30 Haz 2016 14:44
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:21
Fehmi Koru tehlikeye dikkat çekti: IŞİD yenildikçe terörü ihraç edecek
Fehmi Koru, Atatürk Havalimanı'ndaki saldırı sonrasında yazdığı yazısında sahada gerileyen IŞİD'in daha tehlikeli olduğu yorumunu yaptı.
Habertürk tarafından kendisine yapılan "maaşını verelim ama yazı
yazma, odanda otur" teklifini kabul etmeyen ve gazeteden ayrılan
Fehmi Koru, yazı hayatına önce açtığı blog, ardından da kendi adını
taşıyan kişisel sitesiyle döndü.
Fehmi Koru, Atatürk Havalimanı'ndaki saldırı sonrasında yazdığı yazısında "Terörün öğrettiği gerçekler" başlığı ile Garip, ama gerçek: Sahada gerileyen IŞİD daha tehlikeli yorumunu yaptı.
İşte Koru'nun yazısında dile getirdiği o dikkat çekici gerçek:
Büyük felâketlere uğrayan ülkelerde, insanlar, can kaybederler, kan kaybederler, ama daha önemlisi sağlıklı düşünme yeteneğini de kaybedebilirler. Sağduyularını yitirebilir, serinkanlı davaranamaz hale gelebilirler.
Gazeteleri okurken şu günlerde böylesine ciddi bir tehlikenin kıyısında dolaşıldığını fark ettim.
Şu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım: Şiddeti, silâhla sonuç almayı yöntem olarak belirlemiş örgütler, bunlara, malum, 'terör örgütü' deniyor, ölmeye hazır iki-üç militan bulabildikleri taktirde, istedikleri ülkeyi eylemleriyle sarsabilirler.
Paris, Brüksel, Ankara, İstanbul...
Ne kadar tedbir alınırsa alınsın, hiçbir ülke, terörist eylemlere karşı korunaklı değildir. Bir militanı yakalarsınız, örgüt –bu defa o olaydan da ders çıkarır ve planında değişikliğe gider– ikinciyi gönderir, o olmazsa üçüncüyü...
İstanbul'daki Atatürk Havalimanı'ndaki eylemi başarana kadar, eylemi planlayan örgütün kimbilir kaç militanı, uygulama safhasına varamadan güvenlik güçleri tarafından ele geçirilmiştir.
Fransa'da, Belçika'da, ABD'de meydana gelen terörist eylemlerin herbirinin Ankara ve İstanbul'da bizim yaşadığımız kanlı eylemlerden farklı yönleri vardı; ancak hepsini birbirine bağlayan temel bir özelliği de fark etmeliyiz: Bütün eylemler ölmeye hazır militanlar tarafından gerçekleştirildi...
Aradığım toplu tabloyu bugünkü Guardian gazetesinin başyazısında buldum: Türkiye'de bir yıldan biraz fazla bir süre içerisinde 300'den fazla insanın hayatını elinden alan 17 saldırı olayı yaşanmış...
Hemen hepsinin fâilleri, sebep oldukları eyleme kendilerinin de öleceğini bilerek giden, literatürde 'intihar komandosu' diye anılan tiplerdi.
Eğer 'örgüt ölmeye hazır militan buldukça eylemini ne yapar eder gerçekleştirir' gerçeğini kabul ediyorsak, o zaman daha serinkanlı değerlendirmeler yapma yoluna girebiliriz.
PKK da hâlâ öyle gençleri bulabiliyor, nevzuhur örgüt IŞİD/DEAŞ da... 11 Eylül'de (2001), el-Kaide tarafından ABD'deki hedefleri uçaklarla vurmaya gönderilen 19 genç de, eylemleri sonunda öleceklerini bilerek uçaklara bindiler.
Gençleri motive eden sebepler değişebilir, ama 'ölümü göze alarak yola çıktıkları' gerçeği değişmez.
Arkadan uydurulan gerekçe
İsrail'de 'İslâmi' etiketli eylemleri izleme amacıyla ülkenin istihbarat örgütlerinin yamacında faaliyet gösteren kurumlardan biri olan MEMRI'nin (Middle East Media Research Institute) direktörü Rafael Green, IŞİD'in İstanbul eylemi ile 'Türkiye-İsrail arasında yenilenen ilişkiler' arasında bir irtibat olup olmadığı sorusuna "Hiç sanmıyorum" cevabını vermiş...
Tespit doğru. Böylesine eylemler çok önceden planlanır ve planlanması bayağı uzun zaman alır.
Ancak, eylemin ardından, dün, IŞİD'in 'al-Naba' adlı resmi haber bülteninin, "Erdoğan Yahudi devletiyle bağlarını yeniliyor, Putin'den ilgi bekliyor" gibi bir şeyler yazdığını da öğrendim. (Sanıyorum al-Naba ve benzeri yayınları Türkiye istihbaratı da yakından izliyordur. Herhalde izliyordur. FK)
Eyleme arkasından uydurulan gerekçe olur mu? Oluyor işte. Bizde de bazı yorumcular benzer gerekçeleri benimseyerek temel gerçeğin gözlerden saklanmasına yol açıyorlar.
Böyle ortamlarda İsrail medyasına göz atmak, uzmanlarının görüşlerini gözden geçirmek yararlı olabiliyor.
Dina LisnYansky Bar İlan ve Hebrew üniversitelerinde 'terör' konusunda dersler veren bir uzman. Şu dediği önemli: "IŞİD savaş alanında yavaş yavaş mevzi ve zemin kaybediyor; bu da grubu başka ülkelerde terörist saldırılar düzenlemeye itiyor. Garip ama gerçek: Örgüt yerleşik olduğu yerlerde zayıfladıkça, adamlar terörü ihraç ediyorlar..."
Yani? Yanisi şu: Daha önce sorunlar yaşadığımız ülkelerle aramızı düzelttiğimiz için değil, ama IŞİD'in iddialarını savaş alanında eskisi kadar güçlü biçimde sürdürememesi yüzünden, dünyamız onun terörüne daha fazla maruz kalacağa benziyor.
Garip, ama gerçek: Sahada gerileyen IŞİD daha tehlikeli
Özellikle de, IŞİD'in, sahada gerilemesini, Türkiye'nin kendisi karşısında oluşmuş cepheye daha keskin biçimde destek vermeye başlamasına bağlaması yüzünden, IŞİD ile uzun bir sınırı bulunan ülkemiz tehlikenin hem yanı başında, hem de en fazla hiddetine maruz, maalesef...
Keşke, işin bu noktaya varabileceği en başından görülebilseydi. Keşke, Suriye'de rejim değişikliğine saplanan dikkatler yüzünden alınan kararlar işin bu yönünü ihmal etmeseydi. Keşke, "Aman ha, dikkat" diyenlere kulak verilebilseydi.
Dikkat eksikliği yüzünden yalnızca içimize yönelik bir terör dalgasını göğüslemek zorunda kalmıyoruz, arada geçen yıllar boyunca ülkemiz aleyhindeki cepheye gereksiz malzemeler de sağlamış bulunuyoruz.
Bizdeki bazı önemli isimlerle IŞİD arasında akıl almaz ilişkiler kurulması da cabası.
"Değer miydi?" derseniz, o kadar yıl yanlış yere bakılması yüzünden kaybedilen zamana da, o arada yapılan yayınlara da değmez derim.
Yapılması gereken
Şimdi yapılması gereken, serinkanlılığımızı ve sağduyumuzu kaybetmeden, geç de olsa öğrenilen gerçekler ışığında, etkili olabilecek yeni politikalar belirlemektir.
Fehmi Koru, Atatürk Havalimanı'ndaki saldırı sonrasında yazdığı yazısında "Terörün öğrettiği gerçekler" başlığı ile Garip, ama gerçek: Sahada gerileyen IŞİD daha tehlikeli yorumunu yaptı.
İşte Koru'nun yazısında dile getirdiği o dikkat çekici gerçek:
Büyük felâketlere uğrayan ülkelerde, insanlar, can kaybederler, kan kaybederler, ama daha önemlisi sağlıklı düşünme yeteneğini de kaybedebilirler. Sağduyularını yitirebilir, serinkanlı davaranamaz hale gelebilirler.
Gazeteleri okurken şu günlerde böylesine ciddi bir tehlikenin kıyısında dolaşıldığını fark ettim.
Şu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım: Şiddeti, silâhla sonuç almayı yöntem olarak belirlemiş örgütler, bunlara, malum, 'terör örgütü' deniyor, ölmeye hazır iki-üç militan bulabildikleri taktirde, istedikleri ülkeyi eylemleriyle sarsabilirler.
Paris, Brüksel, Ankara, İstanbul...
Ne kadar tedbir alınırsa alınsın, hiçbir ülke, terörist eylemlere karşı korunaklı değildir. Bir militanı yakalarsınız, örgüt –bu defa o olaydan da ders çıkarır ve planında değişikliğe gider– ikinciyi gönderir, o olmazsa üçüncüyü...
İstanbul'daki Atatürk Havalimanı'ndaki eylemi başarana kadar, eylemi planlayan örgütün kimbilir kaç militanı, uygulama safhasına varamadan güvenlik güçleri tarafından ele geçirilmiştir.
Fransa'da, Belçika'da, ABD'de meydana gelen terörist eylemlerin herbirinin Ankara ve İstanbul'da bizim yaşadığımız kanlı eylemlerden farklı yönleri vardı; ancak hepsini birbirine bağlayan temel bir özelliği de fark etmeliyiz: Bütün eylemler ölmeye hazır militanlar tarafından gerçekleştirildi...
Aradığım toplu tabloyu bugünkü Guardian gazetesinin başyazısında buldum: Türkiye'de bir yıldan biraz fazla bir süre içerisinde 300'den fazla insanın hayatını elinden alan 17 saldırı olayı yaşanmış...
Hemen hepsinin fâilleri, sebep oldukları eyleme kendilerinin de öleceğini bilerek giden, literatürde 'intihar komandosu' diye anılan tiplerdi.
Eğer 'örgüt ölmeye hazır militan buldukça eylemini ne yapar eder gerçekleştirir' gerçeğini kabul ediyorsak, o zaman daha serinkanlı değerlendirmeler yapma yoluna girebiliriz.
PKK da hâlâ öyle gençleri bulabiliyor, nevzuhur örgüt IŞİD/DEAŞ da... 11 Eylül'de (2001), el-Kaide tarafından ABD'deki hedefleri uçaklarla vurmaya gönderilen 19 genç de, eylemleri sonunda öleceklerini bilerek uçaklara bindiler.
Gençleri motive eden sebepler değişebilir, ama 'ölümü göze alarak yola çıktıkları' gerçeği değişmez.
Arkadan uydurulan gerekçe
İsrail'de 'İslâmi' etiketli eylemleri izleme amacıyla ülkenin istihbarat örgütlerinin yamacında faaliyet gösteren kurumlardan biri olan MEMRI'nin (Middle East Media Research Institute) direktörü Rafael Green, IŞİD'in İstanbul eylemi ile 'Türkiye-İsrail arasında yenilenen ilişkiler' arasında bir irtibat olup olmadığı sorusuna "Hiç sanmıyorum" cevabını vermiş...
Tespit doğru. Böylesine eylemler çok önceden planlanır ve planlanması bayağı uzun zaman alır.
Ancak, eylemin ardından, dün, IŞİD'in 'al-Naba' adlı resmi haber bülteninin, "Erdoğan Yahudi devletiyle bağlarını yeniliyor, Putin'den ilgi bekliyor" gibi bir şeyler yazdığını da öğrendim. (Sanıyorum al-Naba ve benzeri yayınları Türkiye istihbaratı da yakından izliyordur. Herhalde izliyordur. FK)
Eyleme arkasından uydurulan gerekçe olur mu? Oluyor işte. Bizde de bazı yorumcular benzer gerekçeleri benimseyerek temel gerçeğin gözlerden saklanmasına yol açıyorlar.
Böyle ortamlarda İsrail medyasına göz atmak, uzmanlarının görüşlerini gözden geçirmek yararlı olabiliyor.
Dina LisnYansky Bar İlan ve Hebrew üniversitelerinde 'terör' konusunda dersler veren bir uzman. Şu dediği önemli: "IŞİD savaş alanında yavaş yavaş mevzi ve zemin kaybediyor; bu da grubu başka ülkelerde terörist saldırılar düzenlemeye itiyor. Garip ama gerçek: Örgüt yerleşik olduğu yerlerde zayıfladıkça, adamlar terörü ihraç ediyorlar..."
Yani? Yanisi şu: Daha önce sorunlar yaşadığımız ülkelerle aramızı düzelttiğimiz için değil, ama IŞİD'in iddialarını savaş alanında eskisi kadar güçlü biçimde sürdürememesi yüzünden, dünyamız onun terörüne daha fazla maruz kalacağa benziyor.
Garip, ama gerçek: Sahada gerileyen IŞİD daha tehlikeli
Özellikle de, IŞİD'in, sahada gerilemesini, Türkiye'nin kendisi karşısında oluşmuş cepheye daha keskin biçimde destek vermeye başlamasına bağlaması yüzünden, IŞİD ile uzun bir sınırı bulunan ülkemiz tehlikenin hem yanı başında, hem de en fazla hiddetine maruz, maalesef...
Keşke, işin bu noktaya varabileceği en başından görülebilseydi. Keşke, Suriye'de rejim değişikliğine saplanan dikkatler yüzünden alınan kararlar işin bu yönünü ihmal etmeseydi. Keşke, "Aman ha, dikkat" diyenlere kulak verilebilseydi.
Dikkat eksikliği yüzünden yalnızca içimize yönelik bir terör dalgasını göğüslemek zorunda kalmıyoruz, arada geçen yıllar boyunca ülkemiz aleyhindeki cepheye gereksiz malzemeler de sağlamış bulunuyoruz.
Bizdeki bazı önemli isimlerle IŞİD arasında akıl almaz ilişkiler kurulması da cabası.
"Değer miydi?" derseniz, o kadar yıl yanlış yere bakılması yüzünden kaybedilen zamana da, o arada yapılan yayınlara da değmez derim.
Yapılması gereken
Şimdi yapılması gereken, serinkanlılığımızı ve sağduyumuzu kaybetmeden, geç de olsa öğrenilen gerçekler ışığında, etkili olabilecek yeni politikalar belirlemektir.