ERTUĞRUL ÖZKÖK'TEN İKTİDARSIZ ERKEKLERE İLGİNÇ TAVSİYE!
Ramazan nedeniyle bir süre cinsel içerikli yazılarına ara veren Ertuğrul Özkök, Ramazanın bitmesini beklemeden geri döndü.
Ortaçağ’da kadınlar erkeklerinin iktidarsız olması ihtimalini
kesinlikle kabul etmiyorlarmış. Onlardan cinsel bir güç ve bunun
sayesinde de ailede otorite bekliyorlarmış. O nedenle hangi metodu
kullanıyorlarmış biliyor musunuz? Erkeğin cinsel organlarını
tuzluyorlarmış.
Hayatım boyunca merak ettiğim çok önemli bir sorunun cevabını,
geçen hafta öğrendim.
“Tuz deyince neden aklıma hep olağanüstü bir cinsellik gelir?”
Tuz kadar büyük bir tutku olduğu için mi?
Yoksa bu benim sersem muhayyilemin ürünü mü?
Biraz sabır… Anlatacağım.
Şimdiden şunu söyleyeyim; bu benim sersem muhayyilemin fantezisi
değilmiş…
BİLİYOR MUSUN KANINDAKİ TUZ OKYANUSTAKİ SU
KADARMIŞ
Diyetisyenler bana kızacak. Ama başımdan geçen olayı da kimseden
saklayamam.
Bir defasında onlara uyup bir hafta boyunca tuzu tamamen
kestim.
Sonuç?
Felaketti. 15 gün boyunca kendime gelemedim. Dengem bozuldu,
karamsarlaştım, herkese, her şeye küstüm.
* ‘Tatsız tussuz adam’ lafının manasını da işte o zaman
öğrendim.
Öğrendiğim çok önemli bir başka bilgi daha vardı.
* “Erişkin bir insanın günlük 20 gram tuza ihtiyacı varmış.”
Bir de şu:
* “Bedenimizde hücre dışındaki tuz oranı, okyanuslardakine çok
yakınmış…”
Bunları da Prof. Zeki Tez’in ‘Lezzetin Tarihi’ adlı harikulade
kitabından öğrendim. Bir hafta elimden düşürmedim ve bitirdim.
TUZ DEMEK AŞIK VEYA ŞEHVETLİ ERKEK DEMEKTİR
Hıristiyanlar ekmek ve şarap gibi, tuza da ‘kutsal’ bir anlam
yüklerler. Vallahi Müslümanım ama ben de aynı duyguyu
taşıyorum.
Zaten ergenliğe girdiğimden beri, insan güzelliğiyle ibadet
arasında hep yakın bir ilişki hissetmişimdir. O yüzden tuz benim
için ‘kutsal’ ile ‘cinsel’ arasındaki, o en hünsa bölgenin
parolasıdır.
İşte yıllardır içimde taşıdığı o tuhaf duygunun birinci kanıtı:
· VAY CANINA Latincede tuz kelimesinin kökenini
oluşturan ‘salax’ veya ‘salacis’ kelimesi aslında ‘şehvetli ya da
aşık erkek’ anlamına geliyormuş.
Ben şüpheci bir erkeğim. Tabii ki, sadece etimolojik bir kanıtla
yetinmem. Araştırmacı gazeteciliğim devam ediyor.
· PSİKANALİZCİLERE göre tuz, doğurganlığı temsil
edermiş. Bunun kanıtı olarak da şunları gösterirlermiş:
Tuzlu suda yaşayan balıklar daha çok yavru verirmiş. Tuz taşıyan
gemilerde çok daha fazla fare olurmuş.
· BERNARD PALISSY adlı bir yazar 16’ncı yüzyılda,
‘Herkesin Zenginleşip Servet ve Mülkünü Çoğaltmasının Gerçek
Reçetesi’ adlı bir kitap yazmış. Bakın orada neler demiş:
“Tuz, kadınla erkeğin cinsel organlarına bağışladığı güçle, onlar
arasındaki sevgiyi ön plana çıkarır; böylelikle de çoğalmaya hizmet
eder.”
‘Cinsellikle’ ve ‘üreme’ lafları yan yana gelince iştahım kaçıyor.
O nedenle kafamdaki tuz kavramına daha uygun bir şeyler
arıyorum.
Zeki Tez’in harika kitabında o da var.
BEŞ KADIN, PANTALONU İNMİŞ ERKEĞE NE YAPAR
· KADIN TUZLAMA Ortaçağ’da erkekler kendi
aralarındaki geyik muhabbetlerinde, “Karıları çok tatlı olduğu için
onları tuzladıklarını” söylermiş.
· ERKEK TUZLAMA ‘Tuzsal cinsellik edebiyatını’
asıl geliştiren kadınlar olmuş. O dönemde kadınlar, erkeklerinin
iktidarsız olması ihtimalini kesinlikle kabul etmiyorlarmış.
Onlardan cinsel bir güç ve bunun sayesinde de ailede otorite
bekliyorlarmış. O nedenle hangi metodu kullanıyorlarmış biliyor
musunuz?
Erkeğin cinsel organlarını tuzluyorlarmış. Bunu da şöyle
açıklıyorlarmış: “Kocalarımızın tadına varmak için onları
tuzluyoruz.”
· YAYINLAYAMADIĞIM GRAVÜR Kitapta 1557’de ahşap
oymayla yapılmış çok ilginç bir de gravür var. Muhafazakar bir
toplumda yaşadığımız için buraya koyamıyorum. Ama anlatayım. Ortada
yüzüstü, iki büklüm bir erkek var. Pantolonu aşağı indirilmiş.
Etrafındaki beş kadın da onu tuzluyor. Bu işi yaparken bir de şu
tuhaf şarkıyı söylüyorlarmış:
“Kocalarımız öyle soylu ve tatlıdır ki;
Bize hizmete severek katlanırlar
Bu yüzden biz de onları
Kendi soylarından daha çok gurur duymaları için
Bir tuz fıçısının üzerinde önden ve arkadan tuzluyoruz.”
EN İYİSİ SİZ BENİ DEĞİL KEYKAVUS’U DİNLEYİN
İçgüdülerim kuvvetlidir. Havada dolaşan zerrecikleri hissederim. Bu
tuz meselesine yıllar önce takmıştım.
Anladım ki; benim sersem muhayyilem bile, bir Ortaçağ
kadınınınkinin tuhaflığına yetişemezmiş.
Hayatım boyunca kadından korkmakta haklıymışım.
Tuz, edebi olarak cinsellik demektir. Eminim, bu yazdıklarımı
okuyunca, Osman Müftüoğlu’nun tüyleri diken diken olacaktır.
Haklı da… Tuz zararlıdır.
Siz doktorunuzu dinleyin. Kararında kullanın. Zaten cinselliğin
fazlası da zararlıdır.
Ne diyor Keykavus ünlü ‘Kabusname’de?
Velakin ne çoğu, ne azı; ne çok sıcakta, ne de çok soğukta…
Mutedil olun yani…
Bakmayın siz bana; ille de tavşanlar gibi davranmanız gerekmez.
Zeki Tez; ‘Lezzetin Tarihi: Geçmişten Bugüne Yiyecek, İçecek ve
Keyif Vericiler’, Hayykitap; 2012 (Yaz tatiliniz henüz bitmediyse,
çok eğlenceli ve öğretici bir kitap. Harika yazılmış, çok kolay
okunuyor.)
YİYECEK-İÇECEK SÖZLÜĞÜ
Aslanların sütü, her kuşun eti Neron’un ateşi, keçinin pisliği
- ASLAN SÜTÜ: Osmanlı’da geç dönemde, rakı
küplerini şarap küplerinden ayırt etmek için, rakı küplerinin
üzerine aslan motifi konurmuş. ‘Aslan sütü’ deyimi oradan
geliyormuş.
- ÇİLİNGİR SOFRASI: Rakının, genellikle, bir çene
çilingiri gibi, içen kişinin dilini çözdüğüne inanılır. Büyük
ölçüde de doğrudur. O nedenle, rakının yanında yenilen mezelerden
oluşan sofraya, ağız kilidini açan içecek olduğu için ‘çilingir
sofrası’ denmiş.
- AYAKLI MEYHANE: Osmanlı döneminde, sırtında,
bağırsaktan yapılmış tulumlarda rakı satan kişiler varmış. Yolda
isteyene tasla rakı satarlarmış. ‘Ayaklı meyhane’ lafı buradan
gelmiş.
- YUMRUK MEZESİ: Bu sokak satıcılarından tas
içinde rakı alıp içenler, sonra ellerini yumruk yapıp, ağızlarını
silermiş. ‘Yumruk mezesi’ lafı da işte bu ayaklı meyhane kültürünün
lügatından geliyormuş.
- İÇKİ İÇEN SULTANLAR: Osmanlı sultanlarından içki
içenler şunlarmış. İkinci Selim (Yönetim: 1566-1574), Dördüncü
Murad (1623-1640), Üçüncü Ahmed (1703-1730), Birinci Mahmud
(1730-1754), İkinci Mahmud (1808-1839), Abdülmecid (1839-1861) ve
Beşinci Murad (1876’da 93 gün).
- İÇKİ YASAĞI: Kanuni Sultan Süleyman koymuş,
1566’da tahta çıkan İkinci Selim içki yasağını kaldırmış. 17’nci
yüzyıl ortalarında İstanbul’da 1000’den fazla meyhane varmış.
- HER KUŞUN ETİ YENMEZ: Osmanlı’da yüksek
tabakadan biri evlendiğinde, zifaf odasına tepsi içinde kızarmış
kuş ve tatlı verilirmiş. Damat geline kuş etini, gelin de damada
tatlıyı ikram edermiş. Eğer gelin damadı beğenmezse kuş etini
yemezmiş. ‘Her kuşun eti yenmez’ deyimi buradan geliyormuş.
- KAHVE KANTATI: Bach, kahvenin şaraptan ve
öpücükten daha lezzetli olduğunu söylermiş. ‘Kahve kantatı’nı da bu
duyguyla yazmış. Voltaire günde 72 fincan kahve içermiş.
- NERON ATEŞİNİ SÖNDÜRMEK: Neron, dondurma
hastasıymış. Köleleri koşarak Apenin dağlarına gönderip, kar
getirtir, bundan yapılan dondurmayı yermiş. Eee, Roma’yı yakan
adam, içindeki ateşi başka türlü nasıl söndürebilirdi ki?
- 500 ÇUVAL KEÇİ PİSLİĞİ: 1683’te Viyana kapısında
bozguna uğrayan Osmanlı ordusu çekilirken, şunları bırakmış: 20 bin
çadır, 20 bin büyükbaş hayvan (öküz, manda, deve ve katır), 10 bin
koyun, 100 bin ölçek buğday ve 500 çuval kahve. Avusturyalılar önce
kahveyi keçi pisliği sanıp Tuna nehrine dökmeye kalkmışlar.
- TURŞUSUNU KUR: “Bekleyip de kızının turşusunu
kur” lafı Çince’den geliyormuş. Eski Çin’de bir aile kız çocuğu
sahibi olunca çeşitli sebzelerden her yıl bir kavanoz turşu
kurarmış. Kız evlendiğinde, bu turşu çeyiz olarak verilirmiş.
Ortaçağ’da 10-12 kavanoz turşu birikince kız evlendirilirmiş. Daha
geç evlenirse, turşu kurmaya devam edilirmiş. Böyle durumlarda
oğlan tarafı da işte o malum lafı edermiş.
Ertuğrul Özkök/Hürriyet