Gazeteci adaylara naçizane tavsiyemdir!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar adaylık sürecinde gazetecilerin siyasete olan “yoğun ilgisi”ni mercek altına aldı. Akar, duruma ilişkin değerlendirmesini ve meslektaşlara tavsiyelerini şöyle aktardı. İşte o yazı…
Önce “ilkesel” düzeyde şu noktayı vurgulayarak başlayalım yazıya;
isteyen herkes seçimlerde aday olabilir ve siyasete atılabilir.
Kimseye “Senin siyasette ne işin var kardeşim?..” diyemezsin.
Doktor, mühendis, hukukçu, bankacı, yüksek bürokrat, öğretim
görevlisi, vb gibi. “görece seçkin” mesleklerin yanı sıra ayakkabı
boyacısı, oto kaportacısı, simitçi, sinema yer göstericisi, boya
badana ustası, işportacı, vb de olabilir. (Hoş ben hatırlamıyorum
ama en azından kâğıt üzerinde geçerli.) Beğenelim beğenmeyelim
demokrasinin “nimetleri” böyle!
Dolayısıyla gazeteciler de olabilir. Bunda fazla şaşıracak bir şey
yok. Lakin gerek aday adaylığı süreçlerine, gerekse eleğin üzerinde
kalanlara bakılırsa bu kadar “yoğun ilgi” olması en azından
“mesleğin sosyolojisi” açısından merak uyandırıyor. (Yoksa her
dönem “gazeteci adaylar” hep vardı. Ancak bu kadar “yığınsal”
değildi.) Ne diyelim meslektaşlarımıza hayırlı, uğurlu olsun!
Nitekim daha şimdiden bu durumu sorgulayan birkaç yazıya rastladım.
Sonuçta bende kendi cephemden meseleyi ele almaya karar verdim.
Elbette konuya bir çok açıdan yaklaşılabilir ama esas olarak biri
“negatif” biri de “pozitif” olmak üzere iki ana kulvar var.
Birinci açıdan bakıldığında “anormal” karşılanabilir. Bilhassa
siyasetin daha ziyade kirlenme, yalan, dolan yanlarını gördüğümüzde
“ne işi var gazetecilerin” denebilir. (O zaman meslekteki herkesin
“tümüyle temiz” olduğunu yahut “illâ ki kirlenecekler” ini nasıl
söyleyebiliriz?) Fakat ne gazetecilik “İlahi” bir misyon ne de
gazeteciler “havari”ler gibi ulvi kişilerdir!
İkinci açıdan bakıldığında tam tersine “sevindirici” bile
sayılabilir. “Ne güzel iste meslektaşlarımız parlamentoda bizi
temsil edecekler” de denebilir. (Doğal olarak öyle ama oraya
“gazetecileri temsil edelim” diye gitmedikleri de aşikâr!) Dahası
entelektüellerin zaten uzak ve soğuk durduğu bu alana
yarı-entelektüel bir faaliyet sayılabilecek gazetecilikten “adam
devşirilmesi” de belki hoş karşılanabilir. “Kalite sıçraması olur”
diyenler bile çıkabilir.
Aday gazeteciler açısından ise olaya “elini taşın altına koyma”
misyonu veya “alem buysa kral benim” motivasyonuyla yaklaşanlar da
olabilir. Sanıldığının aksine gazetecilik –istisnalar olmakla
birlikte- çok paralı veya geleceği garantide bir meslek değildir.
Dolayısıyla “milletvekilliğine kapağı atıp” cukkayı ve geleceği
sağlama almak niyetinde olanlar da çıkabilir bir “idealin
bayraktarlığı” nı yapmak isteyeni de. Artık herkesin çapına ve
meşrebine göre diyelim!
Lakin peşinen uyarayım; siyaset yoluyla daha çok “itibar”
kazanacaklarını zanneden “itibar açları” varsa (Daha “ünlü”
olabilirler o başka!) çok aldanırlar. Hatta var olduğu kadarını
bile kaybedebilirler. Siyaset gibi hadi “en itibarsız” demeyeyim
ama hızla irtifa yitirmeye müsait bir arazide itibar arayan ya da
daha “büyük adam” olacaklarını zannedenlerin ise vay haline!
Öte yandan gazetecilik bir yanıyla aslında her zaman politik bir
meslekti. Politikayla “içli dışlı”lık bir yana, gazetecilerin bir
siyasi görüş ya da “duruş”ları oldu hep. Ancak bu hiçbir zaman
limitleri zorlamadı. Oysa son dönemlerde aşırı politikleşti ve
gazeteciler de iktidarın veya muhalefetin “yandaşı” olma arayışı
çok öne çıkmaya başladı. Siyaset kurumuyla bu kadar “entegrasyon”
ve peşi sıra doğan “fırsatçı” yaklaşım da bu kadar gelişmemişti.
Nitekim bunu bir tür “ödüllendirme” olarak görenlerde var. Ancak
herkesi böyle yaftalayamam …
Zaten gazetecileri “nefer”e bir” savaşçı”ya çeviren, bir
“propagandist”e, partilerin “basın bürosu elemanları”na dönüştüren
bir süreçten geçtik ve maalesef halen geçiyoruz. Şimdi bunun daha
bir “resmiyet” veya “normallik” kazanması fazla şaşırtıcı olmaz.
Yine de politikayla gazetecilik arasındaki geçişlerin bu derece
artması başlı başına bir soru işareti. “Bu ne sevgi ah, bu ne
ihtiras” da denebilir!
Tabii “Bırak bunları sen ne düşünüyorsun kardeşim?” diye soranlar
da çıkabilir. Ben bir “üçüncü yol” ya da ara ton peşindeyim.
Gazetecilerin ne siyasete aday olmasına bir “felâket” ne de “aman
ne şahane oldu” duygusuyla bakıyorum. Her ikisinin de siyasete ve
gazetecilere getireceği-götüreceği şeyler var. Bunları dengeleyen,
duruşuyla kaynaştırıp pekiştiren herkes için iyi olabilir. Egosuna
yeni tatmin alanları yaratmaya çalışan varsa o başka. Ötesi seni,
beni aşar!
Yanı sıra siyasetin fazlasıyla çığırından çıktığı bu ülkede ise
kimler ne kadar “ağırlığını” koyarsa koysun esas “mekanizma”nın
fazla değişmeyeceğini düşünenlerdenim. O yüzden -bizimkisi dahil-
şu veya bu meslekten de fazla bir beklentim yok. Kimsenin “aman ne
müthiş işler başaracağım” diye kendisini ve beni gaza getirmeye
çalışmadığı sürece problem de yok!
Siyasette “başarılı” olurlar mı bilemem? Kaldı ki onlar için
başarının kriteri ne olacak? Bakan olmaları mı, mecliste müthiş
kurul konuşmaları yapmaları mı, rakiplerini mahvetmeleri mi, parti
başkanlığına (Dolayısıyla başbakanlığa yahut ileride başkanlığa!)
oynamaları mı, mühim yasalar geçirtmeleri mi, vb?) Tam bu noktada
yapabileceğim tek naçizane tavsiye; her ne yaparlarsa yapsınlar
fazla abartmasınlar (“Olaya el koydum şimdi ülke cillop gibi
olacak” ya da “memleketi anca ben kurtarırım” türünden!) ve o
harala gürele içinde “Gazeteci kökleri”ni unutmaya kalkmasınlar.
Ego köpürtmelere hiç gerek yok!
Bilemiyorum daha başka neler söylenebilir. Fakat galiba yükselen
bir “trend” ile karşı karşıyayız. Bu derece “yığılma”nın “sağlıklı”
mı “sağlıksız” mı olduğunu ise biraz da süreç gösterecek galiba.
Neyse, sonuçta –olayın bütün ihtimallere açık olduğunu bilerek- her
şeye rağmen değerli meslektaşlarımıza siyasette başarılar
diliyorum…
09.04.2015.
[email protected]