FilmLoverss 2019’un en iyi filmlerini seçti - Sayfa 14

7. The Lighthouse

1890’lı yıllarda geçen filmin bu anlamda da Melville, Robert Louis Stevenson romanlarından çıkmış gibi görünen karakterlere sahip olduğunu, denizcilik efsanelerinden, gemicilerden ve okyanus kıyısındaki kasabalarda yaşayan karakterlerden esinlendiğini gizlemeyen yönetmen Eggers, Thomas ve Ephraim’i bu romanlarda görmeye alıştığımız, deliliğin sınırında dolaşan karakterlerden damıtıyor. The Lighthouse, fallik bir obje olan deniz fenerinin içine hapsolmuş iki erkeğin, erkeklikleri üzerinden etrafa irin saçarak yaşadığı iktidar mücadelesine odaklanırken bir yandan da doğaötesi olanın varlığına hem karakterlerini hem izleyiciyi ikna etmekle, halusinastif olana ikna etmek arasında gidip geliyor, bir yerden sonra da bu sınırı tümden kaldırıyor.


1420
FilmLoverss 2019’un en iyi filmlerini seçti - Sayfa 15

6. Ve Sonra Dans Ettik – And Then We Danced

Levan Akin, Ve Sonra Dans Ettik’te ana kahramanı Merab’ı son derece muhafazakâr bir çevrede çıkarıyor önce karşımıza. Folklor topluluğunun içindeki erkekler, hocaları, ulusal topluluğun başındaki usta dansçılar, eskiler… Tamamı muhafazakâr bir yapının parçaları konumundalar ve dansın da ulusal onuru, gururu temsil ettiği inancına sahip, milliyetçi görüşün hâkimiyeti altındalar. Bu noktada film, Merab ve Irakli arasındaki ilişkiyi böylesi bir ortamda sessiz sedasız filizlenen bir aşk olarak betimlerken, dramatik yapıda da matematiğin fazlasıyla doğru kurulduğu bir nevi imkânsız aşk hikâyesine doğru evrimleştiriyor. Bir noktadan sonra ciğerleri söndüren bir vaziyete doğru giden Merab-Irakli aşkıyla olsun, ister istemez politik bir zemine oturan muhafazakârlık ve milliyetçilik eleştirisiyle olsun şekerli şuruplu dans filmlerinden ayrılıyor.

1520
FilmLoverss 2019’un en iyi filmlerini seçti - Sayfa 16

5. Acı ve Zafer – Dolor y gloria

Yönetmenlerin kişisel hikâyelerinden yola çıkarak çektikleri sayısız başyapıt var sinema tarihinde. Acı ve Zafer, bu minvaldeki yapımlar arasında dahi özel bir konuma oturacak kadar özgün ve dürüst bir film. İçerdiği karamsar olmayan burukluk ve hüzün de kökenini bu dürüstlükten ve cesurca kendiyle yüzleşmekten alıyor. Kendisini ve zamanın üzerindeki etkilerini aynayalayan bir karakteri, eserlerinde yarattığı renklerin, tutku dolu dokunuşların, hayatın müziğinin hüküm sürdüğü, kurallarını kendi koyduğu dünyasına yerleştiren Almodóvar, sinemanın yani en iyi yaptığı şeyin yardımıyla iyileşiyor, geçmişin acılarıyla yüzleşiyor ve zaferi de yine burada buluyor. Ve bu sefer belki de sadece sinema perdesinde, sinemayı Almodóvar sevenlerin elde edebileceği bir zafer.

1620
FilmLoverss 2019’un en iyi filmlerini seçti - Sayfa 17

4. The Irishman

The Irishman, yüzeyde bir mafya hikâyesi üzerinden, düzenbazlığın ve sahtekârlığın kol kola yürüdüğü bir sistemin nasıl meşru ve yasal yollarla sürdürülebileceğini, yasaya takıldığı zaman da bunun o kadar da mühim bir değişiklik yaratmadığını gösterirken, yüzeyin altında derin katmanlar hâlinde savaş, sınıf bilinci, aile, hukuk sistemi ve sosyal statülere dair vurucu bir anlatı sunuyor. Daha önce birçok Scorsese eserinde tanıklık ettiğimiz gibi şimdi de The Irishman’de gördüğümüz karmaşık ve suça ya da şiddete yatkın karakterlerin nereden beslendiğini yargıdan ve güzellemeden bağımsız, sinematik bir unsur hâline getirebilmesi, Scorsese’nin ustalıkla yaptığı şeylerden yalnızca biri. Yönetmenin siyahlardan ve kadınlardan uzak İtalyan Amerikalı sineması artık günümüz sinema tartışmalarında eksik ve sorunlu olarak değerlendirilebilecek olsa da bu dünyadan bir Martin Scorsese’nin geçiyor olmasına şahit olduğumuz için kendimizi hâlâ şanslı sayabiliriz.


1720