18 Şub 2011 08:25
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:03
''EVCİLİK OYUNUYLA GAZETECİLİĞİ KARIŞTIRAN ZAVALLILAR!''
Oray Eğin bugünkü köşe yazısında Soner Yalçın'ı övdü, Odatv polemiği yaşadığı Akşam yazarı Nagehan Alçı ile eşi Rasim Ozan Kütahyalı'yı ise fena dövdü!
’Misyon gazeteciliği’ lafları nereden çıktı
Nereden çıkarmışsa, Soner Yalçın için ’misyon gazetecisi’ diyor Fatih Altaylı.
Soner Yalçın misyon gazetecisi falan değildir. Bir toplumsal hareketin önderi, bir siyasi oluşumun mimarı da değildir. Konuşup insanları örgütlemek, paneller yapmak, Anadolu’ya açılmak, siyasetçilik oynamak gibi olaylarla da hiç işi olmaz. Bir misyonu, gizli bir ajandası, bir hedefi falan yoktur. Hiç de olmamıştır.
Röportaj bile vermiyor, o kadar kendini göstermekten, kendi reklamını yapmaktan uzak düşünün artık...
Bunu bilmez mi Fatih Altaylı?
Soner Yalçın düpedüz gazetecidir. Bildiğimiz anlamda gazeteci, hatta artık unutmakta olduğumuz tanımda.
Araştırır, okur, konuşur, karşılaştırır, çalışır ve yazar. Yazdıklarının neye hizmet ettiğini, neye faydası olup kime dokunacağını da düşünmez.
Bu yüzden de yıllarca derin devlet tarafından tehdit edilmiştir.
Bugün evcilik oyunuyla gazeteciliği karıştıran zavallılar daha doğmamışken o Yeşil’i, Jitem’i, Cem Ersever’in ölümünü, derin devleti ilk yazan, ilk ortaya çıkaran gazetecidir.
Her şey bir yana, o zaman haklarında yazdığı, gazeteciliğiyle deşifre ettiği, mücadele ettiği insanlarla bugün işbirliği yapacağını düşünmek de mantığa sığmaz zaten.
Şerif Mardin der ki ’Ayrıntıyı bilmeyen komplo kurar’ ve ne yazık ki bu Türkiye’ye özgü bir hastalıktır.
Soner Yalçın kadar kitap okumayan, araştırma yapmayan gazeteciler, kendi tembelliklerini ve eksikliklerini örtmek için onun hakkında mitolojiler uyduruyor. Bu mitolojilere gün geliyor bir sürü insan da inanıyor galiba.
Bugün Balyoz hakkında atıp tutan zavallılar, iddianameyi bile okumamışlar.
Gazeteci Amberin Zaman bir gün köşesinde ’Vaktim yoktu, okuyamadım’ diye yazdı. Bu kabul edilebilir bir bahane mi?
Hem binlerce sayfa görünmesine rağmen hiç de öyle vakit alan bir okuma parçası değil iddianame. Kaldı ki, hakkında görüş beyan ediliyorsa, yazı yazıyorsan bunu okumak da işinin bir parçası.
Gördük işte, Pınar Doğan ve Dani Rodrik sadece bir akademisyen titizliğiyle okuyarak ne açıklar buldular Balyoz iddianamesinde.
Gazetecilerin yapmadığını, yapmaktan çekindiğini, korktuğunu yaptılar.
OdaTV’nin yaptığı da misyon gazeteciliği değildi. Sadece gazetecilikti.
Türkiye bir akıl tutulması sürecinden geçtiği için ’gazetecilik’ tanımı, bu mesleğin temel şartlarını yerine getirmek bile şaşkınlıkla karşılanır oldu.
OdaTV’nin pırıl pırıl gençleri gecelerini gündüzlerine katıp okudular, araştırdılar, çalıştılar, avukatlarla konuştular ve olağanüstü haberler yazdılar. Başka hiçbir medya kuruluşunun girmeye cesaret edemediği haberlerin altına imza attılar.
Hiçbiri için gazetecilikten daha fazla bir şey yapmaları, başka bir ilişkiye girmeleri gerekmiyordu.
Her şey ortadaydı zaten; Watergate’i ortaya çıkaran gazeteciler gibi otoparklarda ’Derin Gırtlak’la buluşmalarına, birilerinin belge sızdırmasına, fısıldamasına bile gerek yoktu.
Var olan kayıtlar üzerinden bile ne çarpıklıklar olduğunu OdaTV’nin haberleriyle gördük. İddianameler, ifadeler, mahkeme kayıtları, avukatlarda yer alan deliller yeterli malzemeydi. Keşke diğer medya kuruluşları da bu haberciliğin 10’da birini yapsalardı...
Bu dokümanlara isteyen başka gazetecilerin de erişimi vardı; asıl sorgulanması gereken neden medyanın geri kalanının bu topa girmediği, bu işlerden çekindiğiyken OdaTV’yi ve Soner Yalçın’ı ’misyon gazetecisi’ gibi göstermek hedef şaşırtmak.
Bugün yaşananlar OdaTV’nin olmayan misyonunu engellemek için değil, haberciliğini kesmek için yapıldı.
Bunu bilmiyor muyuz?
Diğer gazeteler yazmadığı için OdaTV’nin haberleri medyanın büyük bir kısmı için de atıf noktası olmuştu; bu siteyi bu kadar önemli kılan, bugün hedef haline getiren de bu güçtü: Referans kaynağı olması.
Medyanın haberciliği, gazetecilik yapmayı unutmuş olması ne acı, hatta ne utanç verici bir durum. Bu hallere geldik işte...
Oray Eğin- www.aksam.com.tr
Nereden çıkarmışsa, Soner Yalçın için ’misyon gazetecisi’ diyor Fatih Altaylı.
Soner Yalçın misyon gazetecisi falan değildir. Bir toplumsal hareketin önderi, bir siyasi oluşumun mimarı da değildir. Konuşup insanları örgütlemek, paneller yapmak, Anadolu’ya açılmak, siyasetçilik oynamak gibi olaylarla da hiç işi olmaz. Bir misyonu, gizli bir ajandası, bir hedefi falan yoktur. Hiç de olmamıştır.
Röportaj bile vermiyor, o kadar kendini göstermekten, kendi reklamını yapmaktan uzak düşünün artık...
Bunu bilmez mi Fatih Altaylı?
Soner Yalçın düpedüz gazetecidir. Bildiğimiz anlamda gazeteci, hatta artık unutmakta olduğumuz tanımda.
Araştırır, okur, konuşur, karşılaştırır, çalışır ve yazar. Yazdıklarının neye hizmet ettiğini, neye faydası olup kime dokunacağını da düşünmez.
Bu yüzden de yıllarca derin devlet tarafından tehdit edilmiştir.
Bugün evcilik oyunuyla gazeteciliği karıştıran zavallılar daha doğmamışken o Yeşil’i, Jitem’i, Cem Ersever’in ölümünü, derin devleti ilk yazan, ilk ortaya çıkaran gazetecidir.
Her şey bir yana, o zaman haklarında yazdığı, gazeteciliğiyle deşifre ettiği, mücadele ettiği insanlarla bugün işbirliği yapacağını düşünmek de mantığa sığmaz zaten.
Şerif Mardin der ki ’Ayrıntıyı bilmeyen komplo kurar’ ve ne yazık ki bu Türkiye’ye özgü bir hastalıktır.
Soner Yalçın kadar kitap okumayan, araştırma yapmayan gazeteciler, kendi tembelliklerini ve eksikliklerini örtmek için onun hakkında mitolojiler uyduruyor. Bu mitolojilere gün geliyor bir sürü insan da inanıyor galiba.
Bugün Balyoz hakkında atıp tutan zavallılar, iddianameyi bile okumamışlar.
Gazeteci Amberin Zaman bir gün köşesinde ’Vaktim yoktu, okuyamadım’ diye yazdı. Bu kabul edilebilir bir bahane mi?
Hem binlerce sayfa görünmesine rağmen hiç de öyle vakit alan bir okuma parçası değil iddianame. Kaldı ki, hakkında görüş beyan ediliyorsa, yazı yazıyorsan bunu okumak da işinin bir parçası.
Gördük işte, Pınar Doğan ve Dani Rodrik sadece bir akademisyen titizliğiyle okuyarak ne açıklar buldular Balyoz iddianamesinde.
Gazetecilerin yapmadığını, yapmaktan çekindiğini, korktuğunu yaptılar.
OdaTV’nin yaptığı da misyon gazeteciliği değildi. Sadece gazetecilikti.
Türkiye bir akıl tutulması sürecinden geçtiği için ’gazetecilik’ tanımı, bu mesleğin temel şartlarını yerine getirmek bile şaşkınlıkla karşılanır oldu.
OdaTV’nin pırıl pırıl gençleri gecelerini gündüzlerine katıp okudular, araştırdılar, çalıştılar, avukatlarla konuştular ve olağanüstü haberler yazdılar. Başka hiçbir medya kuruluşunun girmeye cesaret edemediği haberlerin altına imza attılar.
Hiçbiri için gazetecilikten daha fazla bir şey yapmaları, başka bir ilişkiye girmeleri gerekmiyordu.
Her şey ortadaydı zaten; Watergate’i ortaya çıkaran gazeteciler gibi otoparklarda ’Derin Gırtlak’la buluşmalarına, birilerinin belge sızdırmasına, fısıldamasına bile gerek yoktu.
Var olan kayıtlar üzerinden bile ne çarpıklıklar olduğunu OdaTV’nin haberleriyle gördük. İddianameler, ifadeler, mahkeme kayıtları, avukatlarda yer alan deliller yeterli malzemeydi. Keşke diğer medya kuruluşları da bu haberciliğin 10’da birini yapsalardı...
Bu dokümanlara isteyen başka gazetecilerin de erişimi vardı; asıl sorgulanması gereken neden medyanın geri kalanının bu topa girmediği, bu işlerden çekindiğiyken OdaTV’yi ve Soner Yalçın’ı ’misyon gazetecisi’ gibi göstermek hedef şaşırtmak.
Bugün yaşananlar OdaTV’nin olmayan misyonunu engellemek için değil, haberciliğini kesmek için yapıldı.
Bunu bilmiyor muyuz?
Diğer gazeteler yazmadığı için OdaTV’nin haberleri medyanın büyük bir kısmı için de atıf noktası olmuştu; bu siteyi bu kadar önemli kılan, bugün hedef haline getiren de bu güçtü: Referans kaynağı olması.
Medyanın haberciliği, gazetecilik yapmayı unutmuş olması ne acı, hatta ne utanç verici bir durum. Bu hallere geldik işte...
Oray Eğin- www.aksam.com.tr