ETYEN MAHCUPYAN,KÖTÜ BİR ADAM! ECE'NİN YANITI SERT OLDU!
Ece Temelkuran, BirGün gazetesine verdiği röportajda Habertürk'ten çıkarılmasını, hakkında başlatılan linç kampanyasını ve merkez medyadaki muhalif yazarların 'mecburi cambazlığını' anlattı.
Hisar’da Kale Çay Bahçesi’nde buluşuyoruz. Ece Temelkuran bir arkadaşıyla birlikte bizi bekliyor. İstanbul trafiğinin azizliği sonucu, röportaja fazlasıyla geç kalmış durumdayım. Ece, bu durumdan rahatsızlığını gayet net belirtiyor: Ne söyleyeceksin bilmiyorum? Beklemekten sıkılmış haliyle... Ses kayıt cihazını çalıştırmam, bilgisayardan soruları almam, fotoğrafları çekecek arkadaşın da gecikmesi gibi sorunlar da eklenince iyice sabırsızlanıyor. Son haftalarda yaşadıklarından dolayı öfkeli ve yorgun olduğu her halinden belli. Bazı sorularım karşısında uzun uzun duraklıyor doğru kelimeleri seçmeye çalışıyor, bazı sorularımı beğenmediğini söylüyor. Bazen duygulanıyor gözleri doluyor, kayıt cihazının pause tuşuna basıyorum. Ancak kafası çok net, karşımda kendisine yönelik kampanyaların boyutu ne olursa olsun, yılmayacak, direnecek, isyan edecek bir kadın var. Bazı çevrelerle bağlarını tamamen koparmış onlara karşı sözünü hiç sakınmıyor. Bazı konularda ise ne kadar zorlarsam zorlayayım ağzından laf alamıyorum. Ancak konuştukları zaten Türkiye basınında olay yaratacak güçte... Tabii ‘Türkiye basını’ diye bir şey hâlâ kaldıysa…
-HaberTürk’ün sizinle yolları ayırma süreciyle başlayalım. Nasıl bildirildi size, bekliyor muydunuz böyle bir şey?
Böyle yazılar yazıp da beklememek saflık olur herhalde. Böyle şeyler olabileceğini hesaba katarak yazıyordum yazılarımı. O aralar, benim gibi duran herkes her seferinde son yazısını yazar gibi yazıyordu. Dolayısıyla ‘a çok şaşırdım’ denecek hiçbir şey yoktu.
DAYANABİLECEKLERİ YERE KADAR DAYANDILAR
-Kim arayıp haber verdi size?
Onlara hiç girmeyelim boş ver. Gazeteyle ilgili konuşmak istemiyorum çünkü mesele gazeteyle ilgili bir mesele değil. Bu hepimizi içine alan bir mesele. Onlar da dayanabilecekleri yere kadar dayandılar herhalde diye düşünüyorum.
-Peki, bu meseleyi çok kurcalamayacağım ama bir şey daha soracağım. Sizin HaberTürk’te yazdığınız dönem boyunca, doğrudan yazınıza müdahale edildiğini yazınızın sansürlendiğini sanmıyorum ama…
Hayır canım ne münasebet! Öyle olsa orada durmazdım zaten.
ARTIK CAMBAZLIKLA DEVAM EDİLEMEZ
-Ama ‘Ece bu kadar da yapma’ bizi zor durumda bırakıyorsun gibi bir şeyler oldu mu?
O işler öyle olmaz. Bunu yazı yazan herkes bilir. Hatta kraldan çok kralcılar daha iyi bilir ne yazmaları gerektiğini herkes hep birlikte cambazlık yapıyor şu dönemde. O cambazlığı herkes gibi ben de yapıyordum zaten. Neyi ne kadar yazmak gerek, tutuklu gazeteciler hakkında kaç yazı yazarsam çok rahatsızlık verici olur ve bir daha yazamaz hale gelirim, Kürt meselesini ne kadar yazarsam başıma bir iş gelir ve bir daha hiç Kürt meselesinden bahsedemez hale gelirim,insanlar bu hesabı yaparak yazıyor ve ben de bu hesabı yaparak yazdım. Ana medyada olmanın bedeli budur. Ben her zaman orada durarak söz söylemenin gerekli olduğuna inandım. Marjinalleştirme operasyonunun kurbanı olmamak için elimden geleni yaptım. Gel gör ki, artık o hesaplarla yazamayacak, yaşayamacak bir noktaya geldi mesele. Sonuçta durum şu; içeride 104 tane gazeteci var, dışarıda üç dört gazete çıkaracak kadar sayıda gazeteci işsiz, çalışanlar da neyi nasıl yapmak gerektiğini düşünerek ve hiçbir şey yapmayarak zaman geçiriyorlar.
- Cumhuriyet kökenli bir gazetecisiniz ama Türkiye kamuoyu sizi Milliyet’te tanıdı. Geriye dönüp baktığınızda Milliyet’ten HaberTürk’e geçiş kararı içinize siniyor mu?
Ben ayrıldığım gazetelerle ilgili hiçbir zaman konuşmadım, konuşanları da pek hoş karşılamam. Oradayken herkesin yüzüne ne söyleyeceksem söylemişimdir. Hem Milliyet’te hem HaberTürk’te. Dolayısıyla röportaj aracılığıyla onlara söyleyecek bir şeyim yok. Tek bir şeyim var onu da zamanı gelince söyleyeceğim. O yüzden de Türkiye’de hiçbir gazeteye işten atıldıktan sonra röportaj vermeyi doğru bulmadığım için vermedim. Sadece tutuklu gazetecilerden bahsetme imkanı olduğu için Al-Akhbar’a verdim. Onu da Ahmet ve Nedim’i yurtdışında gündeme getirmek için verdim.
AYIPTIR, ZULÜMDÜR, GÜNAHTIR!
-HaberTürk’le yolları ayırdıktan sonra bırakalım desteği, büyük bir linç oldu size karşı. Merkez medyayı kastediyorum elbette mesela biz BirGün olarak ciddi bir destek verdik diye düşünüyorum. Ancak merkez medyada çıkan destek yazıları çok utangaç destek yazılardı genelde. Üstelik sayı olarak da çok azdı. Karşı taraf ise gemi azıya almış bir şekilde çok sert bir linç kampanyası başlattı. Ne düşünüyorsunuz bu linç kampanyası karşısında?
Ayıp, zulüm, günah! Daha ne diyeyim yani! Bir defa asgari insani değerler açısından da ayıp bir şeydir. Çok seviniyorsan da da otur evinde sevin. Köşende ilan etme ne kadar sevindiğini. Seni attık artık sana yeterli zulmü yapmışızdır diye bitmiyor. Son yazılanlardan da görüldü ki, sırtlanlar gibiler. Sırtlanlardan niye nefret eder insanlar? Çünkü avını öldürmeden yiyen tek hayvan sırtlanlardır. Bacağından, kolundan, gözünde canlı canlı yer. Boğazını ısırayım da öldüreyim demez. O kadar bile merhamet etmez. Sırtlanlar gibiler. Görüyorum, Mustafa Akyol, Hilal Kaplan… Herhalde açıkça yazmayı kendilerine yediremedikleri için sinsice benimle ilgili rezalet, zeka seviyesi düşük, ahlaken iğrenç yazıları “Çok sağlam yazı” diyerek, Twitter’da paylaşıyorlar. Bunlar sinsi, küçük, abuk sabuk ve insanlık dışı şeyler. Bakıyorum ve sadece şunu görüyorum. İlkokulda, Ortaokulda hani herkesin nefret ettiği, arkadaş olmak istemediği insanlar vardı. Bunlar artık kanaat önderi haline geldi. Arkadaş olamayacağınız, sırtınızı dönemeyeceğiniz insanlar, artık gazetelerde köşe yazarı, televizyonlarda siyasi yorumcu oldu. Akıl alır bir şey değil. Zaten ben bunun çok ağır bir akıl tutulması olduğunu düşünüyorum.
ÇAYCI HASAN’IN ISMARLADIĞI ÇAY 100 ETYEN GÜCÜNDEDİR!
-Etyen Mahçupyan son bir yazı yazdı o konuda ne düşünüyorsunuz?
O yazı yayınlandığı gün dört şey oldu: Sabah Etyen’in yazısını gördüm sonra İLAD ödülünü almak üzere Ada Kitapevi’ne gittim. Gittiğim yerde çaycı Hasan, o gün tanıştık, bana, “Bunları boş ver abla, takma kafana” dedi ve çaydan para almadı. Sonra Nermin Abadan Unat, dünya çapında araştırmalarda bulunmuş bir bilimkadını törende bana inanılmaz güzel şeyler söyledi. Sonra, Karadeniz Pidecisi’nin çaycısı Beyler, ismi Beyler, bana çay ısmarladı ve “Abla aşk olsun, biz senden para alır mıyız” diye bir zerafet gösterdi. Şöyle düşündüm: Ben bu insanlar için yazıyorum. Etyen gibi (uzunca duraklıyor doğru sözcüğü seçmeye çalışıyor) kötü bir insanın, Etyen gibi kötücül bir insanın takdirini kazanmaktansa Beyoğlu’nda bir çaycının yazdığım yazıdan ötürü bana çay ısmarlamak istemesi, 10 kere daha kıymetlidir. Hasan’ın ısmarladığı çay, 100 Etyen gücündedir. Birincisi bu… İkincisi ise, söylenen söz söyleyenle kaimdir; kendi arkadaşının katillerini aklamak için Kürtlere saldırmakta beis görmeyen biridir Etyen. Bu yazıyı da cinayette sorumluluğu olduğu tartışılan bir devlet görevlisinin terfi edildiği gün yazdı. Dönüp bir kendine baksın. Pes yani pes başka bir şey söylemiyorum.
- Ergenekonculuk iması yapılıyor size Etyen Mahçupyan tarafından, buna bir cevap vermeyecek misiniz?
Etyen dönsün bir kendine baksın, kendi arkadaşlarının neler dediğine baksın. Arat Dink’in, Orhan Dink’in söylediğinden başka bir şey söylemiyorum ben. Onlar da mı Ergenekoncu? Tutuklu gazetecileri savunanlara saldırarak yapmaya çalıştıklarını, ertesi gün, Yeni Akit gazetesinde adını hatırlamadığım bir yazıdan görüyoruz ne yapmaya çalıştıklarını. “Bu kadını tutuklayın” diyorlar. Haa gelelim bu konudaki sessizliğe, Etyen’i artık ciddiye almıyorum. Makbul bir insan olarak görmedikleri için Etyen’e cevap vermeyenleri anlıyorum ama ortada yapılmaya çalışılan şey çok açık. Etyen’in yapmaya çalıştığı şey çok açık. Etyen’in kendisine değil ama bu yapılmaya çalışılan operasyona dur demeyenler onlar da bu sessizliklerinin bir günah olarak kaydedileceğini bilmeleri lazım. Bu kadar korkmasınlar konuşmaktan. Artık kimin ne olduğunu bu tutuklu gazeteciler için yapılmaya çalışılan şeyin ne olduğunu herkes biliyor. Artık bu kadar, o liberaller tarafından “Şucu, bucu, Ergenekoncu” diye yaftalanmaktan korkmasınlar.
HRANT’IN YERDE YATAN GÖVDESİNİ KULLANDILAR
-Dink cinayetinden sonra şöyle bir şey oldu. Hrant Dink’in Arkadaşları grubu cinayeti tamamen Ergenekon’a bağlamaya çalışan Cemaat’in rolünü örten bir rol üstleniyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tam senin gibi düşünmüyorum. Orada çok değerli insanlar da var. Başta Ümit Kıvanç olmak üzere. Dolayısıyla böyle bir genelleme yapmak istemem. Ama… Beni Hrant’ı kullanmakla suçluyorlar, çıksınlar da söylesinler nasıl kullanmışım? İkincisi, Hrant’ın yerde yatan gövdesini hakikaten bu iktidarı aklamak için kullanmaya çalıştılar. Bunu hâlâ yapmaya çalışan insanlar var. Onlara Karin’in (Karakaşlı) konuşmasını hatırlatmak isterim. Karin, Etyen’in kurbanlarından birisi olarak (Etyen Mahçupyan’ın Agos’un başına geçmesinin ardından Karin Karakaşlı’nın gazeteden ayrılmak zorunda kalmasını kast ediyor) şimdi 19 Ocak’ta Hrant için konuşabiliyorsa demek ki o rüzgar da dönmeye başladı. Oradaki insanlar da neyin ne olduğunu anladılar. Karin’in oradaki konuşması olağanüstü bir konuşmaydı. 10 kere alnından öpmek istedim Karin’i, ama onun ötesinde şöyle bir anlamı da vardı o konuşmanın: Artık insanlar Ergenekoncu suçlamasıyla, oraya buraya tıkılmak tehdidiyle susturulamaz hale geldiler.
ALLAH KİMSEYİ F TİPİ’NE DÜŞÜRMESİN
-Linç kampanyasından bahsettik ama daha vahim bir şey var. Size aba altından gösterilen tutuklama tehdidi. Artık açık açık yazılmasa da her yerde açık açık konuşuluyor. Yeni bir Ergenekon Operasyonu dalgası gelecek; içinde Nuray Mert olacak, Ece Temelkuran olacak, hatta Ahmet Hakan Coşkun olacak diyenler var. Ne düşünüyorsun bu konuda?
Ne düşüneceğim, korkuyorum tabii… (duraklıyor) Şöyle olmuyor; kitapta o yüzden yazdım: Faşizm kötü adamın aniden gelip, iyi adamın aniden ağzını burnunu kırması değil. Bu sinsilik insanları çürütüyor işte her gün beklemeye başlıyorsunuz…
-Hakikaten bekliyor musunuz? Bu kadar şirazesinden çıkabilir mi Ergenekon operasyonu?
Beklememem için bir nedenim var mı? Zaten olay o kadar mantıksız ki kimse ne olabilir diyor ne olmayabilir diyor. Bu tedirginlikle yaşatmak istiyorlar zaten. Buyursunlar gelsinler…
-Öyle mi diyorsunuz gerçekten yoksa ben F Tipi’nde yaşayamam giderim yurtdışında yaşarım mı diyorsunuz?
Ahmet ve Nedim’i ziyaret ettiğimde “Allah hiç kimseyi buraya düşürmesin” dedim. Ama bana yapabilecekleri en büyük şey buysa. Buyursunlar gelsinler…
(Birgün-Ahmet Meriç Şenyüz)