Eşinden Çetin Emeç'e duygusal mektup: Vurulduğun gün kolum kanadım kırılmıştı!
Hürriyet eski Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç 17 yıl önce bir suikast sonucu hayatını kaybetmişti.
Hürriyet gazetesinin, 7 Mart 1990'da bir suikast sonucu hayatını
kaybeden eski Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç,
evliliklerinin 55’inci yılında eşine hitaben bir mektup kaleme
aldı. Bilge Emeç, eşinin vurulduğunu anları anlatırken "Vurulduğun
gün kolum kanadım kırılmıştı. Seninle birlikte ben de vurulmuştum
sanki! Sen her zamanki gibi erkenden kapıdan çıkmıştın ve ben az
sonra bir silah sesi ve cam şangırtısı duydum. Yataktan fırlayıp
pencereye koştum. Araban kapının önünde duruyor ve ben yukardan
baktığımda arabada sadece bacaklarını görebiliyordum" diye yazdı.
Bilge Emeç, mektubunu "Yanımda olaydın, elli beşinci yılımızı ‘La
Vie En Rose’u dinleyerek kutlayacaktık. Yine öyle yaptık canım, tek
fark, sen orada ben burada, ama her zamanki gibi birlikteydik...
Kavuşana kadar hoşça kal, Çeto’m..." diyerek bitirdi.
Bilge Emeç'in Hürriyet'te yayımlanan mektubu
şöyle:
Çetocuğum, doyamadığım sevgili eşim,
Hayatta olaydın, bu yıl evliliğimizin elli beşinci yılını
kutlayacaktık.
Tanıştığımız günden düğünümüze kadar geçen yılları da sayarsam,
altmış yıl birlikte olmuşuz. Bizi tanımayanlara bu hesap tuhaf
gelebilir, ama çocuklarımız şahit, biz seninle bu dünyada her an
birlikteyiz.
Misal mi? Ne zaman ‘La Vie En Rose’ şarkısı çalsa, belime
sarılır, kulağıma şarkının sözlerini fısıldardın ya, hâlâ
yapıyorsun bunu ve ben her seferinde senin kollarında
ağlıyorum.
Kızımız, senden üç ay sonra ilk konserini verirken, Mehmet’le onun
piyanosunun açık kapağına eğilip içine bir şey koyduğunu görmüştük.
Meğer tellerin üzerine senin resmini yerleştirmiş ve konser boyunca
bakışlarından güç alarak çalmış piyanosunu. Hayattayken Mehveş’in
biricik babasıydın, yokluğunda onun ilham perisi de oldun. Ya
Mehmet ile yaşadıklarımız! O Amerika’dayken, ben ne zaman
seni ziyaret etsem, Mehmet’in beni arayacağı tutardı. Saatler
uymaz, aramızda kilometrelerce mesafe, oğlum benim o anda nerede
olduğumu nasıl bilecek? Ama oğlumuz açıklanamaz bir şekilde, beni
hep seni ziyaret ederken arar ve o anı paylaşırdı. Bir keresinde
telefonumu mezar taşına dayamamı istemişti, seninle konuşmak
için.
Defalarca Mehveş, Mehmet ve ben aynı rüyayı gördük... Sen
ölmemişsin, bir başka şehirdesin, sadece yanımıza gelemiyorsun.
Kısacası Çeto, biz ailecek yaşadığını varsaydık, seni hissettik,
sana danıştık, seninle sevinçlerimizi paylaştık. Sen hep yanı
başımızdaydın, sevgili kocam.
Kucaklayamadığın torunların seni tanıyor ve
seviyor
Eğer vurulmamış olaydın, birçok mutluluğu bedenen de bizimle
birlikte tadacaktın. Çocuklarımızın mezuniyetinde, nikâh
törenlerinde, düğünlerinde, torunlarımızın doğumlarında yüreğimde
değil yanımda olacaktın. Ama ne gam! Evlatlarımızın ailemize
kazandırdıkları değerli eşleri Özalp ve Lale ile torunlarımız
Selin ve Sofi de seni çok iyi tanıyor ve seviyorlar.
Selin yazı yazmayı sökeli beri, ölüm yıldönümlerinde, mezarının
başında sana yazdığı hikâyeleri okuyup, sana sevgi bulutları
gönderdi. Sofi henüz çok küçük olmasına rağmen senin resmine
bakarken yüzündeki tebessümü görünce bebeklerin yoğun duyguları
nasıl da algıladıklarını anlıyorum. İşte böyle Çeto,
kucaklayamadığın torunların seni tanıyor, tanımadığın kişiler dahi
seni hatırlıyor. Vefakâr dostlarımız hiç aksatmadan, her yıl senin
mezarının başında toplanıp acımıza ortak oluyor. Ve onca
acıya rağmen, hepimizin başı hep dimdik...
O güne dair hatırladıklarım...
Oysa vurulduğun gün kolum kanadım kırılmıştı. Seninle birlikte ben
de vurulmuştum sanki! Sen her zamanki gibi erkenden kapıdan
çıkmıştın ve ben az sonra bir silah sesi ve cam şangırtısı duydum.
Yataktan fırlayıp pencereye koştum. Araban kapının önünde duruyor
ve ben yukardan baktığımda arabada sadece bacaklarını
görebiliyordum. Dışardaki telaşa rağmen bacakların hiç
kımıldamıyordu. Aman Allahım dedim, Çetin’i vurdular! Telefona
koşup hastane ayarlamaları için gazeteyi aradım, bir taraftan da
üzerime bir şeyler geçirdim. Aşağı koştum. Alt katta oturan
kardeşin Zeynep kapıdaydı, "Çetin’i vurdular, Doğan onu hastaneye
götürüyor" dedi. Doğan, Zeynep’in delikanlı oğlu, o sırada
üniversiteye gitmek üzere bir arkadaşıyla evin az ilerisindeymiş.
Ben evin önüne gelen polis arabasına attım kendimi, "Kocamı
vurdular, beni onun götürüldüğü hastaneye ulaştırın” diye ağlayarak
yalvardım. Arabadaki polis, amirini aradı, “Aracımıza bir kadın
bindi, Çetin Emeç’in eşi olduğunu söylüyor, ne yapalım?” diye
sordu. Her ne talimat aldıysa, beni ana caddeye çıkarıp Divan
Pastanesi’nin oralarda indirdiler. Üzerimde para yok, çanta
yok! Önüme çıkan ilk dükkâna girdim, Hürriyet’i arayıp senin
hangi hastaneye götürüldüğünü sordum. Doğan’ın kullandığı araba
Göztepe’ye doğru gidiyormuş. Bir taksi durdurdum...
Çetin Emeç, 7 Mart 1990 sabahı, gazeteye gitmek üzere İstanbul
Suadiye’deki evinden çıktığı sırada, şoförü Sinan Ercan’la birlikte
silahlı saldırıya uğradı. Olay yerinde hayatını kaybeden Emeç, o
sırada Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu üyesi ve yazarıydı.
Çetin Emeç, 7 Mart 1990 sabahı, gazeteye gitmek üzere İstanbul
Suadiye’deki evinden çıktığı sırada, şoförü Sinan Ercan’la birlikte
silahlı saldırıya uğradı. Olay yerinde hayatını kaybeden Emeç, o
sırada Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu üyesi ve yazarıydı.
Biz hastaneye ulaştığımızda, seni çoktan içeri almışlardı. Ben
deliler gibi koşuyordum koridorlarda. Yaşlı, şalvarlı bir teyze
yanıma geldi, “Başın sağ olsun, kızım” dedi. O an bayılmışım.
Kendime geldiğimde başhekimin odasındaydım, başımda doktorlar
vardı. Bana sakinleştirici iğne yapmışlar. Seni görmek istediğimi
söyledim. Yanına girmeden önce, doktorların banyosunda duşumu aldım
ki, sana tertemiz geleyim. Beni sana getirdiler. Boynuna kadar
çekili bir beyaz çarşafın altında yatıyordun. Sadece başın
açıktaydı. Güzel yüzüne eğildim, kulağına sevgi sözcükleri
fısıldadım, sonra da sana dedim ki, “Sana hakkımı helal ediyorum
Çeto’m, için rahat olsun!”
Maskeli iki kişinin saldırısına uğrayan Çetin Emeç ile şoförü Sinan
Ercan’ın katil zanlısı olarak İstanbul’da yakalanan İrfan Çağırıcı,
müebbet hapis cezası alsa da, suikastın perde arkası hâlâ
aydınlatılamadı.
Maskeli iki kişinin saldırısına uğrayan Çetin Emeç ile şoförü Sinan
Ercan’ın katil zanlısı olarak İstanbul’da yakalanan İrfan Çağırıcı,
müebbet hapis cezası alsa da, suikastın perde arkası hâlâ
aydınlatılamadı.
Sonra çocuklarıma telefon etmek istedim. Başhekimin odasından
önce Londra’da yüksek lisans yapan Mehveş’i aradım, “Baban vuruldu.
Yaşıyor ama durumu çok ağır. Sen Mehmet’in büyüğüsün, kardeşini
sana emanet ediyorum, ona sahip çıkacaksın Mehveş!”
İkinci telefonu Amerika’da eğitim gören Mehmet’e çevirdim. Aynı
yalan: “Baban yaşıyor ama ümit hiç yok, ablanı sana emanet
ediyorum, onu kolla, ona sahip çık!” Ben yaşayabileceğimi
sanmıyordum o sırada, Çeto’m.
O güne dair hatırlayabildiklerim sadece sana vedam ve çocuklarla
konuşmalarım. Hepsi bu. Etrafımda kimler vardı, neler oldu, inan ki
bilmiyorum. Doğan’ın seni önce Zeynep Kâmil’e, oraya kabul
ettiremeyince, ardından bir başka hastaneye ve en son Göztepe SSK
Hastanesi’ne getirdiğini sonradan öğrendim. “Acaba geç kalınmasaydı
yaşar mıydı?” diye düşünürken bin kere daha öldüm. Ama biliyorum
ki, o genç çocuk senin için çırpınıp durmuş ve kaderin önüne asla
geçilemiyor. Neyse ki, yüce Rabbim her acının gücünü de birlikte
veriyor.
Kavuşana kadar hoşçakal Çetom
Ben o gün, o hastanede yılları bir anda aşarak büyüdüm,
olgunlaştım, yaşlandım. Sonrasında, ölüm, öldürülme, cinayet
sözcüklerini hiç telaffuz etmeden, ağzıma hiç almadan yaşadım
yıllarca... Belki de o yüzden sen hep benimle kaldın.
Senden sonra ülkemizin seni çok üzen bazı olayları, katlanarak
arttı. Tek tesellim şu ki, sen o gidişata ve bir darbe teşebbüsüne
daha şahit olmadın. Kız kardeşin Leyla’nın anılarında bizden
bahsettiği satırları da okumadın neyse ki! Okusan, belki çok
üzülür, belki de gülüp geçer ve benim üzüntümü dindirirdin... O
dönemde yaşananlarla ilgili sana olan saygımdan, sevgimden ötürü
şimdilik susmayı tercih ediyorum...
Bu arada, Galatasaray Liseli arkadaşlarının, özellikle İnan’ın sana
nasıl sahip çıktığını görmek, çok sevdiğin okulunda adına
düzenlenen anma törenlerinde arkadaşlarının, dostlarımızın sana
gösterdiği vefa, Galatasaray Üniversitesi’nde adını bir sınıfa
vermeleri ve burada adına küçük bir müze kurmaları, Uğur Dündar
başta olmak üzere Hürriyet’ten arkadaşlarının ve Hürriyet’in her
yıl sana ve aziz hatırana sahip çıkarak kabrinin başında seni
anması, yerel yönetimlerin senin adını yaşatma hususundaki
duyarlılığı, desteği, Mehveş’in ve senfoni orkestralarının adına
düzenlediği konserler, Gazeteciler Cemiyeti’nin, Galatasaray
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin ve Hürriyet’in seni anarken
adına verdiği gazetecilik ödülleri gibi değerbilirlik örnekleri,
Suadiye kıyısından gelen hoyrat rüzgârları dağıtıyor... Seni seven,
unutmayan ve sahip çıkan dostların varlığı ve vefası bizi mutlu
ediyor.
Yanımda olaydın, elli beşinci yılımızı ‘La Vie En Rose’u dinleyerek
kutlayacaktık. Yine öyle yaptık canım, tek fark, sen orada ben
burada, ama her zamanki gibi birlikteydik...
Kavuşana kadar hoşça kal, Çeto’m...