27 Şub 2009 07:25 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:33

FEHMİ KORU'NUN HÜRRİYET'TE KÖSTEBEĞİ Mİ VAR?.... KORU GAZETEDE OLACAKLARI ÖNCEDEN NASIL BİLİYOR?...

Kimi ayıp bir şey soruyormuşcasına, kimi böbürlenmemi bekleyerek, "Hürriyet'te köstebeğiniz mi var?" sorusunu yöneltti gün boyu...

Benim işim çetelerle...

Kimi ayıp bir şey soruyormuşcasına, kimi böbürlenmemi bekleyerek, "Hürriyet'te köstebeğiniz mi var?" sorusunu yöneltti gün boyu... İnternet öncesinde "Başka gazetelerde ne oluyor?" merakına kapılanlar Kulis'e bakarlardı; basında neler olup bittiğini yansıtan onlarca web-sitesi var şimdi, başkalarıyla ilgilenmem gerekmiyor...

Hayır, hiçbir gazetede 'köstebek' ilişkisi kurduğum biri(leri) yok...

Beni yayın yönetmenliğine lâyık gören bir yazının Hürriyet'te çıkacağını 'bildiğim için' değil, ama öyle düşündüklerini kesinlik derecesinde 'tahmin ettiğim' için, Hürriyet'teki bir yazı ile "Bu yazı uykusu kaçanlar için" Kulis'i pişti oldu. Yazıya aynı gün cevap vermiş oldum.

Ben bunu hep yapıyorum.

Sonradan Hürriyet'ten kovulacak bir yazarın, her 23 Aralık günü, aynı yazıyı, sözcüğüne dokunmadan tekrar tekrar yayımladığını fark edip beklemiş ve 2004 yılı 23 Aralık günü, "Bugün 'Menemen' yazacak" başlıklı bir Kulis kaleme almıştım. Gerçekten de Hürriyet'te o gün o başlıkla çıktı o sütun... Yazımın girişine, "Yazısının başlığı büyük ihtimalle 'Kubilay olayını unutmayalım' olacak" iddiasını da yerleştirmiştim. Bingo. Her yıl aynı yazıyı pişiren yazarın başlık tercihi benim beklediğim gibi çıktı...

Yazıyı bir yıl 'Menemen olayını unutmayalım', ertesi yıl 'Kubilay olayını unutmayalım' başlığıyla yayımlıyordu; o yıl sıra 'Kubilay'lı başlıktaydı...

Kopan gürültüde, o zaman da, "Hürriyet'te köstebeği var" ve "Bekledi, gece yarısı internete konduğunu görünce yazıyı gönderdi" dedikoduları çıkmıştı. Şimdi de, "Acaba internette okuyup mu?" kuşkusuyla Yeni Şafak'ın ilk baskılarını gözden geçirmişlerse şaşırmam...

'Önsezi' diye bir arkadaşı vardır yazarların... Önsezine güvenecek, gerektiğinde risk de alabileceksin...

Bir ara "Yarın bir yerlerde el-Kaide türü büyük bir eylem olacak" diye yazmıştım; ertesi gün Kenya/Mombassa'da bombalar patlayınca Fatih Çekirge-Yılmaz Özdil ikilisi, 'star' gazetesine, 'Her şeyi bilen adam' manşetini atmışlardı; kocaman bir fotoğrafımla birlikte...

Hayatımda hak etmediğim nadir övgülerden biridir o manşet... Kaynağım İsrail istihbaratıyla içli-dışlı olduğu bilinen bir internet sitesiydi ve ben yazımda bunu açıkça belirtmiştim.

Sözün kısası şu: Ülkemizin en büyük medya grubunda köşeleri işgal eden bazıları şu sıralarda ne yapacaklarını bilmez haldeler ve birinin yaptığı çarpıtılmış yakıştırmayı diğeri tekrarlayarak, ama hiçbiri nereden o sonuca vardığını kaynağıyla bildirme zahmetine katlanmayarak sürdürüp gidiyorlar. İddialarına göre, ben, Aydın Doğan'a, yazılarımla, "Onları at, beni al" diyormuşum...

Böyle bir tezim olsa Aydın Bey'in kulağına fısıldardım. Kendime dönük bir beklentiyi, çok istiyorsam buraya kaydedip onların eline malzeme verir miyim hiç? Benim derdim, medyada varolan çeteleşmeyi sergilemek...

Çetelerin varlığından Uğur Mumcu'nun uğradığı suikast sonrasında haberdar olmuştum. "En yakın arkadaşıydım" diyen biri, Mumcu'nun son günlerini anlatmak için kendisiyle görüşen bir röportaj yazarına, içinde 'silâh' ve 'karar' sözcükleri geçen bir anısını anlatmıştı.

İsterseniz Celalettin Çetin'e anlatılan ve Hürriyet'in 12 Şubat 1993 tarihli nüshasında yer alan bölümü aynen aktarayım: "Uğur'la ben sürekli konuşan ikiliydik. En son görüşmemiz bir ay önce oldu. RV'de yemek yedik. Bizimle beraber Melih Aşık, Teoman Erel ve Bekir Coşkun vardı. Türk basınında sağlam kalmış, yozlaşmamış 5 köşe yazarı bir araya geldik.

"Türkiye'de giderek hırsızların, yolsuzlukların, holdinglerin, yobazların oluşturduğu bir cephe ortaya çıkmıştı. Bu nedenle biz de artık bu beş gazeteci sık sık bir araya gelerek Türkiye nereye gidiyor ve neler oluyor konuşalım istedik. Akşam 8'den 01'e kadar kaldık orada. Ve şu yargıya vardık. Türkiye'de basın bitmek üzere, ya da bitirilmek üzere. Giderek yozlaşıyor çünkü."

Bu cümlelerin derhal ardından 'silâh' faslı geliyor: "Uğur'a tabancan var mı dedik, var dedi. Artık birbirimize destek olmaya karar verdik."

Bunu anlatan Hürriyet'ten kovuldu; şu yakınlarda 'çete'den biri, "Ben kovulsaydım, onun kılı bile kıpırdamazdı" dedi kendisi için... Hayret etmiştim. Neyse, sonra öyle demek istemediğini açıkladı da, çetenin raconu bozulmadı...

Şu sıralar üstüme gelenlere yakından bir bakın: Ya 27 Mayıs (1960) sonrası oluşan ekibin, ya da yukarıda fâş edilen çetenin elemanları... "Kurduğumuz 'basındaki çete düzeni' çatırdar veya yıkılırsa" endişesi onları saldırıya sevk ediyor...

Âdetleri değildir, teker teker gelmezler; biri başlar, ötekiler devam ettirir...

'Çete' olmak da böyle bir şey değil midir zaten?



TAHA KIVANÇ ( FEHMİ KORU) / YENİ ŞAFAK