10 Nis 2011 08:47 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:13

ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN PAZAR YAZISININ İÇİNE EDEN KÖŞE YAZARI KİM?

“Şimdi sıra kimde” diye sorulduğunda, dost, düşman bütün parmaklar onu işaret eder.

Pazarımın içine eden bir yazı


O, hep, “sıradaki gazetecidir”.

Ama hiç hizaya gelmez.
“Şimdi sıra kimde” diye sorulduğunda, dost, düşman bütün parmaklar onu işaret eder.
Çünkü bazıları “sivil tasfiye” listeleri hazırlar; tasfiye toto başlar; gözü yaşlı timsahlar listenin başına onu yazar.
Her iktidarın “olağan şüphelisidir”.
Çünkü o iktidarı sevmez; iktidarın onu sevmesi için de tek neden yoktur.
Bir de tüyo vereyim.
Aslına bakarsan, okuru dışında kimse ondan hazzetmez.
Düşmanı nefret eder, yeteneksizi ifrit olur.
Yeteneklisi kıskanır, dostu, kıskanmamak için gıpta eder.
Neticede arkadaş; Yılmaz Özdil, hepimizi rahatsız eden yazardır.
Kalemi ile, zekâsı ile, mizahı ile, cesareti ile...
Huzursuz eder bizi. Mizah duygusunu ve zekâsını kaybetmiş, gittikçe vasatlaşan, zavallılaşan mahallenin ayakkabısındaki çividir.
Durmadan batar.
Yani işin aslına bakarsan, hepimiz Yılmaz’ın gizli hayranıyızdır.
Taklit etmeye kalksak, bir türlü beceremeyiz.
Becersek, o an anlarız ki, sadece ikinci eliz, mukallitiyiz.
Baş edemeyiz onunla.
Böyle bir zekâ ile aynı mahallede yaşamak, zor zanaattır. Görmezden geleyim deseniz, mümkün değil görürsünüz. Her sabah Hürriyet’in üçüncü sayfasını açar mutlaka okursunuz.
Hepimizin, herkesin yaşlandığı bu mahallede, o Benjamin Button gibi her gün daha da gençleşerek, çocuklaşarak karşımıza çıkar.
Twitter döneminin ilk “Marvel” kahramanıdır. 160 vuruşluk cümlelerin “Spiderman”i.

***
Nereye gitseniz, size onu sorarlar, ona selam söylerler.
Yüzünüzde en sahtekâr ifade ile sevinmiş gibi yapar, “Tabii ilk gördüğümde” dersiniz.
Yüzünüze koymaya çalıştığınız en sahici maske bile, içinizdeki hasedi saklayamaz.
Kurtuluş yoktur, kaçamazsınız.
Çaresiz her gün yeniden taşırsınız.
Gıptayla kıskançlık arasındaki o incecik çizgide cambazlık bitap düşürür sizi.
“Onunki Allah vergisidir, ne yapalım bize vermemiş” deyip teselli ararsınız.
Velhasıl bu ülkede bir tane Yılmaz Özdil vardır.
Allah vergisidir, Allah’ın bu ülkeye hediyesidir.
Kâğıttan kaplan değil, kâğıdın kaplanıdır.
Ona düşman olmanın manası yoktur, sizi çıldırtır.
Kıskanmak çare değildir, sizi çatlatır.
En iyisi tevekküldür, kabullenmek, onunla yaşamayı öğrenmektir.
Yılmaz, Bekir Coşkun için, “O, Türkiye’nin sabah kahvesidir” demişti.
Yılmaz Özdil de Türkiye’nin, zekâ küpündeki rengârenk akide şekeridir.
Ülkemizde esmeye başlayan İzmir baharının çağla bademi, can eriğidir.

***
İnşallah hayatı boyunca, vasatların, alelade kafaların tasfiye listesinin hep başında kalır...
İnşallah hiç hizaya gelmez.
Çünkü zombi münevverlerle dolu bu köşe mezarlığında, hâlâ ıslık çalabilecek birkaç haşarı çocuğa ihtiyaç var.
Ha, her sabah o ıslığı duyduğunuzda bilin ki, korkudan değildir.
Daha ölmeden Karacaahmet önünde kuyruğa girmiş zombi münevveri ti’ye almak içindir.

Yılmaz Özdil yazılarını bir kitapta topladı. Daha çıktığı hafta “D&R”ın en çok satanlarında bir numaraya oturdu. Kitap çıkmadan önce bazı dostlarından yazı istedi. Ben de yazdım. Kitabı çok beğendim. Çok iyi edit edilmiş, gruplandırılmış. Okuyunca heyecanlandım, ilk yazıya bazı eklemeler yaptım. Yani bir “Yılmaz Özdil remiks” yazısı oldu. Bu arada bir itirafta bulunayım. Yazarken bir yandan da hasedimden çatladım. Zaten yukarıda “hasetle” ilgili bölümlerin hepsinin gölge kahramanı benim. Yani, kıskançlığı gıpta diye yutturmak isteyen köşe yazarı.

Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET