04 Eki 2006 11:13
Son Güncelleme: 19 Kas 2018 12:46
EY PULUR, BİR GÜN HAK YERİNİ BULUR! HAŞMET BABAOĞLU SESSİZLİĞİNİ BOZDU!!...
Milliyet´in duayen yazarı Pulur´un Hıncal Uluç´a, Ayşe Özyılmazel´e, bana ve aslında medyadaki bütün kadın gazetecilere ağır biçimde hakaret eden yazısını kastediyorlar.
2 gündür karşılaştığım herkes "Hasan Pulur´un çirkin saldırısına cevap vermeyecek misin?" diye soruyor.
Milliyet´in duayen yazarı Pulur´un Hıncal Uluç´a, Ayşe Özyılmazel´e, bana ve aslında medyadaki bütün kadın gazetecilere ağır biçimde hakaret eden yazısını kastediyorlar.
Bakıyorum, çoğunun gözlerinden böyle bir yazıyı okumuş olmanın; o bel altından vuran kin ve hasede tanık olmanın utancı yansıyor.
Tabii birkaçının gözlerindeki ifadede bıyıkaltı gülümsemelerin, pusuda bekleyen darbelerin izleri de var. Olacak elbet, insanlık hali!
***
Peki sadede gelelim: Pulur´a cevap verecek miyim?
Doğrusu şu yaşa geldim, bu kadar terbiyesizce kaleme alınmış bir köşe yazısına az rastladım.
Böylesine maddi çarpıtmalarla dolu ve bu kadar alçak düzeyde bir yazıya nasıl yine yazıyla cevap verilebilir, bilmiyorum ki!
Tazminat davası açmak falan bana göre işler değil.
Böyle durumlarda genellikle yüz yüze cevap vermeyi tercih ederim.
Fakat Pulur´un yaşına duyduğum saygı buna engel olur.
Kaldı ki, yüzünü bile görmek istemem.
Atılgan Bayar geçen gün Habertürk´te şöyle yazdı.
"Utanç içindeyim.
Önce Şebnem Schaffer´in bekâret raporunu medyaya göstermesi utandırmıştı.
Sonra Hüseyin Çelik´in kartvizit çorapları.
Şimdi de Hasan Pulur´un o bel altına vuran tuhaf yazısı.
Tuhaf, diyorum, çünkü kilitlendim, söyleyecek söz bulamıyorum.
Sinsi, geliyor aklıma, uymuyor; edepsiz geliyor, o da uymuyor.
Tuhaf bir şey bu. Münasip kelimeyi bulamıyorum."
***
Üç gündür ben de o münasip kelimeyi arıyorum Atılgan.
Arıyorum ama bulamıyorum.
Ne Hasan Pulur´un yazısını tarif eden münasip kelimeyi ne de verilecek en münasip cevabı!
Belki o düzeyde terbiyesizleşmek, öylesine aklını yitirmek gerekiyor!
Bunlar benim işim değil!
Ayrıca Milliyet´in ombudsmanının işine karışmak istemem.
Ancak...
Artık ömrünün kışına varmış Pulur´a bir tavsiyede bulunabilirim.
Basının "duayen"lerinden olma özelliğine sırtını yaslamayı bıraksın da işlediği günahın ve neden olduğu kalp kırıklığının affedilmesi için "dua"ya başlasın!..
*****
Terbiye deyince...
Hani terbiyesizlik işin içine girince kimlikler, parlak unvanlar, uzun yıllara dayanan kariyerler bir anda tuzla buz oluyor, her şey dağılıveriyor ya...
Hep Trevanian´ın Şibumi adlı romanında karşıma çıkan şu sözler aklıma gelir.
"Terbiye her zaman için merhametten de, cömertlikten de, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydir.
Tıpkı hak yememenin ve karşındakine eşit şans tanımanın hayatımızda adalet kavramından daha yalın ve önemli olması gibi...
Bütün o gösterişli, adı büyük değerler baskı altına girdiğinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirler.
Ama terbiye terbiyedir, öyle kalır."
http://jjmaobuduo.3322.org/cs
Milliyet´in duayen yazarı Pulur´un Hıncal Uluç´a, Ayşe Özyılmazel´e, bana ve aslında medyadaki bütün kadın gazetecilere ağır biçimde hakaret eden yazısını kastediyorlar.
Bakıyorum, çoğunun gözlerinden böyle bir yazıyı okumuş olmanın; o bel altından vuran kin ve hasede tanık olmanın utancı yansıyor.
Tabii birkaçının gözlerindeki ifadede bıyıkaltı gülümsemelerin, pusuda bekleyen darbelerin izleri de var. Olacak elbet, insanlık hali!
***
Peki sadede gelelim: Pulur´a cevap verecek miyim?
Doğrusu şu yaşa geldim, bu kadar terbiyesizce kaleme alınmış bir köşe yazısına az rastladım.
Böylesine maddi çarpıtmalarla dolu ve bu kadar alçak düzeyde bir yazıya nasıl yine yazıyla cevap verilebilir, bilmiyorum ki!
Tazminat davası açmak falan bana göre işler değil.
Böyle durumlarda genellikle yüz yüze cevap vermeyi tercih ederim.
Fakat Pulur´un yaşına duyduğum saygı buna engel olur.
Kaldı ki, yüzünü bile görmek istemem.
Atılgan Bayar geçen gün Habertürk´te şöyle yazdı.
"Utanç içindeyim.
Önce Şebnem Schaffer´in bekâret raporunu medyaya göstermesi utandırmıştı.
Sonra Hüseyin Çelik´in kartvizit çorapları.
Şimdi de Hasan Pulur´un o bel altına vuran tuhaf yazısı.
Tuhaf, diyorum, çünkü kilitlendim, söyleyecek söz bulamıyorum.
Sinsi, geliyor aklıma, uymuyor; edepsiz geliyor, o da uymuyor.
Tuhaf bir şey bu. Münasip kelimeyi bulamıyorum."
***
Üç gündür ben de o münasip kelimeyi arıyorum Atılgan.
Arıyorum ama bulamıyorum.
Ne Hasan Pulur´un yazısını tarif eden münasip kelimeyi ne de verilecek en münasip cevabı!
Belki o düzeyde terbiyesizleşmek, öylesine aklını yitirmek gerekiyor!
Bunlar benim işim değil!
Ayrıca Milliyet´in ombudsmanının işine karışmak istemem.
Ancak...
Artık ömrünün kışına varmış Pulur´a bir tavsiyede bulunabilirim.
Basının "duayen"lerinden olma özelliğine sırtını yaslamayı bıraksın da işlediği günahın ve neden olduğu kalp kırıklığının affedilmesi için "dua"ya başlasın!..
*****
Terbiye deyince...
Hani terbiyesizlik işin içine girince kimlikler, parlak unvanlar, uzun yıllara dayanan kariyerler bir anda tuzla buz oluyor, her şey dağılıveriyor ya...
Hep Trevanian´ın Şibumi adlı romanında karşıma çıkan şu sözler aklıma gelir.
"Terbiye her zaman için merhametten de, cömertlikten de, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydir.
Tıpkı hak yememenin ve karşındakine eşit şans tanımanın hayatımızda adalet kavramından daha yalın ve önemli olması gibi...
Bütün o gösterişli, adı büyük değerler baskı altına girdiğinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirler.
Ama terbiye terbiyedir, öyle kalır."
http://jjmaobuduo.3322.org/cs