FETHULLAH GÜLEN'İN KAPININ ÖNÜNDE OTURUP BEKLEDİĞİ GAZETECİ KİM?...
O gazeteci, Haberturk.com Genel Yayın Yönetmeni Gülin Yıldırımkaya'ya konuştu
SANIRIM BENİ YILMAZ ÖZDİL İSTEMEDİ
Gülin Yıldırımkaya: Uğur Dündar'ın gelişiyle Star TV Ankara Temsilciliği görevinde pasife alındığınız konuşuluyordu. Yine de epey süre devam ettiniz. Ahmedinejad gibi önemli röportajlarınızı da izledik Star'da, pek de pasif gibi değildiniz. Ne oldu da istifa ettiniz, Uğur Dündar'ın sizi istememesi miydi sorun yoksa Referans'taki yazılarınızı da bırakmanız sorunun sadece Dündar ile değil Doğan Grubu ile olduğunu mu gösteriyor?
Nuray Başaran: Uğur Dündar kendi ekibiyle çalışmak istedi. Aslında Uğur Dündar mı, Yılmaz Özdil mi, onu da bilmiyorum. Sanırım Yılmaz Özdil beni istemedi. Ben 10 yıl önce Ankara'ya Star Gazetesi'nin kuruluşunda gelmiştim İzmir'den. Orada çok kısa süre, 7 ay çalıştım. Çünkü Fatih Çekirge o dönemde Star Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni'ydi ve beni de o İzmir'den getirmişti ve söz verdiği halde yazı yazdırmamıştı. Biliyorsunuz, Star Gazetesi ilk çıktığında, siyasi haber içerikleri ağır bir gazete değildi. Eee ben de siyasi haberler yazıyorum. Bu nedenle hem Ankara'dan haber sokmak, hem de ertesi gün yazdığınız haberi tanımak zordu. Bu nedenle köşe yazmak istemiştim. Fatih Çekirge söz verdiği halde yapmayınca, istifa ettim ve Akşam Gazetesi'ne geçtim. Geçerken tek şartım, köşe yazmaktı. O dönemde Yılmaz Özdil de Fatih'in en yakınındaki kişiydi. Sanırım hala öyle. Bana o günlerden bir kızgınlığı vardı sanıyorum Yılmaz'ın. Benimle ondan çalışmak istememiş olabilir. Neyse bunlar önemli değil. Ben hem Yılmaz ile, hem de Fatih ile uzun yıllar İzmir'de Yeni Asır'da beraber çalıştım. Hepimiz birbirimizin yeteneklerini iyi biliriz...
Medyada maalesef klikler ve ekipler var. Bazen yetenekler ve bilgi birikimi ne yazık ki, tercih sebebi olmayabiliyor. Ben aslında o günlerde onların tercihlerine de saygı duydum. Çünkü bir tarafta , "Ben Star'ın yeni temsilcisiyim" diye ortada dolaşan ve her yere faks çekip bunu duyuran bir Murat Çelik var. Bir yandan da resmi olarak hala ben koltuğumda oturuyorum. Çok komikti.
AYDIN DOĞAN `GİTME´ DEDİ, YALÇINDAĞ İSTİFAMI UZUN SÜRE KABUL ETMEDİ, YİNE DE DOĞAN GRUBU´NDAN AYRILDIM
O süreçte de istifa etmek istediğinizi ama bizzat Aydın Doğan'ın durdurduğunu duymuştum. Öyle mi oldu gerçekten?
Aynı gün istifa etmek istedim ama Aydın Doğan Bey engel oldu. "Bizim temsilcimiz sensin" dedi. Beklememi söyledi... Ben de yeterince bekledim. Beklerken de, sadece Ahmedinejad değil, AK Parti'ye kapatma davası açıldığında, (daha ilk hafta biliyorsunuz) davayı açan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ile de görüştüm. O günler kritik günlerdi. Sonra Ergenekon davasının daha ilk dalgalarında kızımla Amerika'daydım, Fettullah Gülen'le görüştüm ve izlenimlerimi yazdım. Bunların tümü Referans Gazetesi'nde yayınlandı.
Medyada hep kötü anlar söylenir ve dedikodusu yapılır, ben iyi birşey söylemek istiyorum o da Referans Gazetesi'nin başta Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can olmak üzere, bütün yazı işleri kadrosuyla inanılmaz uyumlu çalıştık. Ekonomi Gazetesi olmasına rağmen benim haberlerimin hep hakkını verdiler. Ama günün sonunda Referansı da, Star'ı da birlikte bıraktım. Çünkü mesleğimi hakkıyla yapamamak, Star TV'ye yeni ekip geldikten sonra beni yordu. Aslında imkan verilse nasıl olurdu bilmiyorum, şöyle geriye dönüp baktığımda habercilik anlayışlarımızın da farklı olduğunu düşünüyorum mevcut ekiple. Ne bileyim mesela onlar hep, " AK Parti kapatılacak" dediler, ben Referans'ta daha ilk günden aksini yazdım. Herhalde beni Star TV ekranına Ankara Temsilcisi olarak çıkarıp görüş sorsalardı, orada da aynı öngörümü çok rahat söylerdim. Belki de bu nedenle çatışırdık. Kimbilir?...
Baktım aradan neredeyse bir yıl geçti işimi hakkıyla yapma imkanı hala yok, ayrılma kararı aldım. Aydın Doğan Bey yine "Gitme" dedi. Mehmet Ali Yalçındağ uzun süre istifamı kabul etmedi. Bunlar belki hoş şeyler ama mesleki anlamda çok hoş günler geçirmediğim bir yerde daha fazla kalmaya da gerek yoktu.
TUNCAY ÖZKAN ERSÖZ´E "BU KADINI ATTIRAMAZSAK ÇUKUROVA GRUBUNU KULLANAMAYIZ" DEDİ
Bir aydır çalışmıyorsunuz ama yine gündemdesiniz. Adınız Ergenekon'dan tutuklu Jandarma İstihbarat Başkanı Levent Ersöz'ün ifadesinde geçti. Faruk Demir adlı birini kendisiyle tanıştırdığınızı ve o kişiden darbe planı sunumu aldığını söylüyor. Bu konuda kısa açıklamalarınız oldu, beni takip ettirdi Ersöz dediniz ama derli toplu baştan konuşalım istiyorum. Siz nereden tanıyorsunuz Levent Ersöz'ü, birkaç kez ziyaret ettiğinizi de söylüyor, ne için görüşmüştünüz kendisiyle?
Aslında bunu ATV'de Ana Haber'de yaklaşık 20 dakika canlı yayında anlattım. Yazılı röportajı da tercih etmedim. Çünkü insanlar ben konuşurken gözlerime baksın istedim. Bir yandan da yine de bunların gündeme gelmesini istemezdim. Çünkü yaklaşık 5-6 yıl susmuşum. Susma nedenim, haklıyım ama belki bir kurumu yıpratmamak adınaydı. TSK benim için önemli ve kim tarafından olursa olsun yıpratılmaması gereken bir kurum. İçinde yanlış yapanlar olabilir ama bunlar zaman içinde zaten ortaya çıkar ve ayıklanır. Nitekim bu oluyor da zaten... Belki biraz da endişe... Zaten o dönemin yetkililerine de herşeyi söylemişim. Ne zaman ki Levent Ersöz'ün evinde izlenme kayıtlarım ve kendisiyle görüşme sırasında beni kaydettirdiği CD'lerin kayıtları bir dergide yayınlanınca, aslında hiç de hatırlamak istemediğim o günleri yeniden hatırladım. Yine sustum, çünkü ihtiyaç duyarsa mahkeme çağırır orada konuşurum diye düşünmüştüm. Ama Ersöz ifadesinde neredeyse Ergenekon'un bir parçasıymışım anlamına da gelen muğlak bir ifade ile benden söz edince suskunluğumu bozdum.
Ersöz ile tanışmam ATV'de anlattığım gibidir. Bir sabah farkettim ki, iki kişi tarafından takip ediliyorum. Hem de yakın takip. Ben nereye gitsem, onlar da geliyor. 'Allah Allah' dedim. O günlerde de yoğun çalışıyorum, bir yandan Pamukbank'a el konmuş herkes Çukurova'nın ve Mehmet Emin Karamehmet'in bittiğini söylüyor. Biz ise bir yandan gazete yapıyoruz, bir yandan da savaş alanı olmuş grupta, cephede savaşanlar için ne yapabiliriz ona bakıyoruz. Şunu belirteyim; ben o dönemde cephede savaşmaya gönüllü oldum. Grup bir savaş veriyordu. Ve o gün o savaş kazanılmasaydı, bugün Çukurova'nın hala var olan medyası olmayacaktı. Oradan kazandığım para ile çocuğuma bakıyordum... Neyse konuyu dağıtmayalım. Bir kaç gün sonra farkettim ki; o zaman 13 yaşında olan kızım da takip ediliyor. O zaman küçük, daha ortaokul öğrencisi. Kızım söz konusu olunca endişelendim, araştırmaya başladım. Bizi , kim neden takip etsin ki? Bir çok yetkili kişi ile görüştüm. Zor oldu ama Jandarma İstihbaratı tarafından izlendiğimizi öğrendim. Benim muhabirlikten kalma şöyle bir yanım var, bir şeyi kafaya koydum mu, sonuna kadar giderim. Çözene kadar, aradığımı bulana kadar... Yine öyle yaptım. O dönem Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Levent Ersöz, bir çok üst düzey komutan tanıyorum ama Ersöz'ü hiç duymadım ve hiç tanışmadık. Doğrusu bizi niye izlesin onu da anlayamadım. Jandarma'nın görevlerini düşününce bu daha da anlamsızdı... Hala anlam vermiş de değilim. Sonra kendisinden onu tanıyan biri vasıtasıyla randevu aldım. Gidip soracaktım, "Ben ve 13 yaşımdaki kızım ne yaptık?" Ve gittim, sordum. Beni odasında birlikte çalıştığı bir kişi ile kabul etti. Adını şu an hatırlayamıyorum. Galiba hemen söze başladım. "Paşam beni takip ettiriyormuşsunuz, ben teslim olmaya geldim. Buna gerek yok. Bakın ben geldim işte, neyi merak ediyorsanız bana yüzüme sorun. Ben cevaplamaya hazırım. İsterseniz gelip hergün "tekmil" vereyim, bundan da kaçınmam ama takip edilmem, hele kızımın takibi beni endişelendiriyor" dedim. Sonra bana neden AK Parti'yi desteklediğimi sordu? Bu doğru değildi. Ben mümkün olduğunca "objektif gazetecilik" yapıyordum. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'la gittiğim seçim gezisini hatırlattı. Bu doğruydu. Kendisine de söyledim. O dönem bir gazetenin Ankara Temsilcisi olarak, bütün parti liderleri ile birer geziye gitmiştim. Tayyip Erdoğan ile de gitmiştim. Sanırım Gaziantep ve Osmaniye'yi kapsayan bir geziydi. Erdoğan yasaklıydı ve benim o meşhur, "Meydanların Başbakanı Tayyip Erdoğan" yazımı yazdığım geziydi. Kendisine gazetecinin görmek istediği değil, gördüğü resmi anlatmakla sorumlu olduğunu ve o gün, o mitingte Tayyip Erdoğan yasaklı bile olsa, meydanların ve halkın gönlünün başbakanı olduğunun fotoğrafını gördüğümü söyledim. Ve elbette de izlenim yazım da böyle oldu dedim.
Türkiye zor günlerden geçiyordu. Erdoğan hem partisini iktidara taşımıştı, hem de yasakları kalkmış ve başbakan olmuştu. Bunun kabulu bazı çevrelerce zordu. Bunu kabul edenler de, onlara göre iyi vatandaş değildi.
Levent Ersöz'le bir kaç kez daha görüştük. Zaten bütün görüşmelerimizi de kaydettiği için çekinecek bir durumum da yok. Sonradan öğrendim ki Ersöz'e o günlerde Çukurova Grubu'ndan ayrılan Tuncay Özkan, "Bu kadını buradan attırmazsak Çukurova Medyası'nı kullanamayız. AKP'ye çalışıyor, irticacı" demiş. Levent Ersöz'e bunu da sordum ve kendisine, "Bakın Paşam benden herşey olur ama bir tek irticacı olmaz" dedim. İzmir'den geldiğimi, Karşıyakalı olduğumu, ailemin sosyal-demokrat olduğunu, isterlerse zaten bunları çok kolay ögrenebileceklerini söyledim. Kayıtları yayınlandığı için söylemem şart diye düşünüyorum (yoksa sevmesem bile zor durumda olan birinin aleyhine konuşmam. Buna yetişme tarzım uygun değil) Bana Tuncay Özkan'ın Çukurova Grubu'ndan benim ve hükümetin talebi nedeniyle ayrılıp ayrılmadığını sordu. Ben kendisine Tuncay ile hiç anlaşamadığımız doğru ama hükümetin böyle bir talebi yok dedim. Devam ettim, "Paşam bütün gazetecilerin ayrılışlarını takip ediyor musunuz? Bir çok gazeteci oradan oraya geçiyor, işten ayrılıyor" deyince, "O Atatürkçü, bu vatan için mücadele ediyor" dedi. Dayanamadım, "Paşam hepimiz bu ülkeyi seviyoruz ve Atatürkçüyüz." dedim. Sonra da Özkan'ın yanlış adam olduğunu söyledim. Hatta ileri gittim, "İyi tanıyor musunuz? Araştırdınız mı onu da? Araştırırsanız bu kadar belki savunmazsınız" dedim. Ardından Tuncay'ın yeniden gruba alınmasının mümkün olup olmadığını sorunca, "Bu konu beni aşar. Patron karar verir" deyip devam ettim:
"Ben zor görüyorum, bildiğim kadarıyla Tuncay'la ilgili bazı sıkıntılar var. Mesela Kanal D'den bize geçtiğinde oranın arşivini alıp Show TV'ye 500 bin dolara sattığını filan duymuştum. Paşam, kimi savunduğunuzu bilmiyorsunuz" diye ısrarcı oldum...
Neden gönderilmişti Tuncay Özkan? "Bazı sıkıntılar" dediğiniz neydi?
Doğrusu yukarıda söylediğim gibi birkaç neden biliyordum. Ama siyasi otorite nedeniyle değildi, kesinlikle... Bana göre Tuncay'ın o kadar çok yanlışı vardı ki...
BENİ TAKİP ETTİREN ERSÖZ´E DURUMUN VEHAMETİNİ BİRAZ MÜSTEHCEN BİR FIKRAYLA ANLATTIM
"Sen de irticacı oldun, ne biçim yazı bu" diye arayan Paşa kim? Erkan Mumcu-Karadayı iddiası da varken ortada, bu ismi açıklamanız çok önemli, sizi arayan Kıvrıkoğlu veya Kılınç Paşa mıydı?
Her ikisi de değil. İzin verirseniz bunu açıklamak istemiyorum.
AKP lehinde bir yazı yazıyorsunuz, sonra bir komutan bizzat arayıp tepki gösteriyor, takip edilmeye başlıyorsunuz ve Levent Ersöz'le görüşüp niye takip ettirildiğinizi soruyorsunuz. Takip olayı ne zaman sona erdi? Bu görüşmeden sonra askeri cenahla aranız düzeldi mi yoksa sorunlu mu kaldı ilişkileriniz?
Yakın takip ikinci görüşmeden sonra kesildi. Ama o sırada telefonumu da mahkeme kararıyla dinlemeye almışlardı. Onun dökümanları da Ersöz'ün evindeki aramada çıktığı için rahat söylüyorum. Sanırım beni resmi olarak 6 ay dinlemişler. İlginç olan mahkemeye sundukları gerekçe. Diyor ki, "Sivas'ta karıştığı bir olay nedeniyle." Biliyor musunuz ben o güne kadar hiç Sivas'a gitmemiştim. İnanılır gibi değildi. Koskoca Jandarma İstihbaratı mahkemeye böyle bir gerekçe sunuyor ve o mahkeme de araştırmadan dinleme kararı alabiliyor. Bunu hem gazeteci, hem de vatandaş olarak hala anlamakta zorlanıyorum...
Doğrusu bu görüşmeden sonra askeri cenahla aramın nasıl olduğunu hiç düşünmedim. Önemli bir sorunum yoktu, Ersöz dışında. Çok iyi görüştüğüm üst düzey komutanlar vardı. Onlarla her zaman ki gibi gazeteci olarak görüşmeye devam ettim. Ama ara ara bir kaç kez Ersöz Paşa'ya gittim. Artık bu kötü durumu "gırgıra almayı" öğrenmiştim. Ersöz'e durumun vehametini anlatan fıkra bile anlatmıştım...
Öyle mi, neydi o fıkra bize de anlatır mısınız?
Sanırım üçüncü görüşmeydi. Zaten sonra bir kere daha görüştüm. Sanırım dördü geçmedi görüşmemiz. Yalnız fıkranın biraz müstehcen yanı da var. Nasıl yazılabilir bilmiyorum. Ormanda canı sıkılan aslan ile eşeğin hikayesi diyelim...Zaten bilinen bir fıkra...Merak edenler kolay bulabilir.
Tüm bunları patronunuza anlattınız mı, kurumsal tavır ne yönde oldu yaşadıklarınıza?
Elbette anlattım. O günler, grubun sıkıntılı günleriydi ve biz Mehmet Bey ile yakın çalışıyorduk. Grubun durumu çok iç açıcı değildi, daha önce de dediğim gibi "Kurtuluş Savaşı" veriyorduk. Ve ben kendimce zaten kendime tedbir almıştım. Kendisinden bir talebim olmadı. Zor günlerdi...
KARAMEHMET GRUBU´NDAN SERDAR TURGUT´UN BANA RAĞMEN MANŞET YAPTIĞI YALAN HABER YÜZÜNDEN AYRILDIM
Siz neden ayrıldınız Karamehmet Grubu'ndan? Karamehmet ile yakın çalıştığınız hatta karakutusu olduğunuz söyleniyordu.
Bana rağmen yapılan bir yalan haber bir yüzünden...
Neydi o haber?
Serdar Turgut, benim doğru olmadığını söylememe rağmen Şener'in Saadet Partisi'nin başına geçeceğini manşete taşımıştı. Üstelik de , "Ankara bunu konuşuyor" üst başlığıyla... Kendilerini haberin doğru olmadığı noktasında uyarmama rağmen, gazetede manşette haberi görünce gözlerime inanamadım. Haber bana rağmen yapılmıştı ve üstelik yalandı. Abdüllatif Şener hala daha Saadet Partisi'ne geçmediğine göre küllliyen yalan yani? Ertesi gün de haliyle yalan haberin tüm tepkileri bana geldi. Mehmet Bey'i aradım, "haberi ben mi yazdım" dedi. Zaten ilgilenmezdi gazeteyle. En azından o manşeti atanın Şener ile görüşmesi gerekiyordu ama Serdar Turgut'a birşey söylemek zordu. Beyin kanaması geçirdiği için ben de birşey söylersem, hastalığı ile ilgili problem olur diye söylemedim. Abdüllatif Şener, Meclis'te bütün gazetecilerin ortasında bana, "İşte yalan haberi yazan arkadaşınız" dedikten sonra bunu kabullenmek çok zordu. Yazıişlerinde kimse, patron dahil bunu benim yaptırmadığımı kimseye söylemiyordu. 20 yıl gazetecilik yapmıştım, hiç böyle suçlanmamıştım. Bu bir gazeteci için çok ağırdı. En azından benim için. Daha ofise gitmeden sekreterime telefonla istifamı yazdırıp gönderdim. Ben de doğru eve gittim. Gidiş o gidiş... Şener'in böyle bir haberin Ankara temsilcisine rağmen yapılabileceğini aklı almıyordu. Benim açımdan geriye sadece istifa etmek kaldı. Zaten grupta epey kendini toparlamış, TMSF ile tüm anlaşmalar yapılmıştı. Sizin anlayacağınız tam artık zor günler bitmişti ki, ben gitmek zorunda kaldım...
Şimdi teklif gelse sıcak bakar mısınız Akşam'a dönmeye?
Teklif almadım. Olmayan birşey üzerine konuşmak da doğru olmaz. Ama Akşam'dan ayrıldıktan sonra çok acılar yaşadım. O günlerde rahatsızdım, bazı tetkikler yaptırıyordum. İstifadan bir gün sonra, Ankara'da bir özel hastane bana kanser teşhisi koydu... 15 gün kanser olduğumu zannederek yaşadım. Sonra başka bir teşhis kondu, tedavi oldum, iyileştim. Yaklaşık 6 ay sonra da Doğan Grubunda işe başladım. Çok zor günlerdi...Zaten o günlerimi yazıyorum....Kitap olarak yayınlayacağım. Ankara'da yaşadığım son 10 yıl birbirinden ilginç anektodlarla dolu ve eminim bir çok konunun aydınlanmasına yardımcı olacak nitelikte...
Sabah'tan Ankara Temsilciliği için teklif aldınız mı? Ahmet Çalık'la aranız nasıl?
Ahmet Çalık'la tanışırım. Ama tanışıklığımız medya patronu olmadan önceye dayanır. Kendisine medyaya girmesini, hatta Sabah-ATV'yi almasını da tavsiye etmişimdir. Zaman zaman görüşürüz. O kadar. Ayrıca daha medyaya nasıl ve ne pozisyonda dönmem gerektiğine karar vermedim.
FETHULLAH GÜLEN BENİ EVİNİN KAPISINDA TABUREDE OTURUP BEKLEDİ
Fethullah Gülen ile ilişkinizin iyi olduğunu biliyoruz. Ne sıklıkta görüşürsünüz? İlginç bir anektod var mı Gülen ile ilgili anlatabileceğiniz? Ve merak ediyorum, Zaman'dan teklif aldınız mı?
Zaman'dan da teklif almadım. Gülen beni çok şaşırttı. Bunu yazdım da, randevusuz gitmiştim. Beni hemen kabul etti. Beni evinin giriş kapısında dışarıda biraz da rahatsız olduğu için, kapıda taburede oturup beklemişti. Misafire olan saygısı, sohbetimiz sırasında dünyayı okuması, sorduğum herşeye samimiyetle cevap vermesi beni çok şaşırttı. Bence bir an önce Türkiye'ye dönebilmesi sağlanmalı. Türkiye'nin içinden geçtiği şartları değerlendirince, ülkenin en önemli ihtiyacının büyük bir toplumsal barış olduğu kesin.
GÜLEN DÖNERSE İZMİR´DE YAŞAMAK İSTİYOR
Yasal bir engel de kalmadı dönmesi için, istiyor değil mi Türkiye'ye dönmek?
En azından benim ediniğim izlenim dönmek istediği yönünde. Yine sohbetimizde, dönerse nerede yaşamak istediğini sormuştum ve demişki ki, 'benim için yurdumun bütün her yeri aynı. Hemen hemen her ilinde bulundum. Hepsinin ayrı hikayesi ve anısı var ama İzmir'in yeri bir başka' demişti. Yıllar sonra Nazım Hikmet'e iade-i itibar yapan bir Türkiye var artık. Dediğiniz gibi yasal bir engeli de yok.
AHMET ALTAN´LA DÜELLOYA VARIM, BENİMLE İLGİLİ İDDİALARINI İSPAT ETSİN
Ahmet Altan Karamehmet'e yönelik çok ciddi iddialar kaleme aldı geçtiğimiz hafta. Karamehmet Grubu da sert yanıt verdi yazarları aracılığıyla. Sizinle ilgili bölümünü sormak isterim. Altan, Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi iken gazeteciliğin dışında grubun bazı işlerini de takip ettiğinizi söylüyor. Asker aracılığıyla çözülen grup meseleleri, asker yardımıyla alınan proje izinleri... Bu bağlamda görüşmeler yaptınız mı generallerle, talepleriniz oldu mu?
Ahmet Altan'ın benimle ilgili iddialarını istediği kanalda canlı yayında kendisiyle tartışmaya hazırım. Yeni moda deyimle, isterse bir "düello"ya varım. En kısa zamanda yapalım. Biliyor musunuz, muhabirlikten gelmeyen gazete yöneticileri, bu tür araştırma haberleri ile karşı karşıya kalınca büyük hatalar yapıyorlar. Mesela benimle ilgili yazdığı bölüm... Bir park işi görüştü diyor. Yahu, Parklar Bahçeler Müdürlüğü Jandarmaya mı bağlı? Ya da Jandarmanın parkları var da biz mi yapacağız? Üstelik de o günlerde tek derdimiz, bankaya el konulmuş onun derdinde grubumuz. Çok komik!.. Altan muhabirlikten gelme gazeteci olsaydı, önce bu soruların cevabını arardı diye düşünüyorum. Kendisi çok iyi bir köşe yazarı ve edebiyatçı olabilir ama gazetecilik farklıdır. 15 yıl muhabirlik olmak üzere 25 yıldır bu işi yapan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, en değerli yıllar benim için muhabirlik yıllarımdır. Gazete patronlarına da şunu tavsiye ederim; ömründe bir gün bile muhabir olmamış genel yayın yönetmenleri iyi gazete yapamazlar... Levent Ersöz'ün kayda aldığı CD'lerde bu park hikayesi var. Ona anlattığım hikaye çok komik. Bir iş, bir ihale değil. Bir örnekleme yaparken anlatılan bir park yapma hikayesi... Sayın Altan gelsin hangi televizyonda istiyorsa canlı yayına çıkalım, bunu kanıtlasın. Ben kendisine ve kamuoyuna bu hikayeyi seve seve anlatmaya hazırım. Altan'ın şimdiden söylüyorum ki hem benden, hem de kamuoyundan bu konuda özür borcu var. Hoş artık kimse bu değerlere bakmıyor medyada ama biz değerleri hatırlatmaya devam etmeliyiz bence. Bir gün düzelmesi için!..
Nedir peki park olayı? Dediğiniz gibi Parklar Bahçeler Müdürlüğü Jandarma'ya mı bağlı, siz neden bunu konuştunuz Ersöz'le?
Aslında çok rahat anlatırım ama isterseniz O'nu düelloyu kabul ederse, Altan'a canlı yayında anlatayım. Zaten kayıtlarda da var. Ama söz o gelmezse, sizinle tekrar konuşuruz ve anlatırım. En azından kamuoyu doğru bilgi alır...Dediğim gibi bunlar zaten Ersöz'ün evinden çıkan CD'lerde kayıt altında.
İddialarını ispatlasın diyorsunuz ama bazı yaşadıklarınız ışığında (takip edilmeniz, sanıklar arasındaki tanıdığınız isimler, bu isimlerden AKP konusunda aldığınız telefonlar vs) nasıl görüyorsunuz Ergenekon davasını?
3 Kasım 2002 Türkiye'de önemli bir siyasi milattır. Bu tür milatlar ülkelerin diğer alanlarını ve alışkanlıklarını da doğrudan etkiler. Türkiye'de bu etkileşimi yaşıyor. Elbette sancılı yaşıyor. Bir ülkenin bir dönemiyle ve geçmişiyle yüzleşmesi normaldir. Kimileri buna "bağırsak temizliği" diyor. Ancak davayı hem sulandıranlar var, hem de usul hataları... Biliyorsunuz dünyanın her yerinde algı hep gerçeğin önünde gider. Bence bu davayı yürütenler işin kriminal yönünü ön palana çıkaracak şekilde ve sadece o bölümüyle ilgili süreci götürürlerse, Türkiye için iyi bir iş yapılmış olur.
ERTUĞRUL ÖZKÖK YORULDU, SİYASETİ SAĞLIKLI OKUYAMIYOR
Kimleri okur kimleri okumazsınız medyadan, başarılı bulduklarınız kimler?
Bir kere bütün gazeteleri ve mümkün olduğunca herkesi okurum. Eskiden Ertuğrul Özkök'ün Türkiye'yi iyi okuduğunu düşünürdüm. Ve günlük takip ederdim. Ama son yıllarda, son 6-7 yıldır Ertuğrul Bey bu konuda yoruldu. Yeni siyaseti yeterince sağlıklı okuyamadığını düşünüyorum. Bir de tabii bir insan, aynı görevde ve koltukta çok uzun süre oturunca, adına "mesleki körleşme" dediğimiz şey oluyor. Bana göre bir makamda 5 yıl bilemedin 8 yıl idealdir.
ERDOĞAN DANS TEKLİFİMİ REDDETMEDİ, `DANS ETMEYİ BİLMEM´ DEDİ
Son sorum meşhur dans olayı. Başbakan Erdoğan'ı dansa kaldırmak istediniz, reddetti ve çok tartışıldı bu. Pişman mısınız? Emine Erdoğan'la aranızın açıldığı söyleniyor bu yüzden, doğru mu?
Sorunuza bir düzeltme ile cevap vermek istiyorum, Başbakan teklifimi reddetmedi. 'Ben dans etmeyi bilmiyorum ki. İnsan bilmediği şeyi yapamaz.' dedi. Yanımda Posta Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi Hakan Çelik vardı. Bak sen Hakan ile dans et' dedi. Yani bir kızgınlık ya da kötü bir ses tonu ve ifadesi yoktu. Bugüne kadar hayatımda pişmanlık duyduğum hiç bir şey olmadı. hayatımın bugüne kadar ki bütünü için söyleyebileceğim şey şudur: yeniden dünyaya gelsem yine aynı yollardan geçerdim.
Sorunuzun Emine hanım bölümüne gelince. Hayır Emine hanım ile aramızın açılması söz konusu değil. AK Parti'ye kızanlar, Emine hanım üzerinden siyaset yapıp, Emine hanımı, Tayyip beyi kıskanan, hırçın, sorunlu bir kadın gibi göstermeye çalışıyorlar. Ben Emine hanım ve Tayyip Bey ile üç gün birlikte seyahat ettim. Emine hanım çok akıllı ve kendine güvenen bir kadın. Bence kendine güvenen ve akıllı kadınların kıskançlığı olmaz. O'nun da yok. Yakıştırıyorlar, kendisini tanısalar böyle düşünmezler. Ayrıca şunu da hatırlatayım ki, Emine hanım ile bugüne kadar tek röportaj yapan gazeteci benim. Kimseyle özel röportaj yapmadı, benden başka... Kendisini de çok akıllı buluyorum.
GÜLİN YILDIRIMKAYA/HABERTÜRK