Evlilik programlarının köle konukları!
Evlilik programına stüdyo seyircisi olarak katılmak ister misiniz? Bu yazıyı okuduktan sonra istemeyeceksiniz! Murat Tolga Şen yazıyor; evlilik programına değil esir kampına…
TV’ye çok çıktım ancak hiçbir TV programına seyirci olarak katılmadım. Bunu hava atmak için yazmadım. Sadece “seyirci olmak” mefhumunun altını çizmek istiyorum. Canlı yayın programlarının olmazsa olmazı “stüdyo seyircisi” olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemek istedim bu hafta ama hay bin kunduz! Deneyimlemez olaydım. TV dünyasının karanlık tarafına geçtiğimin farkında bile değilmişim!
Amacımız, hafta sonları ücretsiz bir akademi programı çerçevesinde eğitim alan kursiyerlerimizin bir TV programının yapımıyla ilgili mesleki eğitim almasıydı (reji odasını görmeleri, program yönetmeniyle konuşmaları vs.) Çok temiz niyetlerle yola çıkmıştık ama seyahatimiz “evlendirme” programı yayınlayan kanalın stüdyosuna geldiğimizde Amistad’vari bir hal almaya başladı.
Çoğu üniversitede sinema-TV okuyan öğrencilerle birlikte stüdyo kapısında bekleşirken SS Subayından hallice bir teyzemiz tam bir çavuş edasıyla “kimliklerinizi toplayın, bana getirin!” diye gürledi. Bir TV programının yayınına katılırken kimlikleri teslim etmek?
Sesinden etkilenmiş olacağız ki, denileni yaptık. Okan Bayülgen’in Disko Kralı’na katıldığımda orada otobüslerle gelen yüzlerce üniversiteli görmüştüm ama kimsenin onlardan kimlik istediğine şahit olmadım.
Biz şaşkınlık içinde bu kimlik toplayıp teslim etme eylemini gerçekleştirirken yanımızdan minibüslerden inen teyzeler-amcalar geçiyordu. Onların grup başları da ellerindeki bir tomar kimliği SS subayı teyzemize veriyordu. Bu arada herkesin tanış olduğu gözümden kaçmadı. Rastlantısal bir konukluk durumu yoktu yani... Gelenler belli, getirenler belli…
Tek sıra halinde stüdyonun bekleme alanına girişimiz sağlandıktan sonra burada sürekli bir sözlü taciz başladı. İçerideki çam yarması güvenlik görevlisi boş bir koltuğa oturan genç birine “oraya oturma!” diye bağırdı. Bu da benim için bardağın taştığı an oldu. Yanına gidip, “neden oturmasın ki, neden böyle davranıyorsunuz insanlara?” diye sorduğumda “Orası yasak, siz de burada duramazsınız!” cevabını aldım. “Ben hiç tahmin ettiğin kişi değilim, okursun bunları bir gün” dediğimde ise tuhaf homurtular çıkardı. Yanımdaki öğrencilere/arkadaşlara “ne olursa olsun bu deneyimi yaşayın, en azından sosyolojik tespitler yaparsınız” deyip onları içeri, kendimi dışarı attım ve gökyüzünden yağmur boşanırken bir 2.5 saat boyunca arabada oturup bu rezilliğin üzerine düşünmeye başladım.
Siyah beyaz TRT zamanlarındaki şık giyimli kadınlar-beyleri düşündüm. Her şey ne kadar değişmiş... Sanki 70’lerden kalma bir Yılmaz Güney filmindeki mevsimlik işçilerdi bu programa stüdyo seyircisi olanlar ve işin daha da ilginci oraya gelenler bu onur kırıcı davranışlara alışmış gibi görünüyorlardı.
Hikayenin geri kalanını öğrencilerimden dinledim. Onlar daha da ilginç şeyler anlattılar. Dediklerine göre programın İlk yarım saati çok eğlenceliymiş, gördükleri manzaraya epey şaşırmışlar, sonraki yarım saat diğer teyzeleri incelemişler: "haftada en az üç kere gelmezsem valla asabiyet oluyorum, evde adama çatıyorum, senin evlilik programın gelmiş diyor kih kihh kihh" tarzında ilginç muhabbetler çeviriyorlarmış ve cidden eğleniyorlarmış.
Bizim çocuklar, “size buraya geldiğiniz için 20 TL veriyorlarmış, doğru mu?” diye sorduklarında da teyzeler "yok canım, ne yirmisi, beş liracık veriyorlar bize" demişler. Ortakçı çıkmasın diye bizimkileri kandırmışlar mıdır acaba?
Başka bir öğrencim de aynen şunları söyledi; “görevlilerin insanlara davranışı hiç hoş değildi, şakşakçı başları sinir etti beni, oturun-kalkın-alkışlayın-oynayın-susun! Sanki toplama kampı, “susun!” derken ki yüz ifadelerini görseniz, aklıma geldikçe öfkeleniyorum ama en çok ne koydu biliyor musunuz hocam, oradaki insanlar bu durumdan şikâyetçi değillerdi, hallerinden memnunlardı.”
TV bir kandırmaca, bunu bilmeyen yok ama bu dünya iyice çamurdan bir kazana dönmüş. Misafir olarak çağırılanların bile profesyonelleştiği, mevsimlik işçiler gibi itilip kakıldığı bu dünyadan hepimizin uzak durması gerekiyor. Bu ahmaklığa prim verdikçe, işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alacak…
O gün benimle gelen herkesin öğrendiği gibi; o arkadaki deniz var ya, meğer deniz değilmiş!
MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]