27 Nis 2014 14:45
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:07
Ertuğrul Özkök'ten çarpıcı itiraflar! 3,5 yıl tutuklanmayı bekledim!
Türk medyasının ‘amiral gemisi’ sayılan Hürriyet Gazetesi’nin 20 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini yürüten Ertuğrul Özkök'ten ilginç açıklamalar...
Türk medyasının ‘amiral gemisi’ sayılan Hürriyet Gazetesi’nin 20 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini yürüten Ertuğrul Özkök, 28 Şubat soruşturmasının da dâhil olduğu üç buçuk yıl boyunca tutuklanmayı beklemiş. “Üç buçuk yıl, yanı başımda valizle yaşadım” diyen Ertuğrul Özkök, “Herkesi alıp götürdüler, beni niye götürmesinler” sorusunu soruyor. İşte Özkök'ün Bugün gazetesinden Fatih Vural'la yaptığı röportaj:
- Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri’nde, bu ülke aydınının ‘Türk’ kelimesini sevmediğini söylüyorsunuz. Neden böyle bir kompleks yaşıyorlar?
Türk aydınının en derin kompleksi, bu. Kendini bağımsız bir aydın olarak tarif ettirecek özellikleri bulamadığı için, Türk kelimesine karşı olarak kendini tarife girişiyor. “Tarihte ne kadar b…tan iş varsa, hepsini Türkler yapmıştır!” Ermeni olayı büyüttü bu işi. ‘Türk’ deyince de bir genelleme yapıyorsunuz. Anadolu’nun birçok yerinde de Ermeni olayları yaşanmadı. Kurtuluş Savaşı’nda dahi Rumlara yönelik bir öldürme girişimi olmadı Ege’de. Neticede Türk’üz. Ben Türk’üm. Kürt de “Kürt’üm” desin. Ben, “Türk hassasiyetini dikkate alın” dediğim zaman, bana yazılanları hatırlıyorum da… Başbakan karınca adamlar gibi şeyler yapıyor, üzerine Türk bayrağı dikiyor. Sıkıysa şimdi onun için de deyin aynı lafları!
- O itirazlar, çözüm sürecinde engel çıkardığınız gerekçesiyle mi yapıldı?
Ben çözüm sürecine hiçbir zaman karşı çıkmadım. Tam aksine destekledim. Türkiye’de ilk defa “Abdullah Öcalan’la görüşün” diye yazan adamım. “Çözüm sürecine giderken, bir günah keçisi bulalım, onu dövelim, sayesinde daha çok çözümden yana görülelim…” Bu üçkâğıtçılığa kimse tevessül etmesin. Ben sadece şunu dedim: “Bu ülkede son 20 yıldan beri çok fazla Kürt diye bağırıldı ve Türk kelimesi aşağıya indirildi. Türk sorunu çıkararak, Kürt sorununu çözemezsiniz.”
BENİM AİLEM KİMİ EZDİ?
Beyaz Türkler’in çözüm sürecine bakışını nasıl buluyorsunuz?
‘Beyaz Türk’ genellemesinden hep kaçındım. ‘Beyaz Türk’ kavramını da ortadan kaldırmak için yazdım bu kitabı. Beyaz Türk olarak doğdum. Melez bir Türkiye’de ölmek istiyorum. Anlatmaya çalıştığım, Tayyip Erdoğan son 12 yılda, toplumun bir kesimini çok horladı: “Siz çok ezdiniz.” Benim annem, babam neyi ezdi Allah aşkına ya? Türkiye’de devletin yaptığı şeyi, bu hayat tarzını benimseyen insanlara, suçluymuşlar gibi yapıştırıyorsun. Babam, Demokrat Parti’liydi; ama hayat tarzımız aynıydı. Menderes’in kendisi içki içiyordu. Sevgilileri vardı. Muhafazakârlığın böyle bir tarifi yoktu. O Menderes idam edildiği gece, evimizde sabaha kadar Kur’an okundu. Ondan sonra Demirel’e ve Özal’a oy verdi babam. Babaannem, çarşafla gezer, beş vakit namaz kılardı. Annem 40 yaşına kadar eşarp taktı. Beş vakit namazını kılıyordu.
Dünyanın 4 büyük liderinden biri olabilirdi
-Erdoğan’ın bu ülkenin bir bölümüne çok derin bir öfke duyduğunu, sebebinin ise ‘öyle yaşayamama’nın verdiği kompleks olduğunu düşünüyorsunuz. Ses kayıtlarıyla anlaşılan refah düzeyi de bu kompleksin eseri mi?
Biz bu dünyaya niye geliyoruz? Bu sorunun cevapları arasında, “Yaşamaya geliyoruz” da bulunmalı. Çünkü yaşıyoruz. Başbakan 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyor. Biraz daha rahat yaşasa, yaz tatillerini saklanmadan yapsa, başkalarının başka türlü hayatlarının olabileceğini kabul etse, bu ülke daha güzel olur. O da daha büyük bir lider olur. 2007’den sonra yaptığı hataları yapmasaydı, bugün Obama, Putin, Merkel’den sonra dünyanın 4. büyük lideri Tayyip Erdoğan olurdu.
- Neydi o hatalar?
Aşırı güç kullanımı, herkese müdahale! Mavi Marmara’dan başlayıp, Mısır’ın içine müdahale, Suriye’nin içine müdahale, oraya müdahale, buraya müdahale… Dünyanın neresinde Müslüman varsa, ondan sorulurmuş havasında. Hep en doğru yolun kendisininki olduğuna inanıp, o yolu başkalarına kabul ettirme derdinde.
- Tam da bu noktada, etrafındakilerin dillendirdiği “halife-i rui zemin” olduğu düşüncesi var…
Ben Cumhuriyet çocuğu olarak, halifeliğin kaldırılmasını okudum. Geçenlerde bir yerde okudum. Meğer halifelik kaldırılmamış da, Meclis onu kendi bünyesinde tutuyormuş. Ne demekse, anlamadım. Birisi de bana “Meclis’te halifeliğin konumu nedir, Başbakan bu konuyu inceletti” dedi. Doğru mu, değil mi bilmiyorum.
AK Parti dönemi 12 Mart’tan beter
AK Parti dönemini, bir ‘ara rejim’ olarak nitelendiriyorsunuz…
Kesinlikle! 12 Mart’tan daha da kötü bir ara rejim. Bu sürdürülebilir bir şey değil ve bundan kimseye şerefli bir mazi kalmaz.
- “İslam Rönesans’ı beklerken, İslam Ortaçağı’na girdik.” derken; aşırı bir genellemecilik yapmıyor musunuz?
Sadece burası değil ki! İran’da, Afganistan’da, Pakistan’da da benzer baskıcı rejimler çıktı. İslam’ın güzel yüzünü anlatacak bir Rönesans bekliyordum ben. Bizim karşılaştıklarımıza bakın: El Kaide, Irak’ta, İran’da olanlara bakın… Mezhep savaşları, Müslüman Kardeşler… Ben siyasetin içinde Müslümanlık istemiyorum. İnancımı siyasetin dışında yaşamak istiyorum.
Referandum çok tehlikeli bir araç
- Kitapta, 68 Hareketi’yle de yüzleşiyorsunuz. Peki, 68’liler kendileriyle neden yüzleşemedi?
Çünkü çok güzel bir fikrî rant sağladılar, oradan. 68’li olmak modaydı! Kızlarla daha güzel ilişki kuruyordun, daha modern görünüyordun! Kötülüklerin Türkiye’de iki nedeni var. Birisi, 27 Mayıs. Diğeri de 68’liler. Bana sorarsanız, 12 Eylül’ün sebebi de 68’lilerdir.
- Nasıl?
Silahlı mücadelenin yolunu açtılar. Hep radikal oldular! Oral Çalışlar’a bakın… Hep en radikali oldu. Gezi Olayları ortada dururken, diktatörleşme ortada dururken, bütün özgürlükler ortadan kaldırılırken, eleştirel bakamadan aydın kalınmaz. Ben hiçbir zaman böyle olmadım. Özal’a hayrandım; ama referanduma gitmesini eleştirip, “Siyasi yasaklar, referandumla kaldırılmaz” dedim. Yasağı Meclis’te kaldırırsın. Ne demek halka sormak ya? Referandum bence çok tehlikeli bir araç. Ancak ve ancak bir anayasanın nedeni olabilir. Biz suyunu çıkardık.
- Cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynısını düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Başbakan çıktı, “Milletin başkanını seçiyoruz” dedi. Ben, Cumhurbaşkanı seçiyoruz zannediyorum. Anayasa’da hâlâ öyle yazıyor! Ben kime güveneceğim? Tayyip Erdoğan’a mı?
Bir otoriterleşme hamlesi daha deneyecek
- “Her solcu Beyaz Türk’ün içinde bir Che tişörtü vardır” bölümünde, Tayyip Erdoğan’dan duyulan korkuyu vurguluyorsunuz. Onu bir diktatör olarak mı görüyorsunuz?
Diktatör çok ağır bir kelime. Henüz diktatör denilebilir mi bilmiyorum; ama otoriterliğin sınırlarına tecavüz ettiği kesin! Ben bu çağda bir ‘baba’ figürü istemiyorum kardeşim! Bu ülkenin çocukları, babalarından yeterince çektiler.
- Erdoğan’la ilişkinizdeki kırılma, şarap üreticilerinin sorunlarını anlattığınızda, size verdiği “Bu ülkede kaç kişi şarap içiyor?” cevabıyla mı başladı?
Çok kafa yordum buna. Onun yönetmek ve demokrasiden anladığı şey, tamamen sayısal bir anlayış üzerine kurulu: “Siz kaç kişiniz?” Kendisine demokrat diyen hiç kimse, bu soruyu sormaz. Demokrasilerin sayılarla ilişkisi, iki yerdedir: Seçim sandığındaki oy ve Meclis’te kaldırılan parmak. Demokrasinin sayısal hükümranlığı yoktur.
- O da “Yüzde 45 oy aldım” diyor…
Ama neye göre yöneteceksin? Kanunlara göre… “Ben yaptım, oldu” diye bir şey yok! Ama Başbakan hep “Siz kaç kişisiniz?” diyor. Ben Tayyip Erdoğan’ın bir otoriterleşme hamlesi daha deneyeceğini düşünüyorum. Ama başaramaz. Yapmaya kalkarsa, sonu iyi bitmez. Dünyada bunun örnekleri var. Elinden gelse, Türkiye’de içkiyi tamamen yasaklayacak.
iKi DEFA BOMBADAN KURTULDUM
28 Şubat soruşturmasında tutuklanmaktan korktunuz mu?
Üç buçuk yıl, yanı başımda valizle yaşadım.
Tutuklanmayı bekliyordunuz yani?
Neyi beklemeyeceğim Allah aşkına? Herkesi alıp götürdüler, beni niye götürmesinler? Keyfi alıp götürüyorlar, içeride 5 yıl unutuyorlar seni.
- Ailece travmaya döndü mü o bekleyiş?
Karım o kadar değil; ama kızım çok üzüldü. Çok kötü günler geçirdi.
- Neden paylaşmadınız bunu?
Hayatımda hiç mağdur edebiyatı yapmadım ki! Çünkü yaptığımız Türkiye’de riskli bir iş. Ayağımın altında iki defa bomba patladı, bir hafta arayla. Birisi Sedat Simavi’nin mezarının başında. Bir hafta sonra, Ankara’da bomba patlattılar, odam dümdüz oldu. 5 dakika öncesinde bir arkadaşım, “F16’larla ilgili bir yolsuzluk dosyası vereceğim” diye Hilton’a çağırdı. Çıktıktan 5 dakika sonra patladı. Oda dümdüz oldu.
ASKER, 2002’DEN SONRA BiZDEN NEFRET ETTi
- 28 Şubat’ta askerin attırdığı manşetleriniz oldu mu?
28 Şubat’ta Türkiye’nin gazeteleri, bugün Erdoğan’a karşı olandan çok daha fazla direnme gücüne ve cesaretine sahipti. Asıl, “Erdoğan’a nasıl direniyorsunuz?” diye sorun bana. Askerler hiçbir zaman ellerindeki ekonomik enstrümanları, yargı enstrümanlarını, Erdoğan gibi kullanmadı!
- Askerle ilişkiniz nasıldı?
Benim askerle ilişkim yoktu. Buna inanmıyor kimse. Orgeneral mi, tümgeneral mi daha yukarıda, vallahi billahi iki sene önce, adamlar hapse girmeye başladıktan sonra öğrendim. Hayatımda Çevik Bir’le telefonda bir kere konuştum. O da Fethullah Hoca’yı savunmak için! Okulları ellerinden almaya çalışıyorlardı. “Yahu yapmayın” dedim. Alaattin Kaya’nın isteği üzerine onu Çevik Bir’le buluşturdum. Alaattin Kaya, “Gerekirse bu okulları size verelim” dedi. Askerler 2002’den sonra Hürriyet’ten nefret ettiler. Sebebi de Sedat Ergin’in yazdığı bir yazıdır. Sedat, “Kıvrıkoğlu giderken, Hilmi Özkök’ün etrafını çevirmek için Edip Başer’in yerine Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri’ne getirdi” diye yazdı. Yarım sayfa açtım. Çok kızdılar. Hayatım askerlerle, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de mücadeleyle geçmiş. Ha, doğru gördüklerimi de söylüyorum.
Mesela?
12 Eylül Darbesi’nin sabahında da “Oh canım kurtuldu” yazdım. Bedrettin Cömert’i kaybettim. Aldığım tehditlerden ötürü her gece ev değiştiriyordum. Bunu yazdım diye bana neler dediler ya! Solcu bildiğimiz adamlar, Oral Çalışlar, Kenan Evren’e mektup yazmış, “Biz sizdeniz” diye. Askere “postal kafalı” diyen babam, 12 Eylül sabahı, “Oğlum kurtuldu” diye gözümün önünde ağladı.
ORTAÇ’I ÖLDÜRTECEKLER!
Size ‘gına getiren’ bir mağduriyetin ifadesi olan ‘zenci’ kavramının, yüzde 50 oy alsalar bile, AK Partilileri kendi içlerindeki gettoya mahkûm ettiğini söylüyorsunuz…
“Siz ezilmişsiniz” diyerek oy istemek, o insanlara yapılan en büyük haksızlık ve hakaret. Engelli çocuklarını eve saklayan gibi davranıp, her gün “Dışarı çıkarsan sana büyük kötülük yaparlar” diyorsunuz. Yahu dışarıda kötülük yapacak bir şey yok. Başbakan, 3 buçuk ay hapis yattı. Hapis yattığı yeri de biliyoruz. 12 yıldır çektiriyor bununla. Ahmet Kaya konusunda da aynı şey yapılıyor.
- Nasıl?
Olağanüstü bir müzisyen. Ama bütün hayatı mağduriyet üzerine kurarsanız, eseri onun arkasında gizli kalır. En çok dinlediğim şarkılardan birisi, Kum Gibi. Önceki gün bir yerde çalıyorum şarkıyı, birisi “Kapat ya bu adamı” dedi. Mağduriyeti psikolojik ticarete dönüştürmemek lazım. O zaman geleceği de kaybediyoruz. Ahmet Kaya’nın son CD’si satmadı. Bir mağduriyet optimum noktayı geçti mi tam tersi etki yapar.
O HABER DEĞİŞTİRİLMEDİ
- Gülten Kaya, “Vay Şerefsiz” manşetini attığınız haberde, muhabirinizin kendilerine ağlayarak “Bu, benim haberim değil" dediğini ve o haberi masa başında yazdığınızı söylüyor.
Hürriyet’in muhabiri hâlâ çalışıyor. Açın, sorun. Hayatımda masa başında bir cümle değiştirmedim.
- Pişman mısınız o manşetten?
Pişmanım. Ahmet Kaya’nın en sevdiği laftı, “Vay şerefsiz”. Bugünkü aklım olsa, “Olmadı be iki gözüm” derdim. Ben gazeteciyim ve akılda kalacak manşet atarım. O manşet de akılda kaldı.
Böyle başka manşetler de var mı?
28 Şubat’ta attığım “Gerekirse Silah Kullanırız” manşeti, 5 ayrı gazetede var o gün. Sadece benden soruyorlar. Direkt o lafı tepeye koydum da ondan. Diğerleri spotta kullanmışlar. “Bu Defa Silahsız Kuvvetler Halletsin” manşeti de öyle. AK Parti milletvekili bana soruyor manşeti; ama yazıyı okumamış. Yazıyı okuyup, “Bu yazıda katılmadığınız cümleyi söyleyin” dedim. Bir şey diyemedi. Yalçın Akdoğan, Diyarbakır’da “Bu defa Silahsız Kuvvetler çözsün” dedi. Ertuğrul Özkök manşete taşıyınca kötü. Çünkü adam kötü!
- Türkiye siyasetini iyi okuyamadığınıza katılır mısınız? Mesela Özden Örnek’in darbe günlükleri için ‘özel imalat’ deyip sahte olduğunu vurguladınız; ama gerçek çıktı.
Ben sahte dedim mi?
Dediniz…
Olabilir… Ama Balyoz’la ilgili yazılanlardan sonra benimki çok masum. Beni artık unutsunlar. Bu işi daha iyi yapanlar çıktı ortaya. (Gülüyor.)
YETERİNCE ÖZÜR DİLEDİM
- Ahmet Kaya mevzuuna dönersek, Gülten Kaya ve kızı Melis’le bir Paris uçağında karşılaştınız. Ne hissettiniz?
Görmedim. Görseydim yanlarına giderdim. “Yaptığım doğru değildi. Ama kocanı ben öldürmedim. Kocan gitmişti zaten! Kocanın müziğini çok seviyorum, hiçbir sorunum yok. Ben o gün söylediği laflara tepki gösterdim” derdim.
- O da size “Eşim Türk halkına şerefsiz demedi. Yalan yazdınız” diyecekti.
Eyüp Can’la yaptığı son röportajında, “Oradaki bazı şerefsizler dedim” diyor Ahmet Kaya. Önce dediler ki, “Böyle bir toplantı yok.” Toplantı çıktı. Sonra, “Şerefsiz lafı edilmedi” dediler. Ahmet Kaya, o lafı kullandığını söyledi. Hadi ben sivri bir adamım. Serdar Ortaç’ı öldürtecekler yahu! Almanya’da Kürtler konuştuğum yeri bastı. Beni arka kapıdan kaçırdılar. Ön kapıdan çıksam, linç edilecektim. Ahmet Kaya kalpten öldü. Çetin Emeç’i öldürdüler. Ben de bütün dincilere düşman mı olayım? Yeterince özür dilendi. Yeter artık ya!
“TÜRKİYE’DE KÜRT VAR MI?”
- En büyük korkularınızdan birisi de Ankara’da Etlik-Çinçin dolmuşuna yeniden binmek. Bu korku niye?
Ben hayatımda çok parasızlık çektim. Tekrar çekmek istemiyorum.
Genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra standartlarınız düştü mü?
Aydın Bey, standartlarımı fazlasıyla korudu.
“TÜRKİYE, TÜRKLERİNDİR” İFADESİ GEREKSİZ
Yayın yönetmenliğini bıraktığınız gün fark ettiğiniz, hayata dair körleşme dikkatimi çekti.
Ben hiçbir zaman toplumun içinde yaşamadım. Bunu iftihar ederek söylemiyorum. Kendime kurduğum hayali bir gettoda yaşıyorum. Sen, genel yayın yönetmenlerinin halkın içinde yaşadığını mı düşünüyorsun? Öyleyse, o halka gazetesini sattırmanın yollarını öğrensinler. Benim halkım, benim gazetemi satın alanlar. Tayyip Erdoğan da yüzde 99’u Müslüman olan bir toplumda, aldığı yüzde 43’lük oyun dışındaki halkı görmüyor. Ben Hürriyet’te Kürt kelimesini ilk kullanan yazarım. Erol Simavi’ye yazmadan önceki gün bunu söylediğimde bana “Şekerim Türkiye’de Kürt var mı?” dedi. “Var, efendim” dedim. “E o zaman kullan” dedi. Yazının çıktığı gün, gelen 500 telefonun 480’inde “Sen bittin” dediler. Bir başarı hikâyesi yazarsanız, yolunuzu kendiniz açarsınız.
- Kürt kelimesini ilk kullanan yazarsınız; ama “Türkiye Türklerindir” ibaresi kaldı…
Ne zararı var?
- Türkiye sadece Türklerin mi?
Kaldırılabilir. Genel yayın yönetmeni olsaydım, vereceğim cevap şuydu: “Bu, anayasal ifadedir. Anayasa’yı değiştirin, o ifade kaldırıldığı gün ben de kaldıracağım.” Siyasiler öncelik almıyor, ben mi alacağım? Onlar oy alıyor, ben de gazete satıyorum. Şahsi fikrimi sorarsan, gereksiz. Atatürk’le Türk bayrağını da kaldırdım arkadan. Kimse fark etmedi.
Ertuğrul Özkök’ün vicdanı, AK Parti’de yükselen bu Cemaat düşmanlığı için ne diyor?
Cemaat hakkında hiç kötü düşünmedim. Bazı insanların hatası, Cemaate ve Fethullah Hoca’ya yazıldı. Yanlış varsa hesap sorma biçimi bu değil. Başbakan, “Cadı avıysa cadı avı” dedi. Bunu sorumluluk sahibi siyasetçi söyleyemez. Cadıyı sen tarif et! Arada hukuk olmasın! Kolektif vicdan diye bir şey yoktur. Onun adı adalettir. Bu ülkede adaleti, Tayyip Erdoğan’ın vicdanı temsil etmiyor!
- Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri’nde, bu ülke aydınının ‘Türk’ kelimesini sevmediğini söylüyorsunuz. Neden böyle bir kompleks yaşıyorlar?
Türk aydınının en derin kompleksi, bu. Kendini bağımsız bir aydın olarak tarif ettirecek özellikleri bulamadığı için, Türk kelimesine karşı olarak kendini tarife girişiyor. “Tarihte ne kadar b…tan iş varsa, hepsini Türkler yapmıştır!” Ermeni olayı büyüttü bu işi. ‘Türk’ deyince de bir genelleme yapıyorsunuz. Anadolu’nun birçok yerinde de Ermeni olayları yaşanmadı. Kurtuluş Savaşı’nda dahi Rumlara yönelik bir öldürme girişimi olmadı Ege’de. Neticede Türk’üz. Ben Türk’üm. Kürt de “Kürt’üm” desin. Ben, “Türk hassasiyetini dikkate alın” dediğim zaman, bana yazılanları hatırlıyorum da… Başbakan karınca adamlar gibi şeyler yapıyor, üzerine Türk bayrağı dikiyor. Sıkıysa şimdi onun için de deyin aynı lafları!
- O itirazlar, çözüm sürecinde engel çıkardığınız gerekçesiyle mi yapıldı?
Ben çözüm sürecine hiçbir zaman karşı çıkmadım. Tam aksine destekledim. Türkiye’de ilk defa “Abdullah Öcalan’la görüşün” diye yazan adamım. “Çözüm sürecine giderken, bir günah keçisi bulalım, onu dövelim, sayesinde daha çok çözümden yana görülelim…” Bu üçkâğıtçılığa kimse tevessül etmesin. Ben sadece şunu dedim: “Bu ülkede son 20 yıldan beri çok fazla Kürt diye bağırıldı ve Türk kelimesi aşağıya indirildi. Türk sorunu çıkararak, Kürt sorununu çözemezsiniz.”
BENİM AİLEM KİMİ EZDİ?
Beyaz Türkler’in çözüm sürecine bakışını nasıl buluyorsunuz?
‘Beyaz Türk’ genellemesinden hep kaçındım. ‘Beyaz Türk’ kavramını da ortadan kaldırmak için yazdım bu kitabı. Beyaz Türk olarak doğdum. Melez bir Türkiye’de ölmek istiyorum. Anlatmaya çalıştığım, Tayyip Erdoğan son 12 yılda, toplumun bir kesimini çok horladı: “Siz çok ezdiniz.” Benim annem, babam neyi ezdi Allah aşkına ya? Türkiye’de devletin yaptığı şeyi, bu hayat tarzını benimseyen insanlara, suçluymuşlar gibi yapıştırıyorsun. Babam, Demokrat Parti’liydi; ama hayat tarzımız aynıydı. Menderes’in kendisi içki içiyordu. Sevgilileri vardı. Muhafazakârlığın böyle bir tarifi yoktu. O Menderes idam edildiği gece, evimizde sabaha kadar Kur’an okundu. Ondan sonra Demirel’e ve Özal’a oy verdi babam. Babaannem, çarşafla gezer, beş vakit namaz kılardı. Annem 40 yaşına kadar eşarp taktı. Beş vakit namazını kılıyordu.
Dünyanın 4 büyük liderinden biri olabilirdi
-Erdoğan’ın bu ülkenin bir bölümüne çok derin bir öfke duyduğunu, sebebinin ise ‘öyle yaşayamama’nın verdiği kompleks olduğunu düşünüyorsunuz. Ses kayıtlarıyla anlaşılan refah düzeyi de bu kompleksin eseri mi?
Biz bu dünyaya niye geliyoruz? Bu sorunun cevapları arasında, “Yaşamaya geliyoruz” da bulunmalı. Çünkü yaşıyoruz. Başbakan 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyor. Biraz daha rahat yaşasa, yaz tatillerini saklanmadan yapsa, başkalarının başka türlü hayatlarının olabileceğini kabul etse, bu ülke daha güzel olur. O da daha büyük bir lider olur. 2007’den sonra yaptığı hataları yapmasaydı, bugün Obama, Putin, Merkel’den sonra dünyanın 4. büyük lideri Tayyip Erdoğan olurdu.
- Neydi o hatalar?
Aşırı güç kullanımı, herkese müdahale! Mavi Marmara’dan başlayıp, Mısır’ın içine müdahale, Suriye’nin içine müdahale, oraya müdahale, buraya müdahale… Dünyanın neresinde Müslüman varsa, ondan sorulurmuş havasında. Hep en doğru yolun kendisininki olduğuna inanıp, o yolu başkalarına kabul ettirme derdinde.
- Tam da bu noktada, etrafındakilerin dillendirdiği “halife-i rui zemin” olduğu düşüncesi var…
Ben Cumhuriyet çocuğu olarak, halifeliğin kaldırılmasını okudum. Geçenlerde bir yerde okudum. Meğer halifelik kaldırılmamış da, Meclis onu kendi bünyesinde tutuyormuş. Ne demekse, anlamadım. Birisi de bana “Meclis’te halifeliğin konumu nedir, Başbakan bu konuyu inceletti” dedi. Doğru mu, değil mi bilmiyorum.
AK Parti dönemi 12 Mart’tan beter
AK Parti dönemini, bir ‘ara rejim’ olarak nitelendiriyorsunuz…
Kesinlikle! 12 Mart’tan daha da kötü bir ara rejim. Bu sürdürülebilir bir şey değil ve bundan kimseye şerefli bir mazi kalmaz.
- “İslam Rönesans’ı beklerken, İslam Ortaçağı’na girdik.” derken; aşırı bir genellemecilik yapmıyor musunuz?
Sadece burası değil ki! İran’da, Afganistan’da, Pakistan’da da benzer baskıcı rejimler çıktı. İslam’ın güzel yüzünü anlatacak bir Rönesans bekliyordum ben. Bizim karşılaştıklarımıza bakın: El Kaide, Irak’ta, İran’da olanlara bakın… Mezhep savaşları, Müslüman Kardeşler… Ben siyasetin içinde Müslümanlık istemiyorum. İnancımı siyasetin dışında yaşamak istiyorum.
Referandum çok tehlikeli bir araç
- Kitapta, 68 Hareketi’yle de yüzleşiyorsunuz. Peki, 68’liler kendileriyle neden yüzleşemedi?
Çünkü çok güzel bir fikrî rant sağladılar, oradan. 68’li olmak modaydı! Kızlarla daha güzel ilişki kuruyordun, daha modern görünüyordun! Kötülüklerin Türkiye’de iki nedeni var. Birisi, 27 Mayıs. Diğeri de 68’liler. Bana sorarsanız, 12 Eylül’ün sebebi de 68’lilerdir.
- Nasıl?
Silahlı mücadelenin yolunu açtılar. Hep radikal oldular! Oral Çalışlar’a bakın… Hep en radikali oldu. Gezi Olayları ortada dururken, diktatörleşme ortada dururken, bütün özgürlükler ortadan kaldırılırken, eleştirel bakamadan aydın kalınmaz. Ben hiçbir zaman böyle olmadım. Özal’a hayrandım; ama referanduma gitmesini eleştirip, “Siyasi yasaklar, referandumla kaldırılmaz” dedim. Yasağı Meclis’te kaldırırsın. Ne demek halka sormak ya? Referandum bence çok tehlikeli bir araç. Ancak ve ancak bir anayasanın nedeni olabilir. Biz suyunu çıkardık.
- Cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynısını düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Başbakan çıktı, “Milletin başkanını seçiyoruz” dedi. Ben, Cumhurbaşkanı seçiyoruz zannediyorum. Anayasa’da hâlâ öyle yazıyor! Ben kime güveneceğim? Tayyip Erdoğan’a mı?
Bir otoriterleşme hamlesi daha deneyecek
- “Her solcu Beyaz Türk’ün içinde bir Che tişörtü vardır” bölümünde, Tayyip Erdoğan’dan duyulan korkuyu vurguluyorsunuz. Onu bir diktatör olarak mı görüyorsunuz?
Diktatör çok ağır bir kelime. Henüz diktatör denilebilir mi bilmiyorum; ama otoriterliğin sınırlarına tecavüz ettiği kesin! Ben bu çağda bir ‘baba’ figürü istemiyorum kardeşim! Bu ülkenin çocukları, babalarından yeterince çektiler.
- Erdoğan’la ilişkinizdeki kırılma, şarap üreticilerinin sorunlarını anlattığınızda, size verdiği “Bu ülkede kaç kişi şarap içiyor?” cevabıyla mı başladı?
Çok kafa yordum buna. Onun yönetmek ve demokrasiden anladığı şey, tamamen sayısal bir anlayış üzerine kurulu: “Siz kaç kişiniz?” Kendisine demokrat diyen hiç kimse, bu soruyu sormaz. Demokrasilerin sayılarla ilişkisi, iki yerdedir: Seçim sandığındaki oy ve Meclis’te kaldırılan parmak. Demokrasinin sayısal hükümranlığı yoktur.
- O da “Yüzde 45 oy aldım” diyor…
Ama neye göre yöneteceksin? Kanunlara göre… “Ben yaptım, oldu” diye bir şey yok! Ama Başbakan hep “Siz kaç kişisiniz?” diyor. Ben Tayyip Erdoğan’ın bir otoriterleşme hamlesi daha deneyeceğini düşünüyorum. Ama başaramaz. Yapmaya kalkarsa, sonu iyi bitmez. Dünyada bunun örnekleri var. Elinden gelse, Türkiye’de içkiyi tamamen yasaklayacak.
iKi DEFA BOMBADAN KURTULDUM
28 Şubat soruşturmasında tutuklanmaktan korktunuz mu?
Üç buçuk yıl, yanı başımda valizle yaşadım.
Tutuklanmayı bekliyordunuz yani?
Neyi beklemeyeceğim Allah aşkına? Herkesi alıp götürdüler, beni niye götürmesinler? Keyfi alıp götürüyorlar, içeride 5 yıl unutuyorlar seni.
- Ailece travmaya döndü mü o bekleyiş?
Karım o kadar değil; ama kızım çok üzüldü. Çok kötü günler geçirdi.
- Neden paylaşmadınız bunu?
Hayatımda hiç mağdur edebiyatı yapmadım ki! Çünkü yaptığımız Türkiye’de riskli bir iş. Ayağımın altında iki defa bomba patladı, bir hafta arayla. Birisi Sedat Simavi’nin mezarının başında. Bir hafta sonra, Ankara’da bomba patlattılar, odam dümdüz oldu. 5 dakika öncesinde bir arkadaşım, “F16’larla ilgili bir yolsuzluk dosyası vereceğim” diye Hilton’a çağırdı. Çıktıktan 5 dakika sonra patladı. Oda dümdüz oldu.
ASKER, 2002’DEN SONRA BiZDEN NEFRET ETTi
- 28 Şubat’ta askerin attırdığı manşetleriniz oldu mu?
28 Şubat’ta Türkiye’nin gazeteleri, bugün Erdoğan’a karşı olandan çok daha fazla direnme gücüne ve cesaretine sahipti. Asıl, “Erdoğan’a nasıl direniyorsunuz?” diye sorun bana. Askerler hiçbir zaman ellerindeki ekonomik enstrümanları, yargı enstrümanlarını, Erdoğan gibi kullanmadı!
- Askerle ilişkiniz nasıldı?
Benim askerle ilişkim yoktu. Buna inanmıyor kimse. Orgeneral mi, tümgeneral mi daha yukarıda, vallahi billahi iki sene önce, adamlar hapse girmeye başladıktan sonra öğrendim. Hayatımda Çevik Bir’le telefonda bir kere konuştum. O da Fethullah Hoca’yı savunmak için! Okulları ellerinden almaya çalışıyorlardı. “Yahu yapmayın” dedim. Alaattin Kaya’nın isteği üzerine onu Çevik Bir’le buluşturdum. Alaattin Kaya, “Gerekirse bu okulları size verelim” dedi. Askerler 2002’den sonra Hürriyet’ten nefret ettiler. Sebebi de Sedat Ergin’in yazdığı bir yazıdır. Sedat, “Kıvrıkoğlu giderken, Hilmi Özkök’ün etrafını çevirmek için Edip Başer’in yerine Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri’ne getirdi” diye yazdı. Yarım sayfa açtım. Çok kızdılar. Hayatım askerlerle, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de mücadeleyle geçmiş. Ha, doğru gördüklerimi de söylüyorum.
Mesela?
12 Eylül Darbesi’nin sabahında da “Oh canım kurtuldu” yazdım. Bedrettin Cömert’i kaybettim. Aldığım tehditlerden ötürü her gece ev değiştiriyordum. Bunu yazdım diye bana neler dediler ya! Solcu bildiğimiz adamlar, Oral Çalışlar, Kenan Evren’e mektup yazmış, “Biz sizdeniz” diye. Askere “postal kafalı” diyen babam, 12 Eylül sabahı, “Oğlum kurtuldu” diye gözümün önünde ağladı.
ORTAÇ’I ÖLDÜRTECEKLER!
Size ‘gına getiren’ bir mağduriyetin ifadesi olan ‘zenci’ kavramının, yüzde 50 oy alsalar bile, AK Partilileri kendi içlerindeki gettoya mahkûm ettiğini söylüyorsunuz…
“Siz ezilmişsiniz” diyerek oy istemek, o insanlara yapılan en büyük haksızlık ve hakaret. Engelli çocuklarını eve saklayan gibi davranıp, her gün “Dışarı çıkarsan sana büyük kötülük yaparlar” diyorsunuz. Yahu dışarıda kötülük yapacak bir şey yok. Başbakan, 3 buçuk ay hapis yattı. Hapis yattığı yeri de biliyoruz. 12 yıldır çektiriyor bununla. Ahmet Kaya konusunda da aynı şey yapılıyor.
- Nasıl?
Olağanüstü bir müzisyen. Ama bütün hayatı mağduriyet üzerine kurarsanız, eseri onun arkasında gizli kalır. En çok dinlediğim şarkılardan birisi, Kum Gibi. Önceki gün bir yerde çalıyorum şarkıyı, birisi “Kapat ya bu adamı” dedi. Mağduriyeti psikolojik ticarete dönüştürmemek lazım. O zaman geleceği de kaybediyoruz. Ahmet Kaya’nın son CD’si satmadı. Bir mağduriyet optimum noktayı geçti mi tam tersi etki yapar.
O HABER DEĞİŞTİRİLMEDİ
- Gülten Kaya, “Vay Şerefsiz” manşetini attığınız haberde, muhabirinizin kendilerine ağlayarak “Bu, benim haberim değil" dediğini ve o haberi masa başında yazdığınızı söylüyor.
Hürriyet’in muhabiri hâlâ çalışıyor. Açın, sorun. Hayatımda masa başında bir cümle değiştirmedim.
- Pişman mısınız o manşetten?
Pişmanım. Ahmet Kaya’nın en sevdiği laftı, “Vay şerefsiz”. Bugünkü aklım olsa, “Olmadı be iki gözüm” derdim. Ben gazeteciyim ve akılda kalacak manşet atarım. O manşet de akılda kaldı.
Böyle başka manşetler de var mı?
28 Şubat’ta attığım “Gerekirse Silah Kullanırız” manşeti, 5 ayrı gazetede var o gün. Sadece benden soruyorlar. Direkt o lafı tepeye koydum da ondan. Diğerleri spotta kullanmışlar. “Bu Defa Silahsız Kuvvetler Halletsin” manşeti de öyle. AK Parti milletvekili bana soruyor manşeti; ama yazıyı okumamış. Yazıyı okuyup, “Bu yazıda katılmadığınız cümleyi söyleyin” dedim. Bir şey diyemedi. Yalçın Akdoğan, Diyarbakır’da “Bu defa Silahsız Kuvvetler çözsün” dedi. Ertuğrul Özkök manşete taşıyınca kötü. Çünkü adam kötü!
- Türkiye siyasetini iyi okuyamadığınıza katılır mısınız? Mesela Özden Örnek’in darbe günlükleri için ‘özel imalat’ deyip sahte olduğunu vurguladınız; ama gerçek çıktı.
Ben sahte dedim mi?
Dediniz…
Olabilir… Ama Balyoz’la ilgili yazılanlardan sonra benimki çok masum. Beni artık unutsunlar. Bu işi daha iyi yapanlar çıktı ortaya. (Gülüyor.)
YETERİNCE ÖZÜR DİLEDİM
- Ahmet Kaya mevzuuna dönersek, Gülten Kaya ve kızı Melis’le bir Paris uçağında karşılaştınız. Ne hissettiniz?
Görmedim. Görseydim yanlarına giderdim. “Yaptığım doğru değildi. Ama kocanı ben öldürmedim. Kocan gitmişti zaten! Kocanın müziğini çok seviyorum, hiçbir sorunum yok. Ben o gün söylediği laflara tepki gösterdim” derdim.
- O da size “Eşim Türk halkına şerefsiz demedi. Yalan yazdınız” diyecekti.
Eyüp Can’la yaptığı son röportajında, “Oradaki bazı şerefsizler dedim” diyor Ahmet Kaya. Önce dediler ki, “Böyle bir toplantı yok.” Toplantı çıktı. Sonra, “Şerefsiz lafı edilmedi” dediler. Ahmet Kaya, o lafı kullandığını söyledi. Hadi ben sivri bir adamım. Serdar Ortaç’ı öldürtecekler yahu! Almanya’da Kürtler konuştuğum yeri bastı. Beni arka kapıdan kaçırdılar. Ön kapıdan çıksam, linç edilecektim. Ahmet Kaya kalpten öldü. Çetin Emeç’i öldürdüler. Ben de bütün dincilere düşman mı olayım? Yeterince özür dilendi. Yeter artık ya!
“TÜRKİYE’DE KÜRT VAR MI?”
- En büyük korkularınızdan birisi de Ankara’da Etlik-Çinçin dolmuşuna yeniden binmek. Bu korku niye?
Ben hayatımda çok parasızlık çektim. Tekrar çekmek istemiyorum.
Genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra standartlarınız düştü mü?
Aydın Bey, standartlarımı fazlasıyla korudu.
“TÜRKİYE, TÜRKLERİNDİR” İFADESİ GEREKSİZ
Yayın yönetmenliğini bıraktığınız gün fark ettiğiniz, hayata dair körleşme dikkatimi çekti.
Ben hiçbir zaman toplumun içinde yaşamadım. Bunu iftihar ederek söylemiyorum. Kendime kurduğum hayali bir gettoda yaşıyorum. Sen, genel yayın yönetmenlerinin halkın içinde yaşadığını mı düşünüyorsun? Öyleyse, o halka gazetesini sattırmanın yollarını öğrensinler. Benim halkım, benim gazetemi satın alanlar. Tayyip Erdoğan da yüzde 99’u Müslüman olan bir toplumda, aldığı yüzde 43’lük oyun dışındaki halkı görmüyor. Ben Hürriyet’te Kürt kelimesini ilk kullanan yazarım. Erol Simavi’ye yazmadan önceki gün bunu söylediğimde bana “Şekerim Türkiye’de Kürt var mı?” dedi. “Var, efendim” dedim. “E o zaman kullan” dedi. Yazının çıktığı gün, gelen 500 telefonun 480’inde “Sen bittin” dediler. Bir başarı hikâyesi yazarsanız, yolunuzu kendiniz açarsınız.
- Kürt kelimesini ilk kullanan yazarsınız; ama “Türkiye Türklerindir” ibaresi kaldı…
Ne zararı var?
- Türkiye sadece Türklerin mi?
Kaldırılabilir. Genel yayın yönetmeni olsaydım, vereceğim cevap şuydu: “Bu, anayasal ifadedir. Anayasa’yı değiştirin, o ifade kaldırıldığı gün ben de kaldıracağım.” Siyasiler öncelik almıyor, ben mi alacağım? Onlar oy alıyor, ben de gazete satıyorum. Şahsi fikrimi sorarsan, gereksiz. Atatürk’le Türk bayrağını da kaldırdım arkadan. Kimse fark etmedi.
Ertuğrul Özkök’ün vicdanı, AK Parti’de yükselen bu Cemaat düşmanlığı için ne diyor?
Cemaat hakkında hiç kötü düşünmedim. Bazı insanların hatası, Cemaate ve Fethullah Hoca’ya yazıldı. Yanlış varsa hesap sorma biçimi bu değil. Başbakan, “Cadı avıysa cadı avı” dedi. Bunu sorumluluk sahibi siyasetçi söyleyemez. Cadıyı sen tarif et! Arada hukuk olmasın! Kolektif vicdan diye bir şey yoktur. Onun adı adalettir. Bu ülkede adaleti, Tayyip Erdoğan’ın vicdanı temsil etmiyor!