Fethullah Gülen: Eğer biz paralel devletsek...
Zaman, Fethullah Gülen röportajına ikinci günde devam ediyor.
Fethullah Gülen, çok tartışılan 'beddua'sıyla ilgili olarak ''
Doğrudan hiçbir kişinin, hiçbir partinin, hiçbir topluluğun adını
vermedim. Bazı sıfatlar ve fiiller sıraladım. Her kim şunu şunu
şunu yapıyorsa dedim... O sıfatı taşımıyorlarsa, o fiilleri
işlememişlerse neden bu kadar rahatsız oluyorlar, üzerlerine
alıyorlar?'' diye sordu. ''Komplolara vehimlere dayalı bu
iftiraları seslendirenlerin, gazetelerine sayfa sayfa taşıyanların
bu duama “amin” diyebilmelerini beklerdim'' diyen Gülen, yine aynı
noktada olduğunu belirtti ve ekledi: ''Eğer biz çeteysek örgütsek
Allah bizim belamızı versin, eğer ‘paralel’ devletsek bizim
belamızı versin, değilse bunları bu masum cemaate isnad edenlerin
belasını versin!''
Fethullah Gülen, Zaman Gazetesi'nden Ekrem Dumanlı'ya verdiği
röportajın ikinci bölümünde 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve
rüşvet operasyonları ile ilgili cemaatin suçlanmasına yanıt
veriyor.
İşte Gülen'in açıklamalarından satırbaşları:
BİRİLERİ ISRARLA CAMİA'YI SUÇLUYOR
* Defalarca tekzip, tavzih, tashih göndermemize rağmen birileri
ısrarla Camia’yı suçluyor. Daha önce de dediğim gibi bazı savcılar
ve ona bağlı vazife yapan kolluk kuvvetleri kanunun onlara
emrettiği görevi yapmış ve bilememiş ki, suçluların peşine düşmek
meğer suç sayılıyormuş! Yani insanlar, vazifelerini yaptıkları için
mağdur edileceklerini tahmin edememiş.
YALAN ÜSTÜNE YALAN SÖYLENİYOR
* 17 Aralık soruşturmasını yürüten; hatta o soruşturma ile hiç
alakası olmayan binlerce insan sürüldü, kıyıma tabi tutuldu. O
mağdur insanlar ve ailelerinin haklarına riayet edilmedi. Sanki
ortada hiçbir şey yokmuşçasına Camia’yı suçlayanlar oldu. Ve yalan
üstüne yalan söylendi. Hâlâ da söyleniyor.
MİT 9 AY ÖNCE RAPOR ETMİŞ
* Evvela bu yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları yeni değil. Ülkenin
istihbarat teşkilatı, belki de İran ajanı olabilecek birilerinin
devletin bakanlarına, bakan çocuklarına hatta bir kısım işler için
kabineye nüfuz ettiğini 8-9 ay önce rapor etmiş. Görmezden
gelinmiş. Sonra medyada hususan hükümete yakın diyeceğim
gazetelerde sayfa sayfa haberler çıkmış. Önemsenmemiş.
Yolsuzlukları önlemeyi düşünmemişler. Sonra 17 Aralık’ta bu
operasyonlar başlayınca sığınacak yer bulunamayınca atf-ı cürümle
bu işten sıyrılma yolu düşünülmüş.
BİNDE BİRİNİ BİLE TANIMIYORUM
* Ben daha önce de arz etmiştim. Bu operasyonları yapanlar organize
edenler her kimse, hiçbiriyle bir irtibatım olmadı. “Binde birini
bile tanımıyorum...” dedim defalarca; ama yine de mâl etmeye devam
ettiler.
ONURLU VE DÜRÜST TANIDIĞIM BAZI SİYASİLER BENİ HAYAL
KIRIKLIĞINA UĞRATTI
* Beni asıl inkisar-ı hayale uğratan, onurlu ve dürüst tanıdığım
bazı siyasiler oldu. Beklerdim ki kendilerini kadimden bu yana
bildiğim, salahatlerine ve vicdanlarına muhalefet etmeyeceklerine
inandığım, itimat ettiğim bu isimler yolsuzluklara, rüşvet
münasebetlerine sessiz kalmazlar. Öyle zannediyordum. Onlardan,
mekânı cennet olsun, merhum Özal’ın bu tür kirli işlere karşı
gösterdiği reaksiyonu beklerdim. Olmadı. Onlar sessiz kalınca
‘bir’i yapanlar ‘bin’i yapmaktan kaçınmadı. Cumhuriyet tarihi
boyunca denenmemiş bir yol icat edildi. Yolsuzlukların üstüne
gitmek yerine yolsuzlukları soruşturanların üstüne gittiler.
YOLSUZLUK TASVİP EDİLEMEZ
* İslam’ın bu mevzuda müeyyideleri var. Ahlaki prensipleriyle bu
meseleye karşı çıkmış. Hatta bazı meselelerde cezalar var. Hiçbir
yolsuzluk tasvip edilemez. Hiçbir yolsuzluk, yapanın yanına kâr
kalmaz. Ahlakî olarak şu husus da vardır. Günah, hata, yanlışlık
fert planında kalır, zararları topluma raci olmazsa, o mevzuda
İslam, o insanın affedilmesini ister. Onların şahsî haysiyetleriyle
ve şerefleriyle oynamaya izin vermez. Bu iki hususun birbiriyle
karıştırılmaması lazımdır.
AHİRETİMİ MAHVEDECEK BİR ŞEYİ NASIL SÖYLERİM
* Burada milletimizin zararına, rüşvetler, irtikâplar, adam
kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar varsa, örtbas ediliyorsa
Allah sorar bunu. Ama nasıl bir beklenti vardı bilemiyorum… Eğer bu
soruşturmaları yürütenler arasında hizmetleri takdir eden birileri
var idiyse, ben de bu insanlara “Yolsuzluk iddialarını görmezden
gelin” mi demeliydim? Bilemiyorum, sanki bazılarının beklentisi bu
gibi geliyor bana. Beklentileri bu muydu? Ahiretimi mahvedecek
böyle bir şeyi nasıl söylerim? Başka türlü nasıl
davranabilirim?
PARALEL DİYE YAFTALANAN BU İNSANLAR...
* ‘Paralel’ falan diyerek yaftalanan bu insanlar kanun ve
yönetmeliklere muhalif bir fiilin içinde olduysa bugüne kadar niçin
bunlar tecziye edilmedi? Bilmiyorum on binlere baliğ görevden alma
ve sürgün duydum ama o müesseselerde görevi suistimal, kanun ve
disiplinlere riayet etmeme iddiasıyla bir soruşturma duymadım.
BAZEN 3-5 DOLAR BAZEN DE DEVLET HAZİNESİNE AİT BİR ÇUVAL
PARA
* Yaklaşık 60 yıldır vaaz u nasihat ediyorum. Hep aynı şeyleri
söyledim. Vasiyetim olsun. Fakiri, hak etmesem de, seven sempati
duyan kardeşlerim ne böyle işlerin kıyısından köşesinden geçsinler
ne de vâkıf oldukları bu cins suistimalleri görmezden gelsinler.
Hak, hukuk ve adalet neyi gerektiriyorsa onu yapsınlar. Kur’an-ı
Kerim bu tür yolsuzluklara “gulûl” diyor. Yani hakkı olmayan bir
şeyi almak, ondan yararlanmak, kamu malından bir şey aşırmak,
emanete hıyanet etmek gibi manaları var. Devlet malından suistimal
bu türden bir günahtır. Bu, bazen birkaç kuruş bazen 3-5 dolar
bazen de devlet hazinesine ait bir çuval para... Kimi zaman
liyakatsizlik ve yetersizliğe rağmen iltimasla elde edilen bir
makam. İnsanın hakkı olmadığı halde sahiplendiği, gayri meşru
yollarla elde ettiği her imkan gulûldür.
UMUMA AİT ŞEYLER ÇALINIP ÇIRPILIYORSA...
* Zannediyorum siyasi makam ve mevkiler böyle bir kısım ganimet ve
komisyonlara dâyelik edince bu makamlara rağbet artıyor. Neticede
aldığı ihalenin bedelini bu şekilde ödeyen müteahhit veya işadamı,
bunu devlet kesesinden bir yol bulup çıkarmaya kalkıyor. Âmme hakkı
aynı zamanda Allah hakkıdır. İster İslam’ın hukuk sistemi, isterse
modern hukuk sistemi bu meselelere müsamaha göstermez. Umuma ait
şeyler çalınıp çırpılıyorsa bunu ne Mecelle kaideleri ne de
demagoji yaparak izah edebilirsiniz. Siz kadrolarınızla dünyaya,
Müslümanlığın dürüstlük ve doğruluk mesajlarıyla yola çıkmışken
kendinizi karanlık patikalara savrulmuş bulabilirsiniz. Ümitlerini
size bağlayanlar da bir inkisar daha yaşar.
MERHAMET ETMEK GEREKİR
* Şunu da müsaadenizle arz edeyim: İnsanlara merhamet etmek
gerekir. Bu davranış biçimiyle ayrışma ve kavga değil,
bütünleşme ve karşılıklı sevgi doğar.
DUAMA ÂMİN DİYEBİLMELERİNİ BEKLERDİM
* Birisi size defaatle aynı yalan ve şenaatle hücum etse, bir
noktaya gelir sabrınız taşar ve şunu dersiniz: Eğer ben senin
dediğin gibi öyleysem Allah benim belamı versin, yok değilsem bu
yalan ve iftirayı atan senin belanı versin. O gün de duam o oldu.
Doğrudan hiçbir kişinin, hiçbir partinin, hiçbir topluluğun adını
vermedim. Bazı sıfatlar ve fiiller sıraladım. Her kim şunu şunu
şunu yapıyorsa dedim... O sıfatı taşımıyorlarsa, o fiilleri
işlememişlerse neden bu kadar rahatsız oluyorlar, üzerlerine
alıyorlar? Komplolara vehimlere dayalı bu iftiraları
seslendirenlerin, gazetelerine sayfa sayfa taşıyanların bu duama
“amin” diyebilmelerini beklerdim. Diyemediler. Bilakis istismar
ettiler.
EĞER PARALEL DEVLETSEK ALLAH BİZİM BELAMIZI
VERSİN
* Yine aynı noktadayım. Eğer biz çeteysek örgütsek Allah bizim
belamızı versin, eğer ‘paralel’ devletsek bizim belamızı versin,
değilse bunları bu masum cemaate isnad edenlerin belasını versin!
Bu duaya “amin” diyecek vicdanî rahatlığı olmayanlar akıbetinden
endişe etmeli.
HÜKÜMETE ŞANTAJ BÜYÜK BİR SUÇTUR
* (Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dershaneler konusunda
birilerinin Başbakan’ı “Ya bu dershane işinden vazgeçersiniz
veya biz sizi yıkarız” diye tehdit ettiğini, Başbakan’ın da
“Elinizde ne varsa çıkarın, ne yapacaksanız yapın, ben sözümden
dönmem.” şeklinde karşılık verdiğini söyledi şeklindeki soruya)
Başta ifade edeyim bunu kim söylüyorsa delillendirmeli ve yargıya
intikal ettirmeli. Kamuoyuna da duyurulması gerekir. Falan falan
şahıslar geldi bizi tehdit etti diye. Hükümete şantaj büyük bir
suçtur. Yok bir kısım vehimler bu vesile ile dile getiriliyorsa
cevap verme ihtiyacı duymuyorum.
NİYET DERSHANELERLE BAŞLAMAK, OKULLARLA DEVAM
ETMEK
* Sizin de bileceğiniz gibi dershanelerin kapatılma teşebbüsü son
2-3 ayın meselesi değil. Zaten o günlerde eski maarif bakanlarının
adı verilerek “o yapamadı, bu yapamadı, o da yapamadı; şimdi
naspedilen bakan bunu yapacak” gibi sözler söylendi. Demek ki çok
uzun zamandan beri planlanan, belki de söz verilen bir mesele. Bu
tür bir sözün verildiği hatta bunun kayıtlarının Kozmik Oda’larda
mahfuz bulunduğu yolunda iddialar medyada yer aldı. Dershane
kapatmanın okullarda eğitimi daha iyi bir seviyeye getirme gibi
mülahazalarla yapılmadığı iyice tebeyyün etti. Niyetin “camia”nın
eğitim faaliyetlerine mani olmak olduğu net görülüyor. İşte
meydanlarda telaffuz ediliyor ‘okullarına, dershanelerine
göndermeyin’ diye. Yani niyet dershanelerden başlamak, okullarla
devam etmek. Ardından yurtdışı okulları kapattırma girişimleri… Bu
hususta Nazlı (Ilıcak) Hanım’ın mülahazası makul açıklamalardan
biri gibi. Hükümetin soruşturmaları haber almış olabileceğini bizim
bunları önleyebileceğimiz ön kabulüyle, dershane üzerinden bir
şantaj, psikolojik bir harekât unsuru, bir dalgakıran gibi kullanma
niyetleri olmuş olabilir, diyordu.
