19 Tem 2011 12:52 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:35

GAZETECİ İSMAİL GÜNEŞ DÖVÜLEREK Mİ ÖLÜME TERKEDİLDİ? HELİKOPTER KAZASINDA ŞOK İDDİA!

Usta gazeteci Atilla Akar, Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte helikopter kazasında hayatını kaybeden İHA muhabiri İsmail Güneş için şok bir iddiayı ortaya attı...

Gazeteci İsmail Güneş Dövülerek mi Ölüme Terkedildi? (Hilal Cebeci’nin Pampişlerini Tartışan Necip Türk Medyası Bir Meslektaşları İçin Bu Soruları Neden Sormaz?)

Atilla Akar – İNFİAL

Artık kendimi bir tür “Sherlock Holmes” gibi hissetmeye başladım. Nerede olmuş bir “tuhaf” olay, gariplikler silsilesi varsa benim zihnim otomatik olarak çalışmaya başlıyor. “Gerçeği sadece gerçeği” arar durumda buluyorum hemen kendimi. (Zaten insan bu duygusunu kaybetti mi ne “gazeteci” ne “yazar” ne de “aydın” diye ortalarda dolaşmasın bence.) O yüzden bir tutam gerçek kırıntısı buldum mu onu eşelemeye, deşmeye ve “bir gram daha gerçek bulabilir miyim acaba?” diye düşünmeye başlıyorum. Bu bende bir tür “şartlı refleks” oldu adeta…

O yüzden ebleh derecesinde beyin özürlü kimilerinin “Komplo teorisi mi yapıyorsun?” ya da “Gene komplo teorisi yapmışsın” şeklinde sırnaşan, bulaşan sataşmalarına aldırmadan, hatta onları “adam” yerine bile koymadan yoluma devam ediyorum. (Geçenlerde bir arkadaşa da dediğim gibi “komplo teorisi zihnin hür ve gür bırakılmasıdır” bence!) Zaten bu gibilerin pelteleşmiş beyinlerine ne deseniz boş. Hayat onlarca maddi-mantıki kanıtı gözlerinin içine adeta soksa da onlar nasıl olsa aynı sakızı çiğnemeye devam edecekler. Çünkü görmek istemeyenden daha kötü bir “kör” olamaz!

Üstelik olan olayın veya olaydaki kişinin bana olan siyasal uzaklık ya da yakınlığına bakmadan yapmaya çalışıyorum bunu. (“Ülke meselesi” persfektifinden bakmaya çalışıyorum.) Maalesef bu gibi olaylar sonrası gözlemliyorum ki olayın üzerine gitme derecesini o hazır “uzaklık” ya da “yakınlık”lar belirliyor. Sırf bu yüzden olayı hiç görmeyeni ya da üstünkörü şöyle bir geçiştireni hatta resmi kimi makamları korumak kaygısıyla çarpıtanı bile var. (Meselâ hükümet yanlısı iseniz “askeri”, karşıtı iseniz “polis”i suçlama gibi!) Ben ise böyle düşünmüyorum. Türkiye’yi sarsan her olay doğru soru ve cevapları hak ediyor bence. Aksi taktirde bundan öncekiler gibi bu tip olaylar tam bir karanlığa gömülüyor. ( Örneğin Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile ne geçmişte ne de bugün siyasal olarak hiçbir yakınlığım yoktur. Hatta çok farklı ve “karşıt” geleneklerden geldiğimiz için arada belli bir “mesafe” ve “soğukluk” olması da normaldir. Buna rağmen Yazıcıoğlu’nun başına “ne geldiği”ni araştırmak, sormak, cevap aramak ve talep etmek benim görevimdir.) Bunu da çoğu kişiden daha iyi yaptığımı düşünüyorum ve bu açıdan içim rahat.

Daha ilk andan itibaren çıktığım televizyon konuşmalarında, konuyla ilgili yazdığım yazılarda ve bu konuyu da derinlemesine kapsayan “Gizli Suikastlar/Şüpheli Ölümler” başlıklı kitabımda olayın üzerine gitmişim ve takipçisi olmuşum. Ne kadar isabetli yorumlarda bulunduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü bir kez soru sormayı bıraktığımızda bunun her yana ve herkese sirayet eden bulaşıcı bir hastalık gibi yayılacağını ve bir “Kolektif beyin felci”ne yol açacağına inanıyorum.

“MUHSİN YAZICIOĞLU KAZASI”NIN ŞİFRELERİ İSMAİL GÜNEŞ’İN ÖLME BİÇİMİNDE GİZLİ OLABİLİR!
Neyse, sadede geleyim; Bu konudaki kitap ve yazılarımı takip eden okurlarım bilirler. Baştan beri olayın “elektro manyetik suikast” yöntemiyle yapıldığını, ayrıntılı teknik izahını da vererek anlatmaya çalıştım. (Çok yer kaplayacağı için buraya tekrar almıyorum. İsteyen okurlar geçmiş İNFİAL yazılarıma bakarlar.) Olaydaki bütün maddi-mantıki tuhaflıkları, çelişkileri bir bir sergiledim. Bunun sonucunda bir “teori” ortaya koydum. (Ne TBMM Araştırma Komisyonu ne de Cumhurbaşkanlığı DDK bu tezleri dikkate almadılar anlaşılan!) Şimdi ise olayda önce sağ olduğu fakat zamanında ulaşılamaması neticesi hayatını kaybettiği anlaşılan İHA muhabiri İsmail Güneş’e dair yeni veriler ortaya çıkmış bulunuyor.

Normal bir cinayet davası olsa davanın seyrini değiştirebilecek önemdeki bu veriler bakalım nasıl değerlendirilecek? Veriler o kadar çarpıcı ki bana göre olaydan sağ kurtulmayı başaran İsmail Güneş’in birileri tarafından ağır şekilde dövüldüğüne delalet ediyor. (Kafasına kurşun sıkamazlardı bu “delil” olurdu. Sağ da bırakamazlardı “şahit” olurdu. Onun için en uygun formül kendisini kurtaramayacak şekilde dövülmesi, bazı kemiklerinin kırılması idi. Hem böylelikle herkes vücuttaki bu ezik ve kırılmaların kaza neticesi olduğunu düşünecekti! “Donma sonucu ölüm” ancak bu sürecin sonunda gelmiş olabilir.) Kimbilir, “Muhsin Yazıcıoğlu Kazası”nın şifreleri İsmail Güneş’in Ölme/Öldürülme biçiminde gizlidir belki!

Bakın daha bu bilgiler ortada yokken “Muhsin Yazıcıoğlu Kazası Aydınlanıyor mu? (Komplo Teorimizi Derinleştirelim!)” başlıklı 04.02.2011 tarihli İNFİAL yazımda neler söylemişim ve “başka birileri”nin de olması gerektiği ihtimaline nasıl vurgu yapmışım; “Düşen helikoptere ancak 48 saat sonra ulaşıldığı düşünüldüğünde, birilerinin olay mahalline resmi ekiplerden çok önce ulaştığı ya da baştan beri zaten orada oldukları anlaşılıyor. Bu durumda bunların “tertipçiler” olmasından başka bir ihtimal söz konusu bile olamaz. O zaman bunların ‘kim’ ve bu sabotajı ‘nasıl’ tertiplemiş olabilecekleri sorusu önem kazanıyor. Oradaydılar! Beklediler!” Bu durumda İsmail Güneş’in 112 Acil ile yaptığı telefon görüşmesi esnasında insiyaki olarak kullandığı “Bu adam kim ya!” sözü özel bir önem ve mana kazanıyor!

Bu arada konu dışına çıkmak pahasına da olsa, kafama takılan bir diğer soruyu da paylaşmadan edemeyeceğim. İsmail Güneş’in kamerasında önce sadece futbol maçı görüntüleri olduğu açıklandı. Sonra BBP mitinginden görüntüler ve Yazıcıoğlu’nun helikopter içindeki telefon konuşması görüntüleri ortaya çıktı. Şimdi siz İHA muhabiri İsmail Güneş’in yerinde olsanız, gazeteci içgüdünüzle, düşüş anını kaydetmez misiniz? Refleks olarak da olsa kameranızın “start” düğmesine basmaz mısınız? Tabii vakit bulamamış veya telaşa kapılmış olabilir. İnsani bir durumdur anlaşılabilir. Ancak hiçbir profesyonel gazetecinin bu “haber”i kaçırmayacağını düşünüyorum! O halde görüntülerin devamında ne vardı?

VERİLER “DÖVÜLMEYE” İŞARET EDİYOR!
Buna göre ilk anda kazadan yaralı olarak kurtulan İHA Muhabiri İsmail Güneş ölmeden önce 112 Acil Servis elemanıyla yapmış olduğu telefon görüşmesinde bacağının kırık olduğunu ve helikoptere sıkıştığını belirtirken, üşüdüğünü dile getiriyor. Ancak Güneş'in yapılan otopsi raporu, İsmail Güneş'in sadece bacağının değil aynı zamanda da çenesinin ve kaburgasının dört ayrı yerden kırık olduğunu ortaya koyuyor.

Aynı şekilde Güneş, 112 Acil Servis ile yaptığı konuşmalarda çenesiyle ilgili hiçbir şikayette bulunmayıp, sadece ayağının kırık olduğunu ve helikoptere sıkıştığını dile getiriyor. Operatör Dr. Rafet Arslanoğlu’nun da vurguladığı gibi; "İsmail, yapmış olduğu telefon görüşmesinde çenesinin veya kaburgasının kırık olduğundan hiç bahsetmiyor. Ağzından ya da burnundan kan geldiği yönünde bir şikayette de bulunmuyor. Çenesi kırık olan biri rahat konuşamayacağı gibi aynı şey kaburga için de geçerli. Çünkü kaburgası kırık olan biri rahat nefes alamaz, her nefes alışında kaburgasında ağrı hisseder. '112 Acil Servisi'ndeki görevlinin Güneş'e yöneltmiş olduğu; 'Başka bir yerinizde kırık var mı?' sorusuna Güneş sadece; 'Ayağım kırık' yanıtını veriyor. Bu da bir takım şüpheleri de beraberinde getiriyor."

Nitekim mesleki deneyim ve bulgular ışığında konuşan Op. Dr. Arslanoğlu, "Hazırlanan raporları dikkatlice incelediğinizde ortada akla mantığa uygun olmayan durumlar var. Enkazın bulunduğu bölgede büyük kayalar, yüksek ağaçlar ve çukurlar var. Güneş, son görüşmesinde de kan kaybı ve soğuktan bahsediyor. En iyimser şekilde düşündüğümüzde; İsmail'in helikopter enkazından çıkıp, cesedinin bulunduğu yere ulaşıncaya kadar düşmüş olabilir. Böyle olsa bile rapora yansıyan şekilde bir durum çok zayıf bir ihtimal.” şeklinde konuşuyor. Sonunda resmi bir görevli olan doktor bundan daha açık “dövülmüşe benziyor” daha nasıl diyebilir ki?

TIBBİ ÇELİŞKİLER SORU İŞARETLERİ OLUŞTURUYOR!
Şimdi düşünelim;

1) Siz bu tarz bir kazadan sağ kurtulan birisiniz. 9 defa ve toplam 27 dakika boyunca 112 Acil ile konuşma yapabilecek fiziksel ve zihinsel yeterlilik durumundasınız. Yardım istemeyi akıl ediyor, durumunuzu, aşağı yukarı yerinizi tarif edebiliyorsunuz.
2) Bariz bir kan kaybınız ve iç kanamanız yok. Belli ki şoka da girmemişsiniz.
3) Alt çeneniz 4 yerden kırık deniyor ama konuşmalarınız ve cümle kurmalarınız son derece normal sayılabilir. Çenesi kırık birinin “düzgün cümle” kurması son derece zor. Konuşabilse bile alt çeneyi oynatamayacağı için konuşma şekliniz değişiyor. Ayrıca yoğun ağrı duyacağınız için ikide bir konuşmanın kesilmesi ve acı ifade eden kelimeler serpişmesi gerekiyor. Oysa bu durumda en azından konuşmayı gerçekleştirdiğiniz esnada çeneniz halen sağlam demektir. Çünkü çok net ve akıcı konuşuyorsunuz. Hiçbir boğukluk ve zorlanmaya rastlanmıyor.
4) Ayrıca alt çene kemikleriniz kırıksa ve bu çarpma sonucu oluşmuşsa yüz ve kafa bölgesinde başka kırık, ezik ve deride sıyrık ya da yaralar olması gerekiyor. Ancak bunlar saptanamıyor.
5) Kafa bölgenizi çarptığınız halde “beyin travması” bulguları yok. Bilinciniz çok net ve açık. Üstelik bu tarz kazalarda genellikle tek başına çene kırığına rastlanmıyor. Kafa bölgesi içinde çene kırığı kırıkların sadece bir parçası.
6) Bu şekilde çenenizin kırılması durumunda dişlerinde kırılması ya da birbirine geçmesi lâzım. Oysa söz konusu edilmiyor.
7) Kaburgalarınız 4 yerinden kırık deniyor. Oysaki kaburga kırıklarında mutlaka göğsünde bir ağrı olması lâzım. Ayrıca 112 Acil Servisi ile konuşurken böyle bir durumdan tek kelime dahi söz etmiyor. Oysa ki, 4 yerinden kaburgası kırık olan bir hastanın nefes alıp verirken zorluk yaşaması ve ağrı hissetmesi lâzım. Bu belirtilere ilk anda rastlanmıyor. Demek ki önemli ölçüde ve görece halen “sağlam”sınız.
8) Helikopterin içinde “sıkışıp kaldığınızı” söylüyorsunuz ama cesediniz olay yerinden 500-600 metre uzakta “donmuş şekilde” bulunuyor. Sıkışıp kaldığınız yerden nasıl çıktığınız ve oraya kadar nasıl “yürüdüğünüz” sorusu açıkta kalıyor.
9) İlk konuşmada “bacağım kırık” deniliyor. Otopsi de iki yerden kırık olduğu anlaşılıyor. Bir yerden kırıkla zorda olsa yürüyebilecek iken 2 yerden kırıkla ancak bacağınızı sürüyebilir ve yürüyemez durumda olursunuz. Arazinin engebeli yapısı da kayarak inmeniz için pek müsait görünmüyor.

Bütün bunların belki başka bir “bilimsel” izahı belki vardır. Ancak bu halleriyle zaten yeterince “mide bulandırıcı” görünüyorlar. Bu durumda “muhtemel senaryo” şöyle olabilir;

1) Helikopter yerden veya havadan “manyetik şualama”ya maruz kalıyor. (Bir “tüpten karbonmonoksit solundu” deniliyor ama bana göre manyetik/plazmatik etki hem araçta teknik felç yarattı hemde içerideki havayı aşırı ısıttı. Oksijeni aniden tüketip karbonmonoksit salınımını arttırdı. Karbonmonoksit tezinin diğer açıklaması bu olmalı.)
2) Muhsin Yazıcıoğlu ve diğerleri derhal öldüler. Bunun çek edilmesi gerekiyordu. Ölümlerinden emin olmak istediler. Planlayıcılar kaza yerinde belirdiler veya ikinci bir helikopterden yere indiler.
3) İsmail Güneş ufak tefek yaralanmalara ve bacakta kırığa rağmen önemli ölçüde sağlamdı. Manyetik şualamayı yapanlar bunu fark ettiler. Sağ bırakılamazdı. Ancak kabaca ya da silahla öldürülemezdi. Onun için akla çarpmayı getirecek şekilde dövüldü. Ya öldü sanıldı ya da nasıl olsa artık donarak ölür denilerek bırakıldı.
4) Vücudu helikopterden uzak bir yere sürüklendi. Böylelikle sağken kurtulmaya çalıştığı izlenimi verilecekti. Oysa bir kazazede –hemde telefonla yardım isteyen bir kazazede- için en mantıklı seçenek kazanın olduğu yerde beklemek ve kendini mümkün olduğunca korumaya almaktır. Çünkü çevrede sığınacak hiçbir yer olmadığından bulunmanız için en mümkün yer kaza mahallidir. Tam tersine kaza merkezinden uzaklaşmamanız gerekir.
5) Her nedense –ilgisi olmasa da- Susurluk’unda aslında bir “kaza olmadığı” ve halen sağ olan Abdullah Çatlı’nın da arkadan gelen bir “ekip”çe dövülerek öldürüldüğü iddialarını birden hatırladım!

Evet, bunlar ileri sürülen bulgular ışığında benim varsayımlarım. “Kesindir” diyemem. Ancak şu ana kadar gerek “kaza”nın(!) oluş biçimi gerekse de Güneş’in başına gelenlerin neler olabileceğine dair kendi içinde ayrı bir “mantık” taşıyor. Sorulmaya değer. Reddedip, benimsemeden önce üzerinde düşünmenizde yarar var.

Bu arada Hilal Cebeci’nin “pampişleri” üzerine saatler ve sayfalar dolusu “konuşan” medyada bu olay ve meslektaşlarının ölümü üzerine doğru düzgün tek satır ve tek soru yok. Ve her nedense hükümet böyle bir olay “yokmuş gibi” davranırken cumhurbaşkanlığı ise sıkı çalışıyor. İlginç!..