05 Eyl 2011 12:25 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:46

FEHMİ KORU, DENİZ FENERİ İLE İLGİLİ NEDEN UYARI ALDI?

Taha Kıvanç mahlası ile yazan Fehmi Koru bugün köşesinde çok ilginç bir olayı ve kendisine anlatılma sebebini yazdı...

Star gazetesindeki köşesinde Taha Kıvanç mahlasıyla kaleme aldığı bugünkü yazısında Fehmi Koru, son zamanlarda sık sık anlattığı bir anısını köşesine taşıdı.

CNN Türk’ün bir muhabirinin kendisine Deniz Feneri yetkililerini uyarması için ilginç bir olayı anlattığını yazan Koru, elindeki listede yer alan isimlere yanında taşıdığı çantadan çıkardığı bir deste parayı dağıtan kişinin kimliğini ve şimdi yargılanan Kanal 7 yöneticilerini bakın nasıl anlattı...

Oyun canımı sıkıyor...

Yıllar önce, o sıralar CNN-Türk’te yurtdışı haberler muhabiri olarak çalışan bir meslektaş, “Siz bu arkadaşları tanırsınız, uyarın” diyerek topluca gidilen Bosna-Hersek gezilerinden birinde cereyan eden bir olayı aktarmıştı:

Lobisinde bekleştikleri otelin girişindeki bir masada grup-dışı birinin oturduğunu ve masanın önünün de her geçen dakika genç yüzlerle kalabalıklaştığını görmüşler... Önüne gelenler, adama, isimlerini söylüyor, o da elindeki listede ismi bulunca yanına bir çentik attıktan sonra gösterişsiz bir çantadan çıkardığı bir demet parayı veriyormuş...

“Ne oluyoruz ya!” hayretine girmişler...

Sorunca şu gerçeği öğrenmişler: Gösterişsiz çantasında para dağıttığını gördükleri kişi Avrupa’daki Deniz Feneri örgütü yöneticilerindenmiş. Her ay Almanya’dan geliyor ve Bosna’da okuyan değişik milletlerden ihtiyacı olduğunu tespit ettikleri öğrencilere makul bir miktar bursu elden ödüyormuş...

O kadar... Ne imza, ne bir şey... Yüzlerce kişiye her ay yapılan burs ödemeleri...

Meslektaşın benden beklediği, örgüt yöneticilerine, “Şu işleri daha zarif bir biçimde, belgeleyerek yapın” tavsiyesinde bulunmamdı.

Almanya’daki Deniz Feneri e. V. örgütünün başına Alman istihbaratının yönlendirmesiyle çorap örülmesinden sonra, konuyu açan herkese, bu canlı tanıklığı anlatıyorum. Avrupa’nın hemen her ülkesinde, ABD’de ve Orta Asya cumhuriyetlerinde okuyan binlerce gence verdikleri bursların, o gençlerin kalması için satın aldıkları veya kiraladıkları binaların hesabını vermekte zorlanıyor Almanya’daki Deniz Feneri...

Daha önemlisi ise şu: Almanya’dakiyle aynı ismi taşıdığı için Türkiye’deki merkezin yöneticilerinin de, başlangıçta televizyonun Frankfurt’taki merkezinin bir bölümünü hizmetlerine tahsis ettikleri için Kanal-7 sorumlularının da başları ağrıyor...

Kendilerini tanıyanlar “Hiçbir şey göründüğü gibi değil” demek için ağızlarını açtıklarında, birileri tarafından ayıplanıyor; hem de ‘Ergenekon’ süreciyle paralellik kurularak... “Ergenekon konusunda sesiniz çıkmıyor ama...” denilerek...

Hatta hükümete lâf söyleyemeyenler için yeni av sahası haline dönüştü ‘Deniz Feneri’ davası... Saygın hukukçuların yaptığı itirazları dikkate alarak, yargı kurumuna gölge düşmemesi için HSYK’nın aldığı tedbir kararlarını, kimden ve nasıl çıktığı belli olmayan, muhalif ağızların yaygın kullanıma soktuğu ‘içeriden bilgi’ iddialarını evirip çevirerek ısıtıp duruyorlar...

Alman istihbaratı kimbilir ne kadar seviniyordur, her şey hesaplarına uygun gelişiyor diye...

Sadece Avrupa’da dört bin burslusu varmış Deniz Feneri e.V.’nin... Herbiri birden fazla dil öğrenen, Batılı üniversitelerde iyi eğitimler alan gençler umarım bütünüyle sahipsiz kalmamıştır; “Nasıl ay sonunu getireceğiz?” diye düşünmesinler, yalnızca eğitimleriyle ilgilenebilsinler diye onlara burs sağlayan Deniz Feneri e. V.’ydi...

Hem de derenin taşıyla derenin kuşunu vurarak gerçekleştiriyordu hizmetlerini; başka hizmetler yanında Avrupa’dan toplanan paralarla Avrupa’da okuyan gençleri de destekleyerek...

‘Bir taşla iki kuş vurmak’ buna denir işte: Zihinlere kuşku tohumları düşürerek hamiyet duygularını köreltmek vurdukları ilk kuş; hayırlı hizmetleri desteksiz bırakmak da ikincisi...

Frankfurt’taki eyalet mahkemesinde görüldü Almanya’daki dava; tanıklar Alman istihbarat görevlileriyle onların bugünler için devşirdiği kişilerdi. Frankfurt’taki mahkeme “Bizimle anlaşın, az cezayla mahkemesiz çözelim şu işi” teklifi kabul edilmesine rağmen, her akşam televizyonlardan yayınlanmasını sağlayarak haftalar boyu sürdürdü yargılamayı...

Bosna’daki buslu öğrencilere yapılanlara benzer kayıtsız ödemeler gibi basit usulsüzlükler büyütüldü de büyütüldü. Dahası, ceza alanlara söz verilen ‘iyi hal karşılığı erken tahliye’ sözleri de tutulmadı.

Aynı mahkeme, 28 Şubat’a gidilen dönemde, 1997 ocak ayında, yargıladığı -bazısı Türk- uyuşturucu kaçakçılarının ağzından çıkmadığı halde, “Bu işin arkasında hükümetin güçlü bir bakanı var” iddiasını da ortaya atmıştı; Refahyol Hükümeti’ni suçlayarak...

İbretlik bir olay bu...