Fatih Altaylı: Hapse atılmamış olduğum için özür dilerim
İşsiz bırakılan gazeteciler ve medyaya baskıyı konu alan 'Persona Non Grata' belgeselinde yer alan Altaylı'dan, belgeseldeki varlığını eleştiren Ahmet Şık ve Tuğçe Tatari'ye yanıt geldi.
Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün desteğiyle Tuluhan Tekelioğlu
tarafından çekilen 'Persona Non Grata' belgeselinde yer alan Ahmet
Şık ve Tuğçe Tatari'nin eleştirilerine Fatih Altaylı'dan yanıt
geldi. İşsiz bırakılan gazeteler ile medyaya baskıyı konu alan
belgeselde konuşan Altaylı dahil bazı isimlerin "mağdur eden"
olduğunu söyleyen Şık ve Tatari'nin ifadelerine karşı
Altaylı, "Gazeteci bir arkadaşımı kırmamak için konuştum.
Yaşadıklarımı anlattım. Hapse atılmamış olduğum için bu
meslektaşlarımdan özür dilerim" sözleriyle yanıt verdi.
"Persona Non Grata!" belgeselini izlemek için tıklayın...
'Persona Non Grata'nın pazar günü yapılan ilk gösterimi ardından
belgeselde konuşmalarına yer verilen Ahmet Şık ve Tuğçe Tatari,
belgeseli eleştiren açıklamalar yaptı. Şık filmde Aydın Doğan,
Derya Sazak ve Fatih Altaylı'nın varlığını "Eşit değiliz" diyerek
eleştirirken, Tatari "Ödediğim bedelleri 'o adamların'
ödedikleriyle eşleştirmem" ifadesini kullandı.
Kamuoyunda "Alo Fatih" olarak anılan ses tapelerinde konuşmaları
geçen eski HaberTürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı,
belgeselin yönetmenine "Belgeselde konuşmasının doğru olmayacağını
söylediğini" dile getirdi. Tekelioğlu'nun ısrarı üzerine konuşmayı
kabul ettiğini söyleyen Fatih Altaylı, Şık ve Tatari için "Onların
yerinde olsaydım beğenmedikleri kişilerle aynı belgeselde yer
almayı baştan reddederdim" dedi. Kendini "Tüm medya yöneticilerinin
'yalan' söylediği ya da doğruya benzer şeyleri ancak kovulduktan
sonra söylemeye cesaret edebildiği şeyleri bir gazetenin
başındayken açık açık söyleyen tek yayın yönetmeniyim" sözleriyle
savunan Fatih Altaylı, yaklaşık bir yıl tutuklu bulunan Ahmet
Şık'ın yaşadıklarına referansla "Hapse atılmamış olduğum için bu
meslektaşlarımdan özür dilerim" ifadesini kullandı.
Fatih Altaylı'nın Gazeteciler.com'da yayımlanan (5 Mayıs 2015)
açıklamasının tam metni şöyle:
Sevgili Tuluhan Tekelioğlu'nun yapımcısı olduğu Persona Non Grata
isimli belgeslden sonra yükselen itirazları gördükten sonra, bu
konuda bir kaç şey söyleme gereği hissettim.
Öncelilkle belirtmek isterim ki, bahse konu belgeselde yer almak
gibi bir arzum ya da bazılarının oynamaya bayıldığı mağduriyet
başrolüne ortak olmak gibi bir arzum hiç olmadı.
İşsiz kaldığı bir dönemde yeteneğine güvenerek birlikte program
yapma önerisi götürdüğüm ve bu vesileyle iyi bir televizyon yüzü
kazanmamıza aracı olduğum sevgili arkadaşım Tuluhan Tekelioğlu
böyle bir belgeselde konuşmamı istediğinde, kendisine bunun doğru
olmayacağını kendisine söyledim. O ise bu dönemde çok şeye tanık
olduğumu ve bunları paylaşmamın çok önemli olduğunu belirterek
ısrar etti.
Gazeteci bir arkadaşımı kırmamak için konuştum. Yaşadıklarımı
anlattım. Tüm medya yöneticilerinin ''yalan'' söylediği ya da
doğruya benzer şeyleri ancak kovulduktan sonra söylemeye cesaret
edebildiği şeyleri bir gazetenin başındayken açık açık söyleyen tek
yayın yönetmeniyim.
Gazetenin başında olduğum dönemde baskılara karşı verdiğim
mücadelenin en yakın tanığı çalışma arkadaşlarımdır. Ancak ben o
gazetenin ne sahibiydim, ne de tek karar vericisi.
Çalışma arkadaşlarım ''Bizi bırakma'' dediği için görevimi
sürdürdüm ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.
Ayrılmamdan sonra olanlar malumunuzdur herhalde.
Persona Non Grata belgeslinde yer almamla ilgili itiraz eden bir
iki kişiye sayenizde kulak verdim. Kendilerince haklı nedenleri
olabilir.
Onların yerinde olsaydım beğenmedikleri kişilerle aynı belgeselde
yer almayı baştan reddederdim. Daha gerçekçi bir tavır olurdu.
Şunu da belirtmek isterim ki, başında bulunduğu gazeteye el
konulmuş, kurucusu olduğu gazetenin yayın yönetmeniliğini bırakmak
noktasına gelmiş, köşesini aylardır kapatmış bir gazetece olarak
asla mağdur edebiyatı yapmadım. Yapmam da.
Benim geldiğim kültür 20. yüzyıl başında Balkanlarda milyonlarcası
katledilmiş olmasına, Anadolu'da yüzbinlercesi milliyetçilik
ateşiyle başkaldıran etnik grupların saldırılarıyla öldürülmüş
olmasına rağmen ''Soykırıma uğradık'' demeyen ve yaşadıklarını
konjontürel bir durum olarak gören bir ulusun kültürdür.
Mağduriyet maskesi arkasına saklanarak bundan çıkar veya avantaj
elde etmeye çalışanların bunu anlaması mümkün değildir.
''Beni hapse attılar'' vurgusu ile kimlerin mağduriyet çıkarcılığı
yaptığına dikkat ederseniz, ne demek istediğimi anlarsınız. Bunun
siyesette de, bizim mesleğimizde de kullanılıyor olması kullananlar
adına utanç vericidir.
İtirazcılardan birinin dönemin başbakanı ile yaptığım programda
soru sormadığımı iddia etmesi ve bunu benim sözlerimi çarpıtarak
gündeme getirmesi de bu kişinin sadece mağdur edebiyatı konusunda
değil, başka alanlarda da en az siyasetçiler kadar çirkin bir tutum
içinde olduğunu göstermektedir.
Ben o programda soru sormadığımı değil, bazılarının beklediği gibi
başbakanla kavga etmeye çıkmadığımı söyledim. Ben o programda soru
sormamış olsa idim, dönemim başbakanının Beşiktaş iskelesinde
vapurdan inen kızlı erkekli gruplardan rahatsız olduğunu, içki içen
herkesin alkolik olduğunu düşündüğünü, AKP'ye oy verenlerin ise bu
durumdan müstesna olduğunu, öğrenmemiş olacaktınız.
Dönemin başbakanının iki alkolikten kastının Atatürk ve İnönü olup
olmadığını, Atatürk Havalimanı ve Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkma
isteğinin dönemin Başbakanı'nın bu isme olan antipatisinden
kaynaklanıp kaynaklanmadığını da o programda benden başka kendisine
soran olmadığını hatırlatmak isterim.
Kısacası 30 küsur yıllık meslek hayatım hatasyla sevabıyla gözler
önündedir. Hapse atılmamış olduğum için bu meslektaşlarımdan özür
dilerim. Bunu kabahati bende değil, savcılarda ve hâkimlerde olsa
gerek. Çünkü cemaat konusunda onca aleyhte yazım arşivlerde duruken
beni es geçmiş olmaları gerçekten ayıp olmuş.