27 Haz 2013 16:20
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:15
ERTUĞRUL ÖZKÖK ''GEZİ İSYAN RUHUMU ORTAYA ÇIKARDI ARTIK GERİ ADIM ATMAM''
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Gezi ruhunun içindeki isyanları azat ettiğini yazdı..
Cinayeti gördüm ama
KENDİMİ, Michelangelo Antonioni’nin ‘Blow Up’ filminin kahramanı fotoğrafçı gibi hissediyorum.
Londra’da bir parkta gezerken, karşıda öpüşen bir çifti görür ve fotoğrafını çeker.
Kadın bunu fark edince, koşup makinesini almak ister, ancak fotoğrafçı reddeder.
Kadının ısrarından şüphelenen fotoğrafçı, çektiği kareyi büyütmeye başlar.
Büyüttüğünde çalıların önünde bir cesedin yattığını görür.
Biraz daha büyütünce bir şeyi daha fark eder.
Çalıların içinden uzanmış elinde silah tutan bir kol görünmektedir.
Fotoğrafçının gözünün göremediği şeyi, kamera görmüştür.
Hemen fotoğrafı çektiği parka gidip o çalılığı bulur. Ceset oradadır, ancak kamerası yanında olmadığı için tekrar çekemez.
Stüdyosuna döndüğünde çektiği fotoğrafların da kaybolduğunu görür.
Bir arkadaşını alıp oraya gittiğinde ise artık ortada bir ceset yoktur.
Polise gider, kayda geçmiş böyle bir cinayet de yoktur.
Böylece, fotoğraf makinesinin gördüğü cinayeti kimse görmemiştir.
* * *
45 YIL SONRA Fotoğraf makinesi, Ankara’daki Ethem Sarısülük cinayetini görüntüledi.
Kurşunu sıkan polis belli, kurşunu sıktığı apaçık belli.
Ama bizden bu cinayeti görmememiz isteniyor.
45 YIL SONRA Gezi olayları sırasında gözü-kaşı patlatılan, uzuvları, ruhları sakat bırakılan insanlar belli.
Sakat bırakanlar da belli.
Ama bizden bu meçhul olmayan failleri, meçhul kabul etmemiz isteniyor.
45 YIL SONRA Antalya’da bir park yerinde öldürülesiye dövülen çocukların görüntüleri ortada.
Dövenler daha da çok ortada.
İnen kalkan coplar, bedende en hayati organlara hedef gözetmeksizin atılan tekmeler ortada.
Ama bizden bu cinayete tam teşebbüsü görmememiz isteniyor.
Yani fotoğraf makinesinin gördüğünü, görmememiz isteniyor.
Fotoğrafı istediğimiz kadar büyütelim...
Hayır, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Resmi Tarihi’nde böyle bir olay, olaylar yok...
Bu rejim değişip, demokratik bir rejim gelinceye ve bu dönemin gayriresmi tarihi yazılıncaya kadar bekleyeceğiz...
* * *
‘Blow Up’ filmini ilk defa seyrettiğimde 20 yaşımdaydım.
Demek ki, 40 yıldır gözümün önünden gitmemiş.
Ama asıl gözümün önünden gitmeyen son sