Fethullah Gülen uyardı! Çok kötü şeyler duyabilirsiniz!
Dershaneler ile ilgili tartışmalar üzerine Fethullah Gülen'in Herkül isimli internet sitesinde ''Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz!'' başlığıyla yeni bir açıklaması yayınlandı.
İŞTE O AÇIKLAMADAN SATIRBAŞLARI:
SIKINTI OLGUNLAŞMANIN EN ÖNEMLİ YOLLARINDAN
Kimden gelirse gelsin sıkıntılar olgunlaşmanın en önemli
yollarındandır. Öyle olmasaydı, Allah en sevdiği ibâdını adeta bir
hamur teknesinde yoğurmaz ve yoğrulmalarına meydan vermezdi.
Tazyikler, ezilmeler, sıkıntılar ve arzumuza göre yaşama
imkânlarından mahrum bırakılmalar karşısında Cenâb-ı Hakk’ın
murâd-ı sübhânîsini arzularımıza tercih etmemiz lazım.
Zât-ı Ulûhiyet’in takdirini memnuniyetle karşılamanın yanında,
Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm)
nübüvvetine ve İslam dinine kanaat etme de çok önemlidir. Fiilî ve
kavlî duadan sonra -netice ne olursa olsun- kader ve kazayı gönül
hoşnutluğuyla karşılama bu kanaatin de gereğidir.
ALLAH AKILLA İNSANLARIN GÖZÜNÜ AÇMIŞ
Esasen, insan aklı, insan mantık ve muhakemesi -bunların hepsini
tek bir şey kabul etmek de mümkündür- nübüvvet ve onun
vaadettiklerini kabullenip, bu feyyaz kaynaktan tam
yararlanabildiği müddetçe, bir yandan kendi alanının serhaddine
ulaşma yoluna girerken, diğer yandan da başkalarını aldatan birer
vasıta durumuna düşmekten kurtulmuş olur/olacaktır. Her şeyden
evvel, böyle davranmada, bütün varlık ve eşyaya hükmeden sonsuz
kudret ve muhit ilme teslim olma gibi bir husus söz konusudur.
İsterseniz siz buna, akıl ve mantık ürünlerini, akılla, mantıkla
elde edilen değişik projeleri ve farklı alanlardaki araştırmaları,
tecrübeleri, yani bütün arzî olanları semavîleştirmek, arazî
olanlarda da cevherin ruhunu aksettirmek için her şeyi vahye test
ettirme de diyebilirsiniz. Aslında aklı yaratan da Allah’tır, ona
vahiy ile derinleşme yolunu gösteren de… Allah, akılla insanların
gözünü açmış, vahiyle de aklın doğru görüp, doğru düşünmesini
sağlayarak, ona daha geniş bir muhakeme alanı hazırlamıştır;
hazırlamış ve o kuşatıcı beyanıyla insanlar üzerinde bağlayıcı
hüccetini ikame etmiştir. Tabir-i diğerle Allah, bütünü birden
kucaklayan vahiy müessesesini, her zaman dağınık ve birbirinden
kopuk bir durum arzeden akıl ve muhakemenin farklı yollarını
birleştirecek ve bunların mukayese ürünlerini de test edebilecek
bir laboratuar haline getirmiştir.
EĞİTİM MÜESSESELERİ PROBLEMLERİ HAL İLE HALLETMENİN ÇABASI
Kitap ve Sünnet endazesinden geçmiş ve İcma’ya muhalefeti
görülmemiş bir şekilde irşad hizmeti ve mefkureyi ikâme gayreti
devamlı olmalıdır. Yurtiçi ve yurtdışındaki eğitim müesseseleri
böyle bir hizmet anlayışının neticesi ve problemleri “hal ile
halletme” çabasının meyvesidir.
CİHAT EDEN KİM
Lügat manası, Allah’ın kelimesini yüceltmek demek olan “i’lâ-yı
kelimetullah”, ıstılahta Allah’ın adını veya İslâm dininin tevhid
akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına gelir.
Bu terim “cihat” kelimesiyle de ifade edilmektedir. Peygamber
Efendimiz, gerçek manada Allah uğrunda cihat edenin kim olduğu
sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştur: “Sadece Allah’ın adı
yüce olsun diye (i’lâ-yı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah
yolundadır.” Allah’a îman ve O’nun nâm-ı celîlîni i’lâ etme gayreti
müminlik şiarıdır. Aslında, Allah’ın adı zatında yücedir, o her
zaman âlîdir. Fakat, “O’nun adını yüceltme” ifadesini kendi
idrakimiz itibariyle, kendi ufkumuzu aydınlatma açısından
kullanıyoruz.. i’lâ-yı kelimetullah derken, kararmaya yüz tutmuş
kalblerin kir ve lekelerinden arındırılarak asıl sahibine hazır
hâle getirilmesini, gönül tahtının Mâlikü’l-Mülk’e,
Melikü’l-Mülûk’e arz edilmesini ve Yaratıcı ile kullar arasındaki
engellerin kaldırılmasını kastediyoruz. İşte bu niyetle yola çıkmış
ve bir kısım hizmetlere azmetmişseniz, meselenin Kur’an ve Sünnet’e
uygun olmasına bakıp kim ne derse desin yolunuza devam etmelisiniz.
Unutmamalısınız ki, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun hiçbir tavrı
yanlış değildi; fakat, O’nun bile bir sürü muhalifi vardı.
İÇ ALEMLERİNDE SESSİZ UYUYAN GULYABANİ BİRDEN HORTLAMIŞ VE BUZAĞI
OLARAK ŞEKİLLENMİŞTİ
Kur’an, “Mûsâ (aleyhisselam) Tevrat’ı almak için ayrıldıktan sonra
ümmeti, zinet takımlarından, böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı
heykeli yapıp tanrı edindiler. Görmemişler miydi ki o heykel onlara
hitap edemiyordu, kendilerine yol da gösteremiyordu. Fakat buna
rağmen onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular.” (A’raf, 7/148)
der. Demek ki, atmosferin büyük ölçüde eşrâra kalması ya da ferağı,
İsrailoğulları’nda buzağı düşüncesinin hortlamasına müsait bir
zemin oluşturmuştu. Kendi iç âlemlerinde sessiz uyuyan o gulyabâni
gibi düşünceler, birden hortlamış ve buzağı olarak şekillenmişti.
Orada Sâmirî’nin –ki o da İsrailoğullarındandır– söylediği şey ise
sadece kuru bir mazeretti; Hz. Musa’nın “Senin zorun nedir ey
Sâmirî?” demesine karşılık o“Ben onların görmediklerini gördüm.”
cevabını vermişti. Çoğu müfessir, meseleye, Sâmirî, Cibrîl’in
bastığı yerden bir avuç toprak aldı ve onu buzağı yapımında
kullandı şeklinde yaklaşmışlardır ki, bu gerçekten öyle de
olabilir; evet o, nasıl gönüllerin ve ruhların dirilmesine vesile
olan ilâhî vahyi taşıyordu; cansız cesetlerde hayat kaynağı da
olabilirdi. Bu açıdan da onun ayağını bastığı yerler yeşerebilir,
oradan alınan bir avuç toprakla bütün ölüler dirilebilir. Ne var
ki, bunun doğruluğunu gösteren sağlam bir hadis bulmak mümkün
değildir. Buradaki asıl husus, Kur’ân’ın Hazreti Musa’nın diliyle
ifade ettiği gibi, bunun bir fitne ve imtihan olmasıdır.
DAĞINIK İNSANLARIN RÜYALARI DA KİRLİDİR
İffetsizliğe düşme insanı dağınıklığa götürür. Dağınık insanların
rüyaları da kirlidir, hayalleri de kirlidir. Tevhid-i kıble etme,
sadece O’na yönelme, öyle bir konsantrasyon, insanın zekasını öyle
keskinleştirir ki, o mevzuda bin tane dâhinin halledemediği
meseleyi halleder. Enbiya-yı izam öyleydiler, onların iffetlerine,
ismetlerine, fetanetlerine, idraklerine, büyüklüklerine aklımız
ermez. Fakat, buna rağmen onlara da itiraz ediyorlardı.
BİRİLERİNE ENGEL ÇIKARMA
Önemli olan mesele, Allah ne demişse onu yapmaktır. Bunu yaparken
de falana muarız olma, filanın rağmına davranma, birilerine engel
çıkarma veya “birileri bir şey yaparken biz niye onları bu
güzergahta tek başlarına bırakıyoruz” gibi kıskanma/rekabet etme
mülahazalarıyla yapmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’in ve Sünnet-i
Sahiha’nın sabit disiplinlerine uygunluk içinde yapılırsa, orada
tereddüt yaşamamak ve engellemeye çalışan kim olursa olsun, onları
görmezden gelmek lazım. “Bir kapı bend ederse bin kapı eyler kuşad
/ Hazreti Allah, efendi, Müfettihu’l-ebvab’dır.” (Şemsî)
HİÇ PRESLER ARASINDA EZİLMEDEN KURTULDUĞUMU GÖRMEDİM... HER ZAMAN
ÜZERİME GELDİLER
Şimdiye kadar ben çok samimi bir müslüman olduğumu iddia edemem ama
işin doğrusu hayatımı O’ndan başka bir şeye bağladığımı söylersem,
Allah’ın o mevzudaki teveccühüne karşı saygısızlık yapmış olurum;
bu da tahdis-i nimettir. Elli defa engeller olmuştur. Kendimi
bildiğimden bu yana hiç presler arasında ezilmeden kurtulduğumu
görmedim. Buradaki de öyle bir şey. Her zaman üzerime geldiler.
Cenab-ı Hak aldı, bir yerden bir yere koydu, bir yerden bir yere
koydu.. sizi de öyle… Hep böyle olagelmiştir. Fakat bunlar kat’iyen
ye’se atmamalı, bizi inkisara uğratmamalı, yapmamız gereken
şeylerden bizi geri koymamalı.
Hidayet sizin aklî, fikrî, ihtisâsî bütün letâifinizi hakikati
arama istikametinde kullanma sonucu, Allah’ın sizin içinizde
yakacağı bir meşaledir. Siz esbaba tevessül edersiniz, Allah o
meşaleyi içinizde yakar, tutuşturur, projektör gibi.. her şeyi
doğru olarak görürsünüz, O’na ait bir şeydir. Sa’d-ı Taftazani’nin
ifadesiyle, “İman, Cenâb-ı Hakk’ın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü
ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği birnurdur.”
Üstad Hazretleri, bu mevzuyla alâkalı Celâleddin Harzemşah’ın bir
mülâhazasını nakleder: Meşhurdur ki, bir zaman İslâm
kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden
Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona
demişler: “Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”
O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye
vazifedarım. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek
veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir.” Şe’n-i rububiyetin gereğine
karışmam, ne dilerse onu yapar.
KİMSEYİ KARŞISINA ALMAMALI
Her mü’min bu mülahazaya bağlı, Kitap ve Sünnet çerçevesinde
yapması gerekli olan şeyleri yapmalı, ne dostun vefasızlığından, ne
de düşmanın cefasından sarsılmamalı. Kimseyi de karşısına almamalı,
garazî hareket etmemeli, yaptığı şeyler tepki edalı olmamalı;
bunlar ihlası yıkan, götüren şeylerdir. Fakat, doğru bildiği şeyin
müdafaasından da geriye durmamalı. Aksi takdirde doğruya karşı
saygısızlık yapmış olur.
EN ZOR ŞEY GÖNÜLLERE GİRMEKTİR
En zor şey gönüllere girmektir; bir yerde yaptığı hizmetler
bitince, kenarda oturmayı istemeyip yeni bir vazife daha talep eden
insanlara bunu biz yaptırtabilir miyiz? Belli ki burada bir
meşiet-i ilahi var. İyilik yapıyor, iyiliğe doymuyor,“Hel min
mezîd-Daha yok mu?” diyorlar. Akl-ı selim, hiss-i selim, ruh-u
selim diyor ki: “İnsanlık adına bir şey yapacaksak, yol bu, yöntem
bu!..”
ÇOK KÖTÜ ŞEYLER DUYABİLİRSİNİZ... RİCA EDİYORUM...
Çok kötü şeyler duyabilirsiniz; rica ediyorum ben, aynıyla
mukabelede bulunmamak lazım. Şimdilerde Twitter denen şeyler var;
iyi şeylere tercüman olursa, Allah’ın rahmeti; insanları birbirine
düşürüyorsa, Allah’ın belası şey. İnsanlar birbirine atıp
duruyorlar. İnsanlar bu atmalara geliyor, bu defa da onlar
atıyorlar.
BİRİSİ DİYEBİLİR Kİ 'MASKE DÜŞTÜ'
Birisi diyebilir ki “Maske düştü!..” A be birader, sen mü’minsin,
yapma bunu. Eğer Kıtmirin maskesi olsaydı kırk seneden beri ehl-i
dalalet onun yakasından elini çekerdi. 1960, 1970, 1980 ve 28
Şubat’ta preslendim. Ama sana demiyorum, “Niye senin yakana elini
uzatmıyor?” Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Peygamber Efendimiz (alâ
seyyidinâ ve aleyhimessalâtü vesselam) yakalarını başkalarından
kurtarabildiler mi? Bence senin kendi durumunu bir kere daha gözden
geçirmen lazım. Ama ben, bana kalırsa, bu kadarcık da olsa bunları
dememeliyim. İncinsek de incitmemeliyiz, kırılsak da
kırmamalıyız.
BİZE DÜŞEN EYVALLAH ETMEKTİR
Hep gönül alıcı bir tarzda hareket etmeli, nazargâh-ı ilahi olan
kalblere kat’iyen dokunmamalıyız. Bize düşen şey “Eyvallah!..”
etmektir.
BEKLENTİLERE İŞİ BAĞLAMAMAK LAZIM
İlle herkes tarafından kabul edilmek, tahsin edilmek, hüsn-ü
kabulle karşılanmak, takdir görmek.. bu türlü beklentilere
girmemeli. Yapacağı şeyleri belli beklentilere bağlamış insanlar,
hayatta başarılı olamamışlardır. Muvakkaten bazı şeyler sergilemiş
olsalar bile bir muhalif rüzgâr karşısında savrulup gitmişlerdir.
Beklentilere işi bağlamamak lazım. Bizim beklediğimiz bir şey var,
o da Allah’ın hoşnutluğu ve bizim o meseleyi ihlasla O’na karşı
sunmamızdır.
KİMSEYE FİRAVUN DEME, NEMRUT DEME
Ne kin ne garaz ne nefret, ne kimseye firavun deme ne Nemrut deme
ne de tiran deme!.. Fakat söylenen sözleri bazıları biraz
numara/droba bakarak, güzergâh takip ederek üzerlerine alıyorlarsa,
kendi yanlış te’villeriyle, tefsirleriyle meseleyi yanlış
yorumluyor, kendilerine karşı saygısızlık yapıyorlar.
ALLAH'IN EKSTRADAN VERDİĞİ KİMSELER 'AL SANA BİR OKUL' DİYORLAR
Unutulması gerekli olan şeyler dünya ve dünya nimetleridir. Dünya
debdebesi dünya saltanatıdır. Allah’ın ekstradan verdiği kimseler
de “Al sana bir okul, bir yurt, bir okuma salonu…” diyorlar. Size
bu kadar güven duyuluyorsa, bu sizin kredinizdir. Bence kendi
hesabınıza ondan bir şey koparmak suretiyle o krediyi kaybetmeyin;
bu defa o yol tıkanır ve bypass yapmakla da açamazsınız onu. Güven
sarsılmamalı, herkes sizi nasıl biliyorsa öyle bilmeli, ruhunuzun
ufkuna yürüyeceğiniz ana kadar… Dünyaya çıplak olarak geldiniz;
kefeniniz için sağa-sola koşmalı, “Acaba bu garibe bir kefen
bulabilir miyiz?” demeliler. ''