08 Mar 2013 09:37
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:04
FATİH ALTAYLI'DAN BAŞBAKAN'A DESTEK; ''O TUTANAKLAR ÖNÜME GELSE YAYINLAMAZDIM''
Gazete Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, İmralı zabıtları konusundaki sessizliğini bozdu.
Tutanaklar eksik ve sırası değişmiş
İMRALI tutanakları diye bilinen ve Öcalan ile adaya giden BDP heyeti arasındaki konuşmaların bir bölümü olduğu iddia edilen metnin yayınlanması hakkında herkes bir şeyler söyledi.
Kendi adıma sessiz kalmayı, bu konuda bir şey söylememeyi yeğledim.
Siz okurlardan da bu konudaki sessizliğimin nedenini ve böyle bir haber karşısında tavrımın ne olacağını soranlar oldu.
Madem bu kadar merak ediliyor, söyleyeyim.
İmralı tutanakları olduğu söylenen o metin, o haliyle benim önüme gelseydi, ben o metni yayınlamazdım.
Bunun birkaç nedeni var.
Birincisi, görüşmenin tamamı o metinde yer almıyor. Başkaları tarafından kesilip biçilmiş, edit edilmiş bir metne güvenmezdim. Bunun örneklerini gördük yakın geçmişte. Bir telefon konuşmasından parçalanarak alıntılanmış ve yazılı hale getirilmiş bir metnin, nasıl bir anlam çarpıklığına uğradığını, cümlelerin bağlamından kopunca nasıl farklı anlamlara çekilebileceğini geçmişte yaşadık.
Aynı şeyin İmralı tutanaklarının başına gelmiş olması ihtimali yüksekti.
Konuşmaların, cümlelerin veya sorulara verilen yanıtların, yapılan yorumların sırasında yapılacak bir değişikliğin farklı anlamlar ifade etmesi mümkündü.
Elbette “Bundan gazeteciye ne”?
Sıradan bir konuda “Bundan gazeteciye ne?” demek geçerli olabilir.
Ama Türkiye’nin 30 yıldır ilk kez yakaladığı bir fırsatın bu şekilde sıkıntıya uğramasından da doğrusu üzülürüm.
Ve tabii bir de bu metni kafasına göre şekillendirmiş olanlar tarafından kullanılma ihtimali de benim gazetecilik anlayışıma sığmaz.
Bu yüzden tutanakları yayınlamazdım diye düşündüm hep.
Ve bugün bu düşüncemde çok haklı olduğumu da biliyorum.
Çünkü uzun bir konuşmanın ya da sohbetin kısa bir süresini kapsayan bu tutanakların farklı bir dizilim içinde sızdırıldığını, konuşmanın bazı bölümlerinin aradan çıkarıldığını artık biliyorum.
Kimse de yanlış anlamasın.
Milliyet’in bu konudaki editoryal tercihini de eleştirmek gibi bir niyetim yok.
Yanlış yaptılar veya doğru yaptılar diyecek pozisyonda değilim.
Ben sadece kendi bakış açımı anlatıyorum. Onlar da benim yaptığım pek çok şeyi yapmayabilirler.
Hepimiz aynı düşüneceğiz diye bir kural yok.
Allah tarafından da yok.
Ve inşallah da asla böyle bir mecburiyetimiz olmaz.
Fatih Altaylı’nın yazısının tamamı için tıklayın
İMRALI tutanakları diye bilinen ve Öcalan ile adaya giden BDP heyeti arasındaki konuşmaların bir bölümü olduğu iddia edilen metnin yayınlanması hakkında herkes bir şeyler söyledi.
Kendi adıma sessiz kalmayı, bu konuda bir şey söylememeyi yeğledim.
Siz okurlardan da bu konudaki sessizliğimin nedenini ve böyle bir haber karşısında tavrımın ne olacağını soranlar oldu.
Madem bu kadar merak ediliyor, söyleyeyim.
İmralı tutanakları olduğu söylenen o metin, o haliyle benim önüme gelseydi, ben o metni yayınlamazdım.
Bunun birkaç nedeni var.
Birincisi, görüşmenin tamamı o metinde yer almıyor. Başkaları tarafından kesilip biçilmiş, edit edilmiş bir metne güvenmezdim. Bunun örneklerini gördük yakın geçmişte. Bir telefon konuşmasından parçalanarak alıntılanmış ve yazılı hale getirilmiş bir metnin, nasıl bir anlam çarpıklığına uğradığını, cümlelerin bağlamından kopunca nasıl farklı anlamlara çekilebileceğini geçmişte yaşadık.
Aynı şeyin İmralı tutanaklarının başına gelmiş olması ihtimali yüksekti.
Konuşmaların, cümlelerin veya sorulara verilen yanıtların, yapılan yorumların sırasında yapılacak bir değişikliğin farklı anlamlar ifade etmesi mümkündü.
Elbette “Bundan gazeteciye ne”?
Sıradan bir konuda “Bundan gazeteciye ne?” demek geçerli olabilir.
Ama Türkiye’nin 30 yıldır ilk kez yakaladığı bir fırsatın bu şekilde sıkıntıya uğramasından da doğrusu üzülürüm.
Ve tabii bir de bu metni kafasına göre şekillendirmiş olanlar tarafından kullanılma ihtimali de benim gazetecilik anlayışıma sığmaz.
Bu yüzden tutanakları yayınlamazdım diye düşündüm hep.
Ve bugün bu düşüncemde çok haklı olduğumu da biliyorum.
Çünkü uzun bir konuşmanın ya da sohbetin kısa bir süresini kapsayan bu tutanakların farklı bir dizilim içinde sızdırıldığını, konuşmanın bazı bölümlerinin aradan çıkarıldığını artık biliyorum.
Kimse de yanlış anlamasın.
Milliyet’in bu konudaki editoryal tercihini de eleştirmek gibi bir niyetim yok.
Yanlış yaptılar veya doğru yaptılar diyecek pozisyonda değilim.
Ben sadece kendi bakış açımı anlatıyorum. Onlar da benim yaptığım pek çok şeyi yapmayabilirler.
Hepimiz aynı düşüneceğiz diye bir kural yok.
Allah tarafından da yok.
Ve inşallah da asla böyle bir mecburiyetimiz olmaz.
Fatih Altaylı’nın yazısının tamamı için tıklayın