29 Eyl 2010 08:36 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:39

ERTUĞRUL ÖZKÖK HANGİ İSİMLERİ İTİRAF VE ÇIKIŞLARINDAN DOLAYI KUTLADI?

Bugün "bravo"lar günü. Samimiyet sınavından yıldızlı pekiyi ile geçenlerin günü...

Bir zahmet Türklerle de görüşün


“SEVGİLİ okuyucular;

12 Eylül darbesini ben de ‘Hayatım kurtuldu’ diye karşılayanlardanım.

Yüzde 92 gibi o anayasaya ben de ‘Evet’ dedim. Evren’in cumhurbaşkanlığını otomatikman ben de onaylamış oldum.”
Sözler başkasına ait. O yazıyı okuyunca, bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Bugün “bravo”lar günü.
Samimiyet sınavından yıldızlı pekiyi ile geçenlerin günü.

* * *
Önce; bravo Rauf Tamer...
Dün Posta Gazetesi’ndeki köşesinde açık açık bunları yazıyordu.
Hemen arkasından da, bugün geldiği noktayı anlatıyordu.
İşte samimiyet...
İşte ucuz kahramanlığa, tehlike geçince, postmortem efelenmelere katiyen pabuç bırakmayan “insani bir duruş”.
Rauf Tamer askerci mi?
Söyleyenin alnını karışlarım. Haşa, bütün hayatı, bütün yazıları, bütün mücadeleleri ortada.
Öyleyse ne gerek var bu itirafa?
Gelmiş, geçmiş, bitmiş gitmiş bir darbe neticede.
Bir tekme de sen çak, kim ne der?
Ortalık hafızası reset edilmiş binlerce sözde aydından geçilmezken, bir de sen eklenmişsin kim ne der? Salla tekmeyi gitsin.
Başkası demez, ama içindeki o duygu var ya; hani 12 Eylül öncesi kim bilir kaç dostu kaybetmenin ıstırabı haline gelmiş; kim bilir kaç gece evine sağ salim döner miyim diye orasını burasını kanatmış o duygu...
Eğer insansan, samimi bir yanın, bir gram sahici tarafın kalmışsa, insanın boğazına düğümlenir, orada kalır.
Yani cümlene mutlaka bu samimi itirafla başlarsın.

* * *
Başka bravolar da var:
Bravo Deniz Ülke Arıboğan.
Kendine aydın diyen bazıları “Hayır” oyu veren herkese “Ruh hastası”, “Ahlaksız” “Darbeci” diye yüklenirken, o bir bilim insanı hassasiyeti ile yüzde 42’nin ruh halini anlamaya, anlatmaya çalışıyor.
Şunları söylüyor:
“Bu kitle aslında ülkesini çok seviyor ve geçmişini sahiplenmeyi bir vazife olarak görüyor. Bütün değerlerinin bu kadar lanetlenmesine, bu kadar tartışılıp speküle edilmesine hazır değildi ve şimdi ona tepki duyuyor.”
Yani diyor ki: Daha doğrusu o demek istiyor, ben de soruyorum ki:
Bu yüzde 42’nin, Tophane’de sopasının ucundan duman tüten “delikanlı” kadar, hiç olmazsa o kadar, şefkate hakkı yok mu?

* * *
Bravo Kadri Gürsel.
Ne diyor, hem de açık açık, hiç kıvırtmadan, adını koyarak:
“AKP iktidarının Kürtler kadar Türklerle de müzakere etmesi gerekir.”
Geçen pazartesi günü Milliyet’teki köşesinde aynı samimiyetle devam ediyor:
“Bütün Türklere demokrasi güvencesi vermeden, Kürtlerle demokrasiyi konuşmak mümkün olmadı, olmayacak.
Kürt sorununu çözüm yoluna sokmak, Türkleri bölen nedenlerin üzerine gitmekten geçiyor.”
Haksız mı?
Bu memleketin artık Kürt sorunundan büyük bir Türk sorunu var diyenlerin hiç mi hakkı yok...
Türk’ü çoktan unutmuş, defterinden silmiş, şimdi de başkalarına unutturmaya çalışan kafa alır mı bilemem.
Ama çok iyi bildiğim bir şey var.
Kürt sorununu çözmek için İmralı’ya, Kandil’e gidenler, bir zahmet sahillere de uğramak zorunda.

* * *
Ve bir “Bravo” da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e.
Ergenekon davasını yürüten özel mahkemelerin eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni aratacak noktaya geldiğini, devletin en üst noktasından bütün dünyaya duyurduğu için.
İyi ki bu çıkışlar, bu yazılar var.

Ertuğrul Özkök / Hürriyet