BARİ DİĞER DERSHANELERE GADRETMESELERDİ
* Bu arada şu hususu da arz edeyim keşke niyetlerini açıktan ifade
etseler, “Sizin dershane işiyle uğraşmanızı istemiyoruz.” deseler.
Camia’yla ilgisi olmayan dershanelere bari gadretmeselerdi.
Dişinden tırnağından artırarak dershane kuran insanlara ayrıca
üzülüyor insan. Yazık! 3800 dershanenin 3000’inin Camia’yla hiçbir
münasebetinin olmadığı söyleniyor. Açıktan söyleselerdi biz de
derdik; “Tamam mademki bu mesele sizin için hayat memat meselesi,
öyleyse rica edelim bizim arkadaşlarımız belli bir süreçte
kapatsınlar.” Kurunun yanında yaşı yakmasalardı.
GÜNEYDOĞU'DA MEYDANA GELECEK BOŞLUĞU DÜŞÜNÜNCE YÜREĞİM
AĞZIMA GELİYOR
* Millî Eğitim’in, hatta hükümetin çok daha ciddi konulara teksif-i
nazar etmesi gerekiyor. İçtimai bunalımların, kültürel
erozyonların, fertleri, aileleri esir aldığı bir zaman
dilimindeyiz. Geçenlerde bir akademisyen arkadaşımızın makalesinde
okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam intihar vakaları 12 yılda yüzde
36 artmış. Liselerde hakeza ciddi uyuşturucu hap salgını var, yüzde
32 alkol kullanımı var. Yine bir psikiyatrist hanımefendinin
ifadesine göre uyuşturucu tedavisi görenler 10 yılda 17 kat artmış.
Bunlar toplumun ahlak ve değerlerini tehdit eden korkutucu veriler.
Şimdi böyle dev gibi problemler milli eğitimi, hatta ülkenin
geleceğini kıskaca almışken kalkıp dershane kapatarak eğitimi
kurtarmaya kalkışmayı nasıl izah edeceksiniz? Dershane kapatarak bu
tefessühü mü önlemiş oldular? Bilebildiğim kadarıyla Camia’ya
atfettikleri bu okul ve dershaneler, eğitim vermenin yanında bu
çürümeye karşı mücadele veren eğitim yuvaları. Güneydoğu’da meydana
gelecek boşluğu düşününce yüreğim ağzıma geliyor. Bu ülkeyi
yönetenlerin küçük hesaplar uğruna bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü
bu kadar rahat riske atmalarını anlamakta zorlanıyorum.
BEN DE MAĞDURUM, KİM YASA DIŞI DİNLEME YAPIYORSA HUKUK
KARŞISINDA HESAP VERSİN
* Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler var, kanunsuz yollarla elde
edilen dinlemeler de var. Her ne surette olursa olsun, hukukun
dışına çıkarak dinleme yapan her kimse bulunup cezalandırılmalı. Bu
kim olursa olsun, kime karşı sempati duyarsa duysun. Ben de,
arkadaşlarım da dinleme mağduruyuz. Öteden beri bir kara propaganda
ile hakkımızda imaj çalışması yapılıyor, güft-u gû’da bulunuluyor,
alenen medyada suçlanıyoruz. Bununla ancak hukuk ile baş
edebiliriz. Usulsüz, kanunsuz; hatta kanunun tanıdığı yetkiyi
aşarak dinleme yapan varsa hukuk karşısında hesap vermeli. Buna
mümasil şunu da söylemek lazım ki elde hiçbir ispat yokken, “Onlar
dinledi.” diyerek koca bir kitleyi hedef gösterenler de hukuk
karşısında hesap vermeli. Hukuk onları da “Nereden biliyorsun?”
deyip sigaya çekmeli. Hukuksuzluğu hukuksuzlukla ortadan kaldırmak
imkânsız. İşine gelmeyince bu konuda mağdur olduğunu beyan edip
işine gelince o kayıtları tepe tepe kullanmak, sanırım, hukukî
açıdan da ahlakî açıdan da tasvip edilir bir durum olmasa
gerek…
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız