17 Eyl 2013 14:09
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:39
FETHULLAH GÜLEN HANGİ GAZETENİN AYARINI BOZDU?
Salih Tuna, Cami-Cemevi Projesi'nin Gülen ayağını ve bazı medya kuruluşlarının tutumunu köşesine taşıdı...
Hocaefendi hangi gazetenin moralini bozdu?
Başbakan Erdoğan ekonomik bakımdan Türkiye’ye bir Türkiye katarken İstanbul sermayesi de haliyle servetine servet katıyordu.
Çok kazanıyorlardı ama mutlu değillerdi.
Paraları kasalara sığmıyordu ama (daha az kazandıkları dönemlere nazaran) sözleri hiç geçmiyordu.
Mesela, istedikleri valiyi, kaymakamı, emniyet müdürünü tayin ettiremiyorlar, istedikleri bakanı hatta hükümeti düşüremiyorlardı.
Bir vakitler ’Muhtar bile olamazsın’ dedikleri adam başbakan olmuştu; artık İstanbul’un kenar semtlerindeki herhangi bir muhtara dahi güçleri yetmiyordu.
Olacak şey değildi.
Hadi ’Parayla saadet olmaz’ darbımeseli aşk mevzubahisinde tedavüldeydi, ’Paranın dediği olmaz’ da mı sürgit tedavülde kalacaktı.
Atadan dededen böyle görmemişlerdi.
Ecevit’i gazete ilanlarıyla düşürmüş bir geleneğin mirasçısıydılar.
İstanbul sermayesine eklemlenmiş medya da aynı dertten muzdaripti.
Anlı şanlı gazeteleri, çok izlenen televizyonları vardı; lakin hükümete eskiden olduğu gibi ’Siz yolcusunuz biz hancı’ raconu kesemiyorlardı. Artık mikrofonları jop gibi kullanamıyorlar, şantaj haberleri işe yaramıyordu.
Devri saadetlerinde Güneş Taner’le telefonda pazarlık yapan sözde devrik genel yayın yönetmeni ’spermin tadını’ yazsın diye mi gazete çıkarıyorlardı?
Pijamayla başbakan karşıladıkları devranı kim yıkmıştı?
Bu Tayyip Erdoğan kimdi, neden vesayetlerinin çanına ot tıkıyordu, ’diktatör’ olmasındı?!
Ne yapacaklarını bilemiyor, fırsat kolluyorlardı.
Askerden en azından şimdilik umutları yoktu. Şartlar müsait değildi. Sokakların üzerinden müsait hale getirmeleri lazımdı.
Hiç alışık değillerdi. Zira bi kodu mu demokrasiyi zıbartan en azından ’balans’ ayarı yapan ordunun mübtelasıydılar.
Demokratik teamüllere uygun, siyasi iradenin emrindeki ordudan hiç hazzetmiyorlardı.
Dönemin başbakanı Tansu Çiller için ’Tak diye emreder, ben şak diye yaparım’ dedi diye Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş’e ’takşak paşa’ lakabını takmış, etek giydirmişlerdi.
’Kürt sorunu’ da ellerinden gidiyordu. Dolayısıyla AK Parti iktidarı daha da güçlü hale geliyordu.
’Bu defa Kürtler Türkleri satacak ve kendi istediklerini alırken, Erdoğan’ı da başkan baba yapacaklar...’ şeklindeki yüksek kaygılarını taa Kandil’e kadar ulaştırdılar.
İstanbul sermayesi, ’30 yıl boyunca savaştınız biraz da bizim için savaşamaz mısınız, en azından AK Parti hükümeti zevale uğrayıncaya kadar...’ demeye getiriyordu.
Ne yaptıysalar, ’çözüm sürecini’ akamete uğratamadılar. (Ama vazgeçmediler, vazgeçmeyecekler.)
Halihazırda ellerinde mezhep çatışması ihtimali kaldı.
Gezi olaylarından beri sistemli bir şekilde habire buna oynuyorlar.
Nasılsa 28 Şubat yanlarına kâr kaldı. Ölen veya öldürülen bu gençlerimizi hunharca araçsallaştırmanın hesabını kim onlara soracak?
Daha fazla gencin ölmesi için akılalmaz kışkırtıcılık yapmaya başladılar.
Hulasa, halkın arasına kin ve düşmanlık sokmak için yapmadıkları kepazelik kalmadı.
Hocaefendi’nin ’Cami-Cemevi projesi’ başta Hürriyet gazetesi olmak üzere bu tuğyancı güruhun moralini fena bozdu.
Umutları yıkıldı.
Ne diyeceklerini şaşırdılar!
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN
Başbakan Erdoğan ekonomik bakımdan Türkiye’ye bir Türkiye katarken İstanbul sermayesi de haliyle servetine servet katıyordu.
Çok kazanıyorlardı ama mutlu değillerdi.
Paraları kasalara sığmıyordu ama (daha az kazandıkları dönemlere nazaran) sözleri hiç geçmiyordu.
Mesela, istedikleri valiyi, kaymakamı, emniyet müdürünü tayin ettiremiyorlar, istedikleri bakanı hatta hükümeti düşüremiyorlardı.
Bir vakitler ’Muhtar bile olamazsın’ dedikleri adam başbakan olmuştu; artık İstanbul’un kenar semtlerindeki herhangi bir muhtara dahi güçleri yetmiyordu.
Olacak şey değildi.
Hadi ’Parayla saadet olmaz’ darbımeseli aşk mevzubahisinde tedavüldeydi, ’Paranın dediği olmaz’ da mı sürgit tedavülde kalacaktı.
Atadan dededen böyle görmemişlerdi.
Ecevit’i gazete ilanlarıyla düşürmüş bir geleneğin mirasçısıydılar.
İstanbul sermayesine eklemlenmiş medya da aynı dertten muzdaripti.
Anlı şanlı gazeteleri, çok izlenen televizyonları vardı; lakin hükümete eskiden olduğu gibi ’Siz yolcusunuz biz hancı’ raconu kesemiyorlardı. Artık mikrofonları jop gibi kullanamıyorlar, şantaj haberleri işe yaramıyordu.
Devri saadetlerinde Güneş Taner’le telefonda pazarlık yapan sözde devrik genel yayın yönetmeni ’spermin tadını’ yazsın diye mi gazete çıkarıyorlardı?
Pijamayla başbakan karşıladıkları devranı kim yıkmıştı?
Bu Tayyip Erdoğan kimdi, neden vesayetlerinin çanına ot tıkıyordu, ’diktatör’ olmasındı?!
Ne yapacaklarını bilemiyor, fırsat kolluyorlardı.
Askerden en azından şimdilik umutları yoktu. Şartlar müsait değildi. Sokakların üzerinden müsait hale getirmeleri lazımdı.
Hiç alışık değillerdi. Zira bi kodu mu demokrasiyi zıbartan en azından ’balans’ ayarı yapan ordunun mübtelasıydılar.
Demokratik teamüllere uygun, siyasi iradenin emrindeki ordudan hiç hazzetmiyorlardı.
Dönemin başbakanı Tansu Çiller için ’Tak diye emreder, ben şak diye yaparım’ dedi diye Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş’e ’takşak paşa’ lakabını takmış, etek giydirmişlerdi.
’Kürt sorunu’ da ellerinden gidiyordu. Dolayısıyla AK Parti iktidarı daha da güçlü hale geliyordu.
’Bu defa Kürtler Türkleri satacak ve kendi istediklerini alırken, Erdoğan’ı da başkan baba yapacaklar...’ şeklindeki yüksek kaygılarını taa Kandil’e kadar ulaştırdılar.
İstanbul sermayesi, ’30 yıl boyunca savaştınız biraz da bizim için savaşamaz mısınız, en azından AK Parti hükümeti zevale uğrayıncaya kadar...’ demeye getiriyordu.
Ne yaptıysalar, ’çözüm sürecini’ akamete uğratamadılar. (Ama vazgeçmediler, vazgeçmeyecekler.)
Halihazırda ellerinde mezhep çatışması ihtimali kaldı.
Gezi olaylarından beri sistemli bir şekilde habire buna oynuyorlar.
Nasılsa 28 Şubat yanlarına kâr kaldı. Ölen veya öldürülen bu gençlerimizi hunharca araçsallaştırmanın hesabını kim onlara soracak?
Daha fazla gencin ölmesi için akılalmaz kışkırtıcılık yapmaya başladılar.
Hulasa, halkın arasına kin ve düşmanlık sokmak için yapmadıkları kepazelik kalmadı.
Hocaefendi’nin ’Cami-Cemevi projesi’ başta Hürriyet gazetesi olmak üzere bu tuğyancı güruhun moralini fena bozdu.
Umutları yıkıldı.
Ne diyeceklerini şaşırdılar!
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN