"FATİH ALTAYLI YALAN YAZAR!... ALLAH AKIL FİKİR VERSİN CİNER'E!..." EMRE AKÖZ'DEN FATİH ALTAYLI'YA SALVO!...
Turgay Ciner'in çıkaracağı gazetenin yayın yönetmeni işte böyle bir kişi olacak! Allah akıl fikir versin. (Hem ona, hem de koltuğu teslim edene.)
Lakap meselesi ve yalancı yazar
Lakap meselesinden daha önemli bir nokta var: Gerçek! Yani yalan yazmamak.
Konu önemli: Çünkü lakap takmadan da çamurlu yollara sapılabilir. İşte örneği.
Dün 'Borat' demiştik, bugün adını koyalım. Fatih Altaylı'nın ilk cümlesi şöyle: "Benim de gerçekleri yazmam şart oldu."
Peki, neymiş bu gerçek?
Daha ikinci cümlede aslında en ufak bir hakikat arayışı içinde olmadığını öğreniyoruz:
"Ben orada yoktum ama içerde ne olup bittiğini birinci ağızdan dinlediğim için biliyorum."
Kendi ağzıyla söylüyor: Orada yokmuş ama gerçeği biliyormuş.
Haberciliği indirdiği düzeye bakın!
Kahvelerde millet konuşur ya: "Benim eniştenin işyerinde, kayınçosu subay olan bir çaycı varmış, onun dediğine göre, yakında bedelli askerlik çıkacakmış."
Belli ki hayal gücü geniş bir "tezgahtarla" karşı karşıyayız.
Altaylı "kaynağının" adını vermediğine göre, bu kişinin suçunu kendisi üstleniyor. Ancak alışıktır o!
Daha geçen yıl, Dağlıca saldırısından sonra kaçırılan 8 asker olayında da aynı şey olmuştu.
İşte bir kez daha aynı konuma düştü: "Kullanılan gazeteci!"
(Adamlar nasıl da dalga geçiyordur: "Söyledik Fatih'e, ikiletmedi, şıp diye yazdı. Biraz bozuldu ama önemli değil, başka bir zaman da doğru haber veririz, sevinir.")
Önümüzde iki şık var:
1) Ya yine tongaya bastı.
2) Ya da oyuna dahil. Yani bilerek, isteyerek bu işe girdi. Yarın karşılığını almak üzere, "dostum" dediği adama bugünden kıyak geçiyor.
Şıkların ikisi de birbirinden kötü. Ama vardığı netice aynı: "Altaylı yalan yazar."
Turgay Ciner'in çıkaracağı gazetenin yayın yönetmeni işte böyle bir kişi olacak!
Allah akıl fikir versin. (Hem ona, hem de koltuğu teslim edene.)
EMRE AKÖZ/ SABAH