ERTUĞRUL ÖZKÖK'E ÖLÜMÜ DÜŞÜNDÜREN KİTAP TÜRKÇE'DE
Uluslararası çok satanlardan olan üç kitaplık David Hunter serisinin ilk kitabı Ölümün Kimyası Ertuğrul Özkök'ü de bir hayli etkilemiş ve kitap için "Larvaların dansı" başlıklı bir yazı kaleme almıştı.
Uluslararası çok satanlardan olan üç kitaplık David Hunter serisinin ilk kitabı
Ölümün Kimyası 2006da yayımlanır. Kitap yayımlandıktan sonra dünyada oldukça büyük bir ilgiyle karşılanır. Öyle ki kitaptan etkilenenler arasında Hürriyet Gazetesinin uzun yıllar Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Ertuğrul Özkök de vardır. Özkök, 27 Nisan 2008 tarihli "Larvaların dansı" başlıklı yazısında kitabın kendisini sarstığını açıkça dile getiriyor ve şunları yazıyordu: Simon Beckettin The Chemistry of Death adlı kitabında okudum. Yani Ölümün Kimyası... Ölüm, hep benim hayatımın merkezinde oldu.
ÖLÜMÜN KİMYASI
Adli tıp uzmanı David Hunter kendisini mahvoluşun eşiğine getiren bir trajedinin üstüne eski hayatını terk edeli üç yıl olmuştur. Norfolkun ücra bir köyünde doktor olarak çalışmakta ve geçmişini arkasında bıraktığına inanmaktadır
Ama sonra Sally Palmerın cansız bedeninden geriye kalanlar bulunur.
Ceset vahşice kesilip biçilmiştir. Polis katili bulmak için Hunterın uzmanlığına ihtiyaç duymakta, o ise bu işe karışmamayı umutsuzca istemektedir. Sonra bir kadın daha ortadan kaybolur ve Huntera sığınaklık etmiş olan o birbirine bağlı toplum kocaman bir korku ve paranoya girdabında boğulur. Herkes herkesten şüphelenmektedir. Bir anda, saklanacak hiçbir yer kalmaz...
İthaki Yayınları tarafından yayımlanan ve Türk okurlarının da ilgisini çekecek David Hunter serisinin ilk kitabı olan Ölümün Kimyası sürükleyiciliği ve ilginç olay örgüsüyle dikkatleri üzerine çekiyor. Özgün konusu, CSI gibi dizilerin takipçileri ile gerilim ve cinayet romanlarına ilgi duyanları fazlasıyla tatmin edeceğe benziyor.
Simon Beckettin üç kitaptan oluşan bu serisi özellikle İskandinav ülkeleri ve Almanyada çok büyük başarı yakaladı. Serinin her kitabı, haftalarca bu ülkelerin çok satanlar listesinin 1 numarasında kaldı ve hala listelerin üst basamaklarındaki yerini koruyor.
SIMON BECKETT KİMDİR?
1960 yılında Sheffieldda doğdu. İngiliz filolojisi üzerine yüksek lisansını tamamlamasının ardından, eğitmen olarak İspanyaya gitti. Oradan döndükten sonra serbest gazetecilik yapmaya başladı ve şimdiye kadar The Times, The Daily Telegraph, The Observer gibi gazeteler için yazı yazdı. Uluslararası çok-satanlardan olan üç kitaplık David Hunter serisinin ilk kitabı Ölümün Kimyası 2006da yayımlandı. Serinin diğer iki kitabı da Written in Bone ve Whispers of the Dead önümüzdeki aylarda İthaki Yayınları tarafından yayımlanacak.
ERTUĞRUL ÖZKÖKÜN 2008 YILINDA YAZDIĞI YAZININ TAM METNİ
Larvaların dansı
"İNSAN öldükten sonra, gövdesi 4 dakika içinde çürümeye başlar.O, artık nihai metamorfozun başladığı andır.
Gövde kendi kendini sindirme eylemine geçer.
Hücreler, içten dışa doğru çözülür.
Doku önce sıvıya dönüşür, sonra gaza.
Hayatiyetini yitiren beden, başka organizmalar için besin haline dönüşür.
Önce bakteriler gelir, sonra böcekler ve en son sinekler.
Sonra onlar çoğalıp yumurtlarlar.
Bu zengin besin kaynağında beslenen larvalar, işleri bitince, bir moda defilesi yapar gibi, zarif adımlarla bedeni terk edip göç etmeye başlar.
İşte o an, hayatın en ilginç şeylerinden biri gerçekleşir.
Larvalar, başları hep güneye dönük şekilde giderler.
Ya güney, ya güneydoğu, ya da güneybatı.
Ama hiçbir zaman kuzeye doğru gitmezler."
* * *
Bu cümleleri, son yılların en ilginç polisiye eserlerinden biri olan, Simon Beckettin "The Chemistry of Death" adlı kitabında okudum.
Yani "Ölümün Kimyası"...
Ölüm, hep benim hayatımın merkezinde oldu.
Lise yıllarımda, üniversitede, daha sonraları hep ölümle uğraştım.
Gazeteciliğe başlamasaydım, projelerimden biri, "ölüm sosyolojisi" adlı bir kitap yazmaktı.
CSI, yani suç mahalli incelemeleri, son yıllarda hem kitaplarda, hem televizyon ve sinemada çok ilgi çeken bir konu haline geldi.
Bunda Patricia Cornwellin romanları ve onun kahramanı Kay Scarpettanın etkisi olduğunu düşünüyorum.
Ben de bu konuda epey okudum, epey seyrettim.
Ama bugüne kadar, cansız bedenden doğup ayrılan larvaların, hep güney istikametinde göç ettiklerini işitmemiştim.
Bana çok ilginç geldi.
* * *
Hemen, Hürriyetin adli bilim uzmanı Prof. Sevil Atasoyu arayarak bunun doğru olup olmadığını sordum.
Öteki bilgilerin hepsini doğruladı.
Ama larvaların güneye gittiği konusunu o da hiç işitmemiş.
Yine de tam bir bilim insanına yakışan şüphecilikle, "Yeni bir yayın olabilir. Araştırıp size döneyim" dedi.
Yazıyı tamamladığım sırada, henüz bana dönmemişti.
O nedenle bu bilgiyi doğru kabul edip ölüme değil, ama ölümden sonraki hayata ait bu müthiş gerçek üzerinde biraz düşünmeye karar verdim.
* * *
Sizce tuhaf bir benzerlik yok mu?
İnsanlar yaşlanınca, emekli olunca hep güneye göç etmek isterler.
Bir güney kasabasına yerleşmek, hayatın son dönemini buralarda geçirmek, hepimizin içine işlemiştir.
Şimdi larvaların dansını gözümün önüne getirince, o soru da aklıma geliyor.
Acaba güneye göç etmek duygusu, her canlının genetik özelliği midir?
Bir tür alın yazısı mıdır?..
Ölümden sonra bir hayat varsa, onun ilk adımları acaba böyle mi atılıyor?
Güneye göç etmek duygusu, üremek kadar, sevişmek kadar kudretli bir içgüdü müdür?
Yani öldükten sonra yeniden doğmak için...
* * *
O yüzden larvaların içgüdüsel bir estetikle güneye doğru giderken yaptıkları bu dans, bana ruhun bir başka bedene taşınması gibi göründü.
Bir kere daha anladım ki, bizler, şarkıdaki gibi gezgin avareleriz.
Bazen bedenimiz bir yere çakılı kalırken, ruhumuz güneye bakar ve burnunun dikine dikine gider.
Kafa tutar.
Hayat da işte tam budur.
Bir an geldiğinde, avaz avaz içindeki gerçeği, en önemli gerçeği haykırabilmek...
Ve sonra alıp başını, güneyin neresiyse oraya gidebilmek...