Etyen Mahçupyan 'ikilem'de kaldı: Devlet sırrını kim ifşa etti? Enis Berberoğlu mu yoksa...
Karar yazarı Etyen Mahçupyan, CHP İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu'na MİT TIR'ları davası nedeniyle verilen hapis cezasını köşesine taşıdı.
Karar yazarı Etyen Mahçupyan, CHP İstanbul Milletvekili Enis
Berberoğlu'na MİT TIR'ları davası kapsamında verilen 25 yıl hapis
cezasıyla ilgili olarak "Bir yanda devlet sırrını afişe edenin
cezalandırılması isteği, diğer yanda ceza ile birlikte devlet
sırrının resmen afişe edilmesi. Hangisi daha zararlı, bilmek
gerçekten zor. Özellikle demokrasiyi esas olarak bir seçim yöntemi
olarak algılayan devletçi yönetim geleneğinin mirasçısı olduğumuz
için" dedi.
Etyen Mahçupyan'ın "Devlet sırrını kim ifşa etti"
başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Demokrasilerde yargının ilginç bir işlevi var. Yürütme ve yasama
ile birlikte ‘devletin’ bir parçasını oluşturmakla birlikte o
devletin ‘zararına’ sayılabilecek tasarruflara da imza atıyor. En
basitinden siyasetçileri ve bürokratları kovuşturup mahkum
olmalarını sağlayabiliyor. Bizim gibi yarı demokrasi olan
toplumlarda ise söz konusu işlev daha muğlak bir hal alıyor, çünkü
yargı mensupları zihniyet olarak çok daha devletçi ve milliyetçi
bir ruh hali içinde oluyorlar. Dolayısıyla savcı ve hakimler
‘devleti koruma ve kollama’ diye tabir edilen bir göreve sahip
olduklarını ve bu görevi iyi yapabildikleri oranda makbul hukuk
insanları olacaklarını düşünebiliyorlar.
***
Bu görevin özellikle ‘kollama’ kısmı yargıya çok geniş hareket
alanı açıyor… Çünkü kavramın sınırları belli değil ve net bir
biçimde tanımlanması neredeyse imkansız. Devletin dolaylı olarak
zarar göreceği varsayılan durumlarda, hatta böyle bir durumun
oluşmasından ‘huylanıldığı’ anda devreye girebiliyor. Devletçi
hassasiyetin kariyer açısından önemli hale geldiği ülkeler ve
dönemlerde, birçok yargıcın bu tür ‘huylanmaları’ çok daha fazla
yaşayacağını, giderek her vakadan huylanmaya başlayacaklarını
tahmin etmek zor değil. Latin Amerika ülkelerinin durumu buna iyi
bir örnek…
Diğer taraftan yargının önüne gerçekten çetrefilli davalar da
gelebiliyor. Öyle ki devlete karşı suç işlemiş olduğu tespiti
yapılmış birinin mahkum edilme süreci bizzat devleti açığa düşüren
bir işleme dönüşme istidadı gösterebiliyor. Diğer deyişle suç isnat
edilen kişinin mahkum edilmesini isteyen devlet… Ama o kişi mahkum
olduğunda zarar görecek olan da devlet. ‘Devlet sırrının ifşası’
içerikli davaların hemen hepsi böyle bir özelliğe sahip…
Olayın iki yönü var… Siyasi açıdan bakıldığında sorumluluğun
yürütmeye ait olduğu öne sürülebilir. Eğer dava açılması ve
zanlıların suçlu bulunarak mahkum edilmesi, nihayette devlete zarar
verecekse yürütmenin bu yola hiç girmemesi gerektiği söylenebilir.
Ne var ki böyle bir tutum olası suç fiillerini teşvik etmek
anlamına gelir. O nedenle ilgili hükümetler bu ikilemde
sıkışmaktansa dava açılmasını isteyeceklerdir.
Soruşturma başladığında yargı da benzer bir ikilemle karşı karşıya
kalır. Eğer suçlu gördüğü kişileri mahkum etmezse bu suçu teşvik
ederek devlete zarar verecektir. Ancak o kişileri mahkum ettiğinde
de ‘devlet sırrının ifşası’ eyleminin gerçekleştiğini kayda
geçirmiş olacaktır. Yani faillerin ‘gerçekten de’ bir devlet
sırrını açığa çıkardığına ilişkin hüküm verilecek, böylece devletin
‘sır’ olarak saklamak istediği şeyin bir anlamda kamuoyuna itiraf
edilmesine vesile olunacaktır…
Demokrasiler bu ikilemden kaçmak bir yana, onu ‘koruma’ eğilimi
gösterir. Çünkü demokrasilerde hem devletin elinde eşitsiz bir güç
bulunur, hem de ‘gerçekte’ ona kimin hakim olduğunu da her zaman
denetlemek mümkün olmaz. Dolayısıyla devletin sırlarının
bilinebilir olması bile demokratik bir gözetim unsuru olarak
değerlendirilir.
***
Bizde ise durum daha karmaşık… Örneğin Enis Berberoğlu’nun
mahkumiyeti ile biten dava da bu türden bir ikileme sahip ve uzun
vadeli sonuçlarını öngöremiyoruz. Çünkü Berberoğlu’nu mahkum etmek,
aynı zamanda ona atfedilen eylemin ‘içeriğinin’ gerçek olduğunu öne
sürmeyi gerektirebilir. Nitekim kararın gerekçesinde, aynı haberi
daha önce yayımlayan Aydınlık gazetesinin ‘devlet sırrını ifşa
etmediği’ oysa Cumhuriyet’teki yayının bunu yaptığı söylenmekte.
Bir yanda devlet sırrını afişe edenin cezalandırılması isteği,
diğer yanda ceza ile birlikte devlet sırrının resmen afişe
edilmesi… Hangisi daha zararlı, bilmek gerçekten zor… Özellikle
demokrasiyi esas olarak bir seçim yöntemi olarak algılayan devletçi
yönetim geleneğinin mirasçısı olduğumuz için.