurgulayarak yazıya başlayalım; hayatta herkes hata
yapabilir. Dolayısıyla gazetecilerde yapabilir. Bu yüzden kimse
“Ben hata yapmam” diye egosu arızalı vaziyetlerde ortalarda
dolaşmasın. Gün gelir yediğiniz hurmalar bir yerlerinizi tırmalar
elbet. Yani kimseden hatasız olmasını beklemiyoruz. Orhan
Gencebay’ın şarkısı misali “Hatasız kul olmaz” yani…
Madem hatadan muaf olunamadığına göre, yapılan hatanın bilincine
vardıktan sonra özür dilemek de bir “erdem”dir elbet. Lakin “Hata”
var, “hata” var. Diğer bir deyişle hatanın dozu, etkileri, meydana
geliş biçimi ve en önemlisi niyeti bizim bu konudaki
opsiyonlarımızı belirler. Aynı şekilde özürlerimiz de farklılaşır.
Ne bileyim; birinin ayağına basarsak özür dileriz. (Artık onu da
dilemiyorlar o başka!) Fakat birini çekip vurduktan sonra
dileyeceğimiz özür de pek kâr etmeyebilir.
Burada verdiğimiz maddi veya manevi zararın, tahribatın neticesine
ve “Kemaliyet derecemiz”e göre bir biçim, üslup tuttururuz. Tazmin
edebiliyorsak ederiz. Gönül almaya çalışırız. Karşımızdaki kişi
bizi affederse ne alâ etmezse de en azından kendi vicdanımızda bir
hesaplaşmaya yol açmışız deriz. Tabii samimi olmak kaydıyla…
Peki ya gazetecilik mesleği açısından “özür mekanizması” nasıl
işlemelidir? Hiç şüphesiz gazetecilik çok riskli bir alandır.
Hataya çok müsait bir zemini olduğundan artı dikkat gerekir.
Söylediğiniz her sözün bir “bedeli” vardır. İster gazetenizde ister
sitenizde isterse de sosyal medyada (Gazeteci kimliğinize
dayanarak) söyledikleriniz önemlidir. Hele de büyük toplumsal
çalkantıların yaşandığı, kitlelerin bir kelime yüzünden çok kolay
galeyana gelebildiği konjonktürlerde bu sorumluluk daha bir
“hassas” hale gelir. Ne yapalım “Ağzımdan öyle çıktı bir kere”
diyemezsiniz. Çünkü o noktadan sonra “özür”de işi kurtarmaz!
Elbette gazetecileri “hata “yapmaya birçok neden sevk edebilir. O
konuda bilgisi yetersizdir, acemidir, araştırmadan, başka
kaynaklardan da çek etmeden balıklama atlamıştır, “Şüpheci”
davranmamıştır, yanlış bilgilendirilmiştir, yahut hiç bilgilenmeden
bol keseden atmıştır. Bunun dışında ideolojik yakınlıklar, taraf
olmalar, kollamalar, saflaşmalar, bireysel kinler, duygusal
savruluşlar, marazi bir güç sarhoşluğu, “çok iddialı bir nokta
yakaladım galiba” sazanlığı, “bakın bende ne haberler var” kibri,
muhtelif saplantılar, vb insanı hataya itebilir.
Aynı şekilde insan bir yerlere angaje olmuştur, (Ona artık
“Gazeteci” yapılana da “hata” denebilir mi acaba?) şu veya bu
devlet biriminin “kankası” haline gelmiş, onun önüne koyduklarını
sayıklar olmuştur. Bir psikolojik operasyonun, bir algı imalatının,
bir yönlendirme planının uzantısı, muhtelif hesapların bir parçası
haline gelmiştir. Burada artık bildik “hata” ötesi bir durum
vardır.
Muhakkak ki gazeteci elindeki verilerle, somut delillerle konuşur.
Birilerinin fısıldadıklarını ya da gaza getirmelerini pazarlayamaz.
Kendi kişisel kanaatlerini, inanışlarını da “gerçek” diye sunamaz.
Yapıyorsa “hata” sınırlarını iyice zorlamaya başlamış demektir.
“İSMET BERKAN VAKASI”NDAN ALINACAK DERSLER
Bu açıdan son “İsmet Berkan Vakası” herkes için oldukça öğretici
derslerle doludur. Bilindiği üzere İsmet Berkan Kabataş Olayı’ndaki
tutumu yüzünden özür dileyen bir yazı kaleme aldı. Berkan, dünkü
yazısında “vahim bir gazetecilik hatası yapmış, bir haberi
yayınlamak duyurmak için yeterli kontrol sürecini uygulamamıştım.”
diyerek özür diliyordu.
Şüphesiz İsmet Berkan basit bir “değerlendirme hatası” yapmamıştır.
Makalesinde kişisel kanaatini, inandığını da açıklamamıştır. (Yoksa
böyle davranan birçok meslektaş olmuş, her biri tepki çekseler de
sonunda Berkan kadar öfke çekmemişlerdir. ) Berkan o zaman Twitter
üzerinden yaptığı açıklama ile adeta sanki bir” şahit”, bir “gerçek
garantörü” rolü oynamıştır. Berkan olay sonrası çıkıp “benim
kanaatim böylesi bir olayın olduğu yönündedir” ya da “olayın
doğruluğuna inanıyorum” deseydi bu da problemli bir bakış olsa da
sanırım fazla sıkıntı yaratmazdı.
Hatırlanacağı üzere o dönem konuyla ilgili Twitter’dan yazan Berkan
“Çok ama çok acı bir öykü. Maalesef gerçek” yazmış, bir
takipçisinin “Görüntüleri izlediniz mi?” sorusuna ise “Evet”
cevabını vermişti. Burada asıl sıkıntıyı yaratan çok tartışmalı bir
duruma “gerçek” demesinin ötesinde belli ki izlemediği görüntülere
“izledim” havası vermesidir. İşte bu hangi nedenle olursa olsun
sıkıntıyı yaratan durumdur. Tartışılması gereken asıl bu
noktadır.
Çünkü bu noktadan sonra -öznel niyeti ne olursa olsun- bir “algı
operasyonu”nun tarafı durumuna düşme hali doğmuştur. Bu
açıklamasıyla zihinlerde belli yönde bir kanaat oluşmasına yol
açmıştır. Zaten bu yüzden insanlar duruma sadece “hata” demekte
zorlanmaktadır. Daha da kötüsü bir “yanıltmaca” ve “manipülasyon”
yapıldığını düşünmektedirler. O yüzden bugün birçok kişi söyleneni
“inandırıcı” bulmamaktadır.
Sonuçta özrün şartları elbette ki oluşmuştur. (Kaldı ki Berkan,
yazısında da belirttiği gibi 15 Şubat 2014’te bir yazı yazarak
“kendimden o kadar emin konuşmamalıydım” diyerek daha önce
“hata”sını kabul etmişti.) Ancak burada anlaşılan Hürriyet Gazetesi
Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’nin İsmet Berkan’a “özür dilemeye”
davet eden yazısı belirleyici olmuşa benzemektedir.
O yüzden kimse İsmet Berkan’ın düştüğü duruma sevinmesin. Burada
meslek açısından handikaplı bir durum vardır. Herkes bu olaydan
kendine ve mesleğe düşen payı çıkarsın yeter.
Bu işten hepimizin alacağı en önemli ders galiba şudur; her şart
altında gazetecilik ve habercilik kurallarına sarılmak ve
söyleyeceklerimizi –haklı olduğumuza inansak veya inandırılsak
bile- tartarak, ihtiyat payı bırakarak konuşmak. Zaten burası
anlaşılmış görünüyor…
O yüzden bu olayı bir “linç fırsatı”ndan ziyade bir “ders
fırsatı”na çevirmekte yarar telakki ediyorum.Zaten önemli olan da
budur...
[email protected]