Faruk Bildirici'den medyaya dair çarpıcı sözler! Bataklıkta gül yetiştirmeye çalışıyoruz!
"Günahlarımızda Yıkandık" isimli son kitabında Türkiye medyasının sorunlarını gözler önüne seren Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici verdiği röportajda çarpıcı açıklamalar yaptı.
Hürriyet gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, cumhurbaşkanlığı
uçağında yer alan gazetecilere ilişkin olarak, "Uçağa kabul edilen
gazeteciler bir misyonu kabul etmiş oluyorlar. Misyon nedir? O
uçağın kuralları var. Gazeteci her şeyi sormaz orada. Üzgünüm ama
bu yapılan bir gazetecilik faaliyeti değil" dedi.
Bildirici, Cumhuriyet'teki yönetim değişikliğine ilişkin olarak,
"Bu tartışmaların Cumhuriyet’i yıprattığını düşünüyorum. Öyle ya da
böyle Cumhuriyet bir şekilde yıpranıyor. Onun dışında çok da fazla
bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü öyle bir kavga ki bu kavgada
bir şey söylediğiniz zaman taraf haline gelmiş oluyorsunuz"
ifadesini kullandı.
Hürriyet Gazetesi’nin Okur Temsilciliği (ombudsman) görevini
yürüten gazeteci Faruk Bildirici’nin son kitabı “Günahlarımızda
Yıkandık: Örneklerle Gazetecilik Meslek Etiği”, Ayrıntı Yayınları
aracılığıyla okurlarla buluştu.
İşte Duvar'dan Serkan Alan'a konuşan Bildirici'nin o
söyleşisi:
‘KİTAPTA BÜTÜN GÜNAHLARIMIZ YOK’
“Günahlarımızda Yıkandık” medyada yaşananları ayrı ayrı
başlıklarla incelemesinin yanı sıra öğretici bir kitap.
Gazeteciliğe ve hakim medyaya dair okuyucuları nelerin beklediğini
sizden dinleyelim.
Eğer iletişim camiasından birileriyse okuyanlar içerisinde
bulundukları sorunları derli toplu biçimde, farklı bir gözle
incelenmiş biçimiyle bu kitapta bulacaklardır. Okuyanlar yalnızca
medya tüketicisiyse medyayı çok farklı bir gözle, üzeri örtülen,
görmezden gelinen bir takım sorunları olanca açıklığı ve samimi bir
dille sergilemiş bir kitapla karşı karşıyalar… Bu çalışmayla
hedefim hataların üzerini örtmek değil tam tersine hataları açmak,
irdelemek, nedenlerini ortaya koymak ve oradan da o hataların
yapılmayacağı bir sürece evrilmesine katkı sağlamak. Elbette
kitapta bütün günahlarımız yok. Bunu açık yüreklilikle söylemek
lazım. Mümkün olduğu kadarıyla her şeyi yazmaya çalıştım. Hürriyet
Gazetesi Ombudsmanı olarak yazdığım hatalar, eksikler ya da
doğrular elbette Hürriyet’e özgü hatalardı ama baktığınızda sadece
Hürriyet’e özgü olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Hürriyet
bu ülkede yakın zamana kadar ana akım medyayı temsil ediyordu.
Hürriyet’te yapılan, tekrar edilen bütün hatalar tüm medyada
karşılaştığımız hatalar. Kitapta sergilenen hatalara, eksiklere ve
bir takım çarpıklıklara bütün Türkiye medyasının yanlışları ve
eksikleri diye bakmakta fayda var.
‘GÜNAHLARDA YIKANDIK AMA ARINDIK DEMEDİM’
Kitapta yer almayan ve kitap yazım sürecinden sonra da işlenmiş
günahlara dair ne söylemek istersiniz?
Kitapta, “Günahlarda yıkandık ama arındık” demedim. “Arınma çabası”
dedim. Ben bu arınma çabasını sergiledim, hâlâ da sergiliyorum.
Bizim günahlarımızın birçok nedeni var. Sadece birkaç gazeteci
arkadaşımın dikkatsizliğinden kaynaklı günahlar olsa işimiz çok
kolay olurdu. O arkadaşlarımızı uyarır sorunları çözerdik. Hem
gazetecilerin etiğe dikkat etmemeleri gibi sorunlar var, hem de
medyanın sahipliğinden kaynaklanan yapısal problemleri var. Ayrıca
bir de Türkiye’nin demokrasi sorunları var. Bizim şu anda
uğraştığımız, gazetecilik yapmaya çalıştığımız zemin, maalesef
demokrasi ve özgürlüklerin hakim olduğu bir zemin değil. Biliyoruz
ki gazetecilik, habercilik demokrasinin olduğu bir zemin ister.
Geçenlerde bir toplantıda Kadri Gürsel arkadaşım söylemişti,
“Bataklıkta gül yetişmez” diye, çok doğru. Ama biz yine de
bataklıkta gül yetiştirmeye çalışıyoruz. Medyanın geneline
baktığımızda doğru düzgün habercilik yapılmıyor ama yapmaya çalışan
insanlar var ve hâlâ gazeteciliği dimdik ayakta tutmaya çalışan
medya kuruluşları var.
‘DARBE KOŞULLARINDA BİLE GAZETECİLİK YAPMAYA ÇALIŞAN
İNSANLAR VARDI’
Ben gazeteciliğe 12 Eylül koşullarında başladım. O koşullarda bile
ben ve birçok arkadaşım gazetecilik yapmaya çalışıyorduk. Benim
gazetecilikte aldığım ilk ödül, 1981 yılında Mamak Cezaevi’ndeki
askeri mahkemelerle ilgili yazdığım iki haberdi. Haberin birisinin
başlığı, “İki ayrı davada iki ayrı sanık aynı kişiyi öldürmekten
yargılanıyor”, diğerinin başlığı da “Bir sanık yaşayan bir kişiyi
öldürdüğü savıyla yargılanıyor” idi. Bu haberlerle Çağdaş
Gazeteciler Derneği haber ödülünü aldım. Biz 12 Eylül döneminde
Cumhuriyet Gazetesi’nde 12 Eylül işkencelerini yazdık,
yazabiliyorduk. O askeri darbe koşullarında bile gazetecilik
yapmaya çalışan insanlar vardı. Bugün de var ama elbette yeterli
değil.
‘AYKIRI SORU SORMAK İŞTEN ATILMA NEDENİ OLABİLİYOR’
Meslekte 38 yılı geride bıraktınız. Mesleğe yeni başladığınız
dönemde 12 Eylül koşullarında gazetecilik yaptığınızı aktardınız.
Bugün bu koşullarda gazeteciliğe başlasaydınız ne hissederdiniz?
Yapabilir miydiniz?
Yapmaya çalışırdım ama çok zor olurdu sanırım çünkü gazetecilikte
etik değerler dediğimiz şey sadece okuma ve yazmayla olmuyor.
Gazetecilikte birçok meslekte olduğu gibi kuşaklar arası aktarım
çok önemli. Deneyimli kuşakların yeni başlayanlara etiğe dair
meseleleri aktarması çok çok önemli. Oysa şu anda Türkiye’de
gazetecilik öyle yapılmıyor ki, bir takım yanlışlar çok olağan,
sıradan ve doğruymuş gibi kabul ediliyor. Yeni mezun bir arkadaşın
bazı şeyleri doğal kabul etmesi mümkün. Sonrasında daha da büyük
yanlışlar beraberinde gelecek. Örneğin, dünyanın her yerinde
gazeteci en aykırı soruyu bile sorandır. Türkiye’de basın
toplantılarında, özellikle devleti yönetenlere soru sorulmuyor.
Soruların çoğu önceden alınıyor. Aykırı soru sormak işten atılma
nedeni olabiliyor. Dolayısıyla yeni başlayan bir kişi bunun çok
normal bir şey olduğunu sanabilir. “Gazeteci soru sormaz”
diyebilir. Soru sormak gazeteciliğin özüdür. Soru sormak
iktidardır, soran daha güçlüdür. Gazeteciler karşısındakine soru
sormayarak iktidarını teslim ediyor.
‘GAZETECİLERİN, REKLAMI REKLAMCILARA BIRAKMASI
GEREKİYOR’
Kitabınızın bir bölümünün başlığı, “Davet Gazeteciliği ve
Hediyeler”… Bazı gazetecilerin sosyal medya hesaplarında bazı
ürünleri önerdiklerine tanık oluyoruz. Bir diğer tartışmalı konu
ise hediye meselesi. Siyasetçilere verilen hediye eleştirilirken
gazeteciler açısından bu durumu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Ürün yerleştirme hediye almanın birkaç adım ötesinde duruyor. Ürün
yerleştirme, gazetecinin herhangi bir markanın herhangi bir
ürününün gizli reklamını yapmasıdır. Reklamdan daha beter bir şey.
Gazetecilerin, reklamı reklamcılara bırakması gerekiyor. Gazeteci
herhangi bir ürünün tanıtımını yapmaz, onun daha fazla
tüketilmesine yönelik çaba harcamaz. Gazeteci insanlara bilgi
verir. Herhangi bir üründen söz ediyorsa da onun artı ve
eksilerini, hangi gruba hitap ettiğini tüm çerçevesiyle eksiksiz
haberinde yazar. Gazeteci bir reklama yönelip bunu da gizli
yapıyorsa okuyucu/izleyiciyi kandırdığı anlamına gelir. Bu da
katmerlenmiş bir günah oluyor.
‘GAZETECİLERİN BU KADAR KÜÇÜLMEMELERİ LAZIM’
Hediye meselesine gelecek olursak… Gazeteci elbette hediye kabul
eder. Ama nasıl eder? Gazeteci maddi değeri düşük olan sembolik
hediyeleri kabul edebilir. Bunlar da özel günlerde özel nedenlerle
olabilir. Maddi değeri yüksek olan hediyeler kabul etmesi asla
yapılmaması gereken davranış biçimidir. Eğer aldığı hediyeyle
ilgili bir haber yazıyor ya da yazı konusu yapıyor, markayı övücü
bir şey söylüyorsa günah yine katmerlenir. Çıkar ilişkisiyle haber
yazmak da okurları yanıltmak demektir. Gazeteci her zaman
söylendiği gibi veriler karşısında nesnel ve objektif
davranmalıdır. Bu durum davet gazeteciliğinde de geçerli. Bir
gazeteci yurt dışına götürülüp ağırlanıyor, ağırlamada sadece
götürenlerin anlattıklarını yazıyor ise bu da yanlıştır. Gazeteci
edindiği tek yanlı bilgiyi okuruna aktarıyor demektir. Bu bir
gönüllü çarpıtmadır. Gazetecilerin bu kadar küçülmemeleri
lazım.
‘MEDYADA HABER SUNUMU ANLAMINDA CURCUNA VAR’
Gazetecilik pratiklerinde teknolojinin gelişmesiyle değişiklikler
oldu. Okur profilinde, taleplerinde de değişiklik oldu mu?
Özellikle sosyal medya nedeniyle haber içeriğinin daha
tüketilebilir bir hâl aldığı varsayımları yapılıyor.
Dijital mecradaki haberciliğin gelişmesinin, haberciliğin iletimini
demokratikleştirdiğini düşünüyorum. Öte yandan okurların daha hızlı
ve daha kısa haberleri istediğini varsayıyoruz. Ben bunun tüm haber
tüketicileri için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Her tüketici
tipinde olduğu gibi tek tip bir tüketici yok karşımızda. Günlük
haberden anlık habere geçtik ve anlık haber tüketicileri çok hızla
tüketiyorlar. Olması gereken bunları çeşitlendirmek. Anlık haber
üretiyoruz diye haberi feda etmemek gerekiyor. Hızlı olsun, sonra
düzeltiriz anlayışı var şu an medyada. Hayır. Gazetecilikteki temel
kuraldır. Yazdığınız her haberi herkes okumak zorunda değil. Her
haberiniz doğru olmak zorunda. Mesele farklılaştırmakta yatıyor.
Okurun habere ulaşımı daha kolaylaştı ve eriştiği mecralar çoğaldı.
Eskiden bir dereden bir tas su almak zorundayken şimdi bir
okyanustan su almak zorunda kalıyor. Şimdi okur daha seçici olmak
zorunda. Bizim de onları yönlendirmemiz gerekiyor. Bizim de onlara
bir yandan daha ayrıntılı çalışılmış dosyalar sunmamız, bir yandan
da daha kısa haberler vermemiz gerekiyor. ABD’de geçtiğimiz yıl
bazı basılı gazetelerin tirajları arttı örneğin. İnternette
verdiklerini basılı gazetede vermiyorlardı. Şimdi bizim medyada
haber sunumu anlamında curcuna var. Hiçbir kural, oturtulmuş
kalıplar yok.
‘5N1K’SI EKSİK ÇOK FAZLA HABER VAR’
Kitabınızın bir bölümünün başlığı da “Haber Nasıl Yazılmaz” oldu.
Haber yazımındaki 5N1K kuralı başta olmak üzere haber yazımına dair
pek çok bilgi de bu bölümde mevcut. Günümüz okurlarının en büyük
sorunlarından birisi de eksik bilgilerin olduğu haberlere maruz
kalmaları.
5N1K’sı eksik çok fazla haber var. Türkiye’de haber kaynakları
anlamında ciddi problemler var. Ajanslardan da çoğu zaman hatalı ve
eksik geliyor haberler. Eskiden gazetelerin hem yurt içinde hem
yurt dışındaki önemli merkezlerinde çok önemli yaygın ağları vardı
ve haberleri kontrol edebiliyorlardı. Şimdi onlar yok ve haberler
eksik çıkabiliyor. Editörlerin de bunu önemsemesi ve “Öznesi yok
haberin” demesi gerekiyor. Ayrıca haber tüketicilerinin farklı
kaynaklardan içeriği takip etmesi, medya üzerinde baskı kurmaya
devam etmesi gerekiyor. “Canım bunlar da yazmıyor” demek yerine
görüşlerini iletmeleri, yanlışı sorgulamaları gerekiyor.
‘UÇAĞA DAVET EDİLEN GAZETECİLER BİR MİSYONU KABUL ETMİŞ
OLUYORLAR’
Kitabınızın bir bölümünü de “Özel Uçak Gazeteciliği” oluşturuyor.
Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gezilerine eşlik
eden gazeteciler bazı kesimler tarafından
eleştiriliyor.
Bu bölüm sadece günümüzü değil geçmişten bu yana siyasi liderlerin
izlenmesi konusunda nasıl değişim olduğunu anlatıyor. Celal Bayar
da var, İnönü de, Özal da… Bakıldığında günümüzde akreditasyon
yöntemi tam bir cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması olarak
kullanılıyor. Bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanı başta olmak üzere
bakanları ve diğer yöneticileri izlemek için akreditasyon
uygulanıyor. Akreditasyondan geçemeyenler ciddi bir
sınırlandırmayla karşı karşıya. Süreçte uçağa davet edilmek başlı
başına bir ödüllendirme haline geliyor. Uçağa kabul edilen
gazeteciler bir misyonu kabul etmiş oluyorlar. Misyon nedir? O
uçağın kuralları var. Gazeteci her şeyi sormaz orada. Söyleşiye
girmeden önce belli konular var ve onları sorabiliyorlar. Sorular
da genelde açık uçlu şekilleniyor, “nasıl değerlendiriyorsunuz,
nasıl görüyorsunuz” gibi. Bir gazetecinin karşısındaki siyasetçiyi
zorlayıcı sorular sorması siyasetçinin kendisini daha iyi ifade
etmesine yol açar. Cumhurbaşkanı ile yapılan söyleşiler bir
açıklamaya dönüyor. Kaldı ki o açıklamalar da sonradan kontrol
ediliyor. Kontrol edilmiş metin bütün gazete ve televizyonlarda
aynı şekilde çıkıyor. Üzgünüm ama bu yapılan bir gazetecilik
faaliyeti değil.
Uçağa binerken gazetecilik pistte mi bırakılıyor
yani?
Dönem gazeteciliği diyorum ben buna. Tek kelimeyle üzücü bu
durum.
‘TARTIŞMALARIN CUMHURİYET’İ YIPRATTIĞINI DÜŞÜNÜYORUM’
Cumhuriyet Gazetesi’nde geçtiğimiz günlerde yaşanan yönetim
değişikliği sonrası, gazetecilerin istifaları ve yeni yönetimin
açıklamaları çok konuşuldu. Eski bir Cumhuriyet çalışanı olarak
yaşananları gazetecilik açısından nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bu tartışmaların Cumhuriyet’i yıprattığını düşünüyorum. Öyle ya da
böyle Cumhuriyet bir şekilde yıpranıyor. Onun dışında çok da fazla
bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü öyle bir kavga ki bu kavgada
bir şey söylediğiniz zaman taraf haline gelmiş oluyorsunuz.
‘MURAT SABUNCU’NUN SON YAZISINDAKİ DURUŞUNU ÇOK DEĞERLİ
BULUYORUM’
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yönetim değişikliğinin ardından iki
tarafı belirgin olarak hissetti kamuoyu. Bu tip tartışmalarda
gazeteciler taraf olmalı mıdır?
Gazeteciler de siyasi görüşü olan insanlar. Bu insanları tamamen
siyasetten arınmış olarak göremeyiz. Önemli olan düşüncenizi nasıl
ifade ettiğiniz ve nasıl uyguladığınızdır. Burada o konuda
problemler yaşandı. Cumhuriyet’in eski ve yeni yönetiminin dünya
görüşleriyle ilgili bir şey söylemek istemem. Ben görevden
uzaklaşan arkadaşların gazetecilik yapmaya çalıştıklarını
düşünüyorum. Ama gazetecilik yaparken ciddi yanlışlarının da
olduğuna inanıyorum. Fakat gazetecilerin yanlışları gazeteciler
arasında tartışılmalı. Gerekirse özeleştiri de yapılmalı, mesleki
anlamda gerekleri yapılmalı. Mahkeme sürecinde olmaması gereken
şeyler oldu. Bir gazeteci arkadaşın yaptığı gazetecilik
faaliyetinden dolayı tutuklanmasını, hapse atılmasını asla
onaylamam. Orada ifade verilmesini, bir şekilde suçlayan tarafta
yer alınmasını asla doğru bulmam. Ne olursa olsun gazetecilik
nedeniyle insanların yıllarca hapiste yatmış olmasının bir saygı
getirmesi gerektiğini düşünüyorum. O insanların oradaki mesleki
duruşlarına saygı göstermek gerekiyor. Bu yönetim değişikliği çok
daha olgun bir biçimde ve gazetecilik hassasiyetleriyle
yapılabilirdi. Böyle olsaydı bugün gazeteden ayrılan bazı
arkadaşlar işten ayrılmazlardı. Ben bu kavgada taraf değilim ve
olmam. 1991’deki kavgada da taraf olmamış üçüncü olmaya
çalışmıştım. Bütün kavgalarda iki taraf oluyor ne yazık ki. İki
taraf olunca gazete zarar görüyor, yine gördü. Şimdi Cumhuriyet’te
ayrılanların da yönetimde olanların da suçlayıcı bir takım
açıklamalar yapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Cumhuriyet daha nasıl iyi gazeteci olabilir ile uğraşmak gerek. Son
olarak Murat Sabuncu’nun hem yargı sürecindeki hem de son
yazısındaki duruşunu çok değerli buluyorum.
SÖYLEŞİNİN TAMAMINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYINIZ