29 Kas 2011 10:35
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:05
FEHMİ KORU, AHMET HAKAN'A YANIT VERDİ! LALE DEVRİ SONA ERDİ, MEDYACI ARKADAŞLAR!
Time dergisindeki yazıyla birlikte başlayan korku polemiği devam ediyor. Fehmi Koru Ahmet Hakan'a ne yanıt verdi?
Dün medya Mahallesi’nde Ayşenur Arslan’ın sorusu üzerine Ahmet Hakan, "En çok korkan Fehmi Koru" açıklamasından sonra bugün Taha Kıvanç imzasıyla Fehmi Koru Star gazetesindeki köşesinden yanıt verdi.
İşte o yazı...
Lâle Devri sona erdi, medyacı arkadaşlar...
Bazılarıma verdikleri tepkiler ilginç: Arkadaşlar aslında korkmuyor, hatta korkanların ‘büyük gazeteci’ olamayacağına inanıyorlar imiş... Korkan başkalarıymış; “Tayyip Bey korkusu medya dağlarını titretiyor” diyor biri... “Korkuyorum” diyene “Korkma arkadaş, gazeteci milleti korksa da mücadele eder” aklını vermeyi ‘ahlâksızlık’ saydıklarını da bu sayede öğrenmiş olduk.
Ne güzel... Etrafa ahlâk dersi vermeye kalkıştığına göre, içinde hâlâ bir şeyler var demek...
Olayın başlangıcını hatırlatayım: Amerikan TIME dergisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kapak yapacağı sayı için muhabirlerini Türkiye’ye gönderdi. Muhabirlerden biri, iki ‘büyük’ gazetecinin, ‘ismini vermemesi şartıyla’ kendisiyle konuştuklarını yazdı. Korkuyorlarmış çünkü... Köhnemiş ‘amiral gemisi’nin üç yazarı, birer gün arayla, “Kimmiş bu isimlerini vermeye korkan büyük gazeteciler?” sorusunu işledikleri yazılar yazdılar...
Kendileri ‘büyük yazar’ ya... Ben de bundan hareketle, amaçlarının, “TIME’a konuşan ben değilim” mesajı vermek olduğunu çıtlattım. Patronları çok hassas, önalmak niyetiyle böyle bir yola başvurmalarını doğal karşıladığım için...
Vaktiyle kendisine “Siz bu gazetenin hisse senetlerinin sahibisiniz, gazete bizim” diye çıkışanlara hak verdiği bilinen Aydın Doğan’ın, son zamanlarda, masaya vurarak, “Bu gazeteler, kanallar benim, benden habersiz kuş uçmayacak” dediğini duymuşluğum var da ondan...
Gazeteciliğin zor zamanlarını hatırlatıp “Gazeteci cesur olur” dememden neden rahatsızlık duydular acaba? Gazetecilik dünyanın en tehlikeli mesleklerinin başında geliyor. Her yıl çok sayıda meslektaş hayatını savaşlarda, toplumsal olaylarda kaybediyor; tetikçilerin namlusuna hedef olanlar da az değil.
Buna rağmen ‘gazetecilik’ cazibesini yitirmiyor; savaş veya iç çatışma olan ülkeye gidip hayatını kaybeden muhabirin yerine geçmek üzere sıraya giriyor gazeteciler... Tetikçilerin cirit attığı ortamlarda söyleyeceği sözü olan o sözünü sakınmıyor.
Geçmişte de böyleydi bu, bugün de böyle...
Dersim üzerine patlayan tartışmalarda adı sık geçen İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda gazeteci yargılandı, çoğu haksız yere... Başına buyruk, hukukçu da olmayan üyelerden oluşuyordu mahkemeler, savunma hakkı vermiyor, karar için delile gerek de duymuyordu. Herbiri ‘Ali kıran başkesen’e dönüştüğü için görevlerine de son verilemiyordu.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya’da (s. 406), sonunda üyelerine birer Benz otomobil hediye ederek Atatürk’ün mahkemeyi ilga ettiğini yazar... “Şevket Süreyya Aydemir, Ahmet Emin Yalman bile yargılandı İstiklâl Mahkemeleri’nde” diyeyim de durumu siz anlayın.
İstiklâl Mahkemeleri basın üzerinde her an tepelere düşmeye hazır bir kılıç gibi çalışır, bazı yazarların kalemleri kırılırken gazeteciler sindi mi sanıyorsunuz? Hayır, muhalif gazeteler de, muhalif gazeteciler de her daim oldu.
Tıpkı bugün olduğu gibi...
Gazeteci olup da “Korkuyorum” demek, “Ben korkmuyorum, ama Tayyip Erdoğan korkusu medya dağlarını inletiyor” savunmasına başvurmak... ‘Büyük’ veya ‘küçük’ ölçüsünün ne anlama geldiğini bilmem, ama böyle davranan ‘iyi gazeteci’ de değildir, ‘ahlâklı gazeteci’ de...
Hükümetin yanlışlarını yazarsın... Siyasilerin uygulamalarını beğenmez eleştirirsin... Doğrularını ve beğendiklerini de belirtip haklının hakkını teslim ettiğin gibi...
Şimdi olanı, ancak bir başka açıdan baktığımızda anlayabiliriz: Geçmişte, yani ülke seçilmiş siyasiler tarafından değil de asker-sivil bürokrasiyle içinde medya patronlarının da bulunduğu işadamları koalisyonu tarafından yönlendirilirken, gazetecilik ‘siyasete ve siyasilere muhalefet’ yapmaktı.
‘Büyük gazeteci’ olmak için siyasileri sindirecek kalem gücüne sahip olmak gerekiyordu.
Seçilmişleri dünyaya geldiğine pişman edecek, pusulalarını şaşırtacak kadar sarsanlardan oluşuyor halen medyanın en önemli koltukları...
Devran değişti, ‘gölge hükümeti’ oluşturan koalisyon eskisi kadar etkili olamıyor; eski düzenin gazetecileri de bu yeni döneme ayak uyduramıyor. Sorun da işte buradan kaynaklanıyor.
Lâle Devri’nin sona erdiğini hâlâ görmeyen devşirmeler gibiler...
İşte o yazı...
Lâle Devri sona erdi, medyacı arkadaşlar...
Bazılarıma verdikleri tepkiler ilginç: Arkadaşlar aslında korkmuyor, hatta korkanların ‘büyük gazeteci’ olamayacağına inanıyorlar imiş... Korkan başkalarıymış; “Tayyip Bey korkusu medya dağlarını titretiyor” diyor biri... “Korkuyorum” diyene “Korkma arkadaş, gazeteci milleti korksa da mücadele eder” aklını vermeyi ‘ahlâksızlık’ saydıklarını da bu sayede öğrenmiş olduk.
Ne güzel... Etrafa ahlâk dersi vermeye kalkıştığına göre, içinde hâlâ bir şeyler var demek...
Olayın başlangıcını hatırlatayım: Amerikan TIME dergisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kapak yapacağı sayı için muhabirlerini Türkiye’ye gönderdi. Muhabirlerden biri, iki ‘büyük’ gazetecinin, ‘ismini vermemesi şartıyla’ kendisiyle konuştuklarını yazdı. Korkuyorlarmış çünkü... Köhnemiş ‘amiral gemisi’nin üç yazarı, birer gün arayla, “Kimmiş bu isimlerini vermeye korkan büyük gazeteciler?” sorusunu işledikleri yazılar yazdılar...
Kendileri ‘büyük yazar’ ya... Ben de bundan hareketle, amaçlarının, “TIME’a konuşan ben değilim” mesajı vermek olduğunu çıtlattım. Patronları çok hassas, önalmak niyetiyle böyle bir yola başvurmalarını doğal karşıladığım için...
Vaktiyle kendisine “Siz bu gazetenin hisse senetlerinin sahibisiniz, gazete bizim” diye çıkışanlara hak verdiği bilinen Aydın Doğan’ın, son zamanlarda, masaya vurarak, “Bu gazeteler, kanallar benim, benden habersiz kuş uçmayacak” dediğini duymuşluğum var da ondan...
Gazeteciliğin zor zamanlarını hatırlatıp “Gazeteci cesur olur” dememden neden rahatsızlık duydular acaba? Gazetecilik dünyanın en tehlikeli mesleklerinin başında geliyor. Her yıl çok sayıda meslektaş hayatını savaşlarda, toplumsal olaylarda kaybediyor; tetikçilerin namlusuna hedef olanlar da az değil.
Buna rağmen ‘gazetecilik’ cazibesini yitirmiyor; savaş veya iç çatışma olan ülkeye gidip hayatını kaybeden muhabirin yerine geçmek üzere sıraya giriyor gazeteciler... Tetikçilerin cirit attığı ortamlarda söyleyeceği sözü olan o sözünü sakınmıyor.
Geçmişte de böyleydi bu, bugün de böyle...
Dersim üzerine patlayan tartışmalarda adı sık geçen İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda gazeteci yargılandı, çoğu haksız yere... Başına buyruk, hukukçu da olmayan üyelerden oluşuyordu mahkemeler, savunma hakkı vermiyor, karar için delile gerek de duymuyordu. Herbiri ‘Ali kıran başkesen’e dönüştüğü için görevlerine de son verilemiyordu.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya’da (s. 406), sonunda üyelerine birer Benz otomobil hediye ederek Atatürk’ün mahkemeyi ilga ettiğini yazar... “Şevket Süreyya Aydemir, Ahmet Emin Yalman bile yargılandı İstiklâl Mahkemeleri’nde” diyeyim de durumu siz anlayın.
İstiklâl Mahkemeleri basın üzerinde her an tepelere düşmeye hazır bir kılıç gibi çalışır, bazı yazarların kalemleri kırılırken gazeteciler sindi mi sanıyorsunuz? Hayır, muhalif gazeteler de, muhalif gazeteciler de her daim oldu.
Tıpkı bugün olduğu gibi...
Gazeteci olup da “Korkuyorum” demek, “Ben korkmuyorum, ama Tayyip Erdoğan korkusu medya dağlarını inletiyor” savunmasına başvurmak... ‘Büyük’ veya ‘küçük’ ölçüsünün ne anlama geldiğini bilmem, ama böyle davranan ‘iyi gazeteci’ de değildir, ‘ahlâklı gazeteci’ de...
Hükümetin yanlışlarını yazarsın... Siyasilerin uygulamalarını beğenmez eleştirirsin... Doğrularını ve beğendiklerini de belirtip haklının hakkını teslim ettiğin gibi...
Şimdi olanı, ancak bir başka açıdan baktığımızda anlayabiliriz: Geçmişte, yani ülke seçilmiş siyasiler tarafından değil de asker-sivil bürokrasiyle içinde medya patronlarının da bulunduğu işadamları koalisyonu tarafından yönlendirilirken, gazetecilik ‘siyasete ve siyasilere muhalefet’ yapmaktı.
‘Büyük gazeteci’ olmak için siyasileri sindirecek kalem gücüne sahip olmak gerekiyordu.
Seçilmişleri dünyaya geldiğine pişman edecek, pusulalarını şaşırtacak kadar sarsanlardan oluşuyor halen medyanın en önemli koltukları...
Devran değişti, ‘gölge hükümeti’ oluşturan koalisyon eskisi kadar etkili olamıyor; eski düzenin gazetecileri de bu yeni döneme ayak uyduramıyor. Sorun da işte buradan kaynaklanıyor.
Lâle Devri’nin sona erdiğini hâlâ görmeyen devşirmeler gibiler...