02 Kas 2016 09:25 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:38

Ertuğrul Özkök sordu: Cumhuriyet gözaltıları çok yakın tarihimizden hangi dönemi hatırlatıyor?

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök köşesinde Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonu değerlendirdi...

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonda gözaltına alınan gazeteci ve yazarlara ilişkin "Cumhuriyet gözaltıları çok yakın tarihimizden hangi dönemi hatırlatıyor?" dedi.

Ertuğrul Özkök'ün köşesinde Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon sonrasında gözaltına alınan gazeteci ve yazarlarla ilgili yazdığı ilgili kısım şöyle:

Cumhuriyet gazetesi mensuplarının evlerinin aranmasından bazı sahneler.

***

- 80 yaşındaki Orhan Erinç’in evi:

“Telefonunu, tabletini, kızının laptopunu, eski laptopunu ve eski bir cep telefonunu alıp götürdüler... El konulan dijital eşyaların imajları alınmadı.”

***

- Hasta Hikmet Çetinkaya’nın eşi anlatıyor:

“Hayatımız FETÖ üzerinden sürgünlerle, davalarla geçti. 40 yıl geçse aklımdan dahi geçmeyecek bir dava.”

- Okur temsilcisi Güray Öz’ün evindeki manzara:

“Arama sırasında polis, avukatın gelmesini beklemedi.”

***

- 75 yaşındaki Aydın Engin’in evi:

“Engin, polislerce çekiştirilerek gözaltına alındı. Engin önce ‘Biraz yavaş olur musunuz’ diye ricada bulundu. Sonra da yorulup bir taşın üzerinde soluklanmak istedi.”

***

- Genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu’nun eşi:

“El koydukları tüm eşyaların Murat Sabuncu’ya değil bana ait olduğunu beyan etmeme rağmen yanlarında götürdüler.”

***

- Yönetim kurulu üyesi Hakan Kara’nın eşi:

“Çocuk uyuyordu. Sessiz olmalarını istedik. ‘Tamam’ dediler. Çocuğun odasını da aradılar.”

- Cumhuriyet Muhasebe Müdürü Günseli Özaltay:

“Gözaltında bir süre ilaçlarını alamadı. Avukatları polisle görüştükten sonra yardımcı olunduğu öğrenildi.”

***

Bu sahneler size çok yakın tarihimizden hangi dönemi hatırlatıyor?

İşaret parmağı, başparmak ve ne hissederim o gün ben

- Öyle biri olmuşum ki...

- İşaretparmağımı dikine dudağımın üzerine koyuyorum...

Ülke baştan sona suspus...

***

- İşaretparmağımı ileri geri sallıyorum...

Ülke baştan sona yaprak gibi titriyor...

***

- İşaretparmağımla birini işaret ediyorum...

Herkes dönüp büyük öfkeyle ona saldırıyor..

***

- İşaretparmağımı sağa sola sallıyorum...

Herkes “Emredersiniz” deyip duruyor.

***

- İşaretparmağımı bir istikamete çeviriyorum... Bütün ülke “Yürü” emri almış gibi marş marş o istikamete yürüyor.

***

- Sonra sıkılıyorum, parmak değiştirip, başparmağımı aşağı doğru çeviriyorum.

Bütün ülke emir almış gibi birinin üstüne çullanıyor ve hallediyor...

***

Böyle bir insan olsaydım eğer...

Gücümden cesaret mi alırdım...

Yoksa gücümden korkar mıydım...

Pazar günü Bedri Baykam’ın, Taksim’deki Piramid Sanat galerisinde Kübalı sanatçı Camilo Guevara March’la birlikteydim.

Uzun bir sabah kahvaltısı yaptık...

Sonra ben, o, eşi ve Bedri Baykam uzun uzun üst kattaki sergiyi gezdik.

***

Serginin konusu “Tabu”...

Her toplumda bir tür dokunulmazlık anlamına gelen “tabu”yu iki kadın arasındaki ilişki perspektifinden anlatıyor.

***

İki çıplak kadın bedeninin fotoğrafları parçalanarak, bir labirentin duvarları haline getirilmiş.

Tabu ve “yasak ilişki”, gözünüze bir katarakt gibi oturuyor ve kesik, kol, bacak ve memelerden oluşan bu ıstırap labirentinde kaybolup gidiyorsunuz.

***

Sonra sanatçı sizi, elinizden tutup yüzlerce anahtar deliğinden oluşan bir günah ve ayıp kutusunun önüne bırakıyor.

İçeride yasak bir ilişkinin çarpıcılığı bütün çıplaklığı ile karşınızda.

Anahtar deliklerinden birine gözünüzü yapıştırıyor ve utanmaz bir röntgenciye dönüşüyorsunuz.

***

“Tabu”, sizi yasakladığı ilişkilere ve utanmazlığına suç ortağı haline getiriyor.

Gay'leri anlatamıyorsam bari lezbiyenleri anlatayım

Camilo’ya “Niye bunu gay’ler değil de, lezbiyen bir ilişki üzerinden anlattınız” diye soruyorum.

‘Küba’da gay’liği anlatmak daha katı ve zor olduğu için bunu seçtim” diyor.

Ne yazık ki, toplumlarda ahlak kanunlarının neredeyse tamamını hâlâ erkekler yazıyor ve hepimiz o despot ve korkak erkeğin insafına terk edilmiş durumdayız.

Muhafazakârlık dozunun koyu bir baskıya dönüştüğü günlerde, Cumhuriyetbaskınından 48 saat önce gezdiğim bu sergi insanda çok tuhaf etkiler bırakıyor.

Açık söyleyeyim, bu yıl beni en çok etkileyen iki-üç sanat olayından biriydi.

Sergi 3 Aralık’a kadar açık. Tam da bugünlerde mutlaka gidin derim.

Che'nin oğlu olmak

Bu sergiyi gezerken herkes Camilo’nun babası Che Guevara’yı hatırladı.

Bense Fidel Castro’nun kardeşi bugünkü Küba Devlet Başkanı Raul Castro’nun kızı Mariela Castro’yu hatırladım.

Küba, uzun yıllar eşcinselliğin ağır baskı altında olduğu bir ülkeydi.

Bu ülkede bugün eşcinsellere biraz yaşama hakkı tanındıysa, bunda Raul Castro’nun kızının verdiği mücadelenin büyük etkisi oldu.

Ülkede ilk LGBT hareketini başlatan insanlardan biri o ve annesi Vilma Espin’di.

Küba devriminin öncü kadrosunun ikinci kuşağı bugün ülkede yeni bir devrim başlatıyor.

Castro’nun kızı bu yürüyüşün sosyal ve siyasi tarafında.

Che’nin oğlu da sanatsal cephesinde.

Yani diyeceğim, onları babalarının gölgesinde görmeyin.

Biri büyük bir sosyal savaşçı ve devrimci, öteki de büyük bir sanatçı ve devrimci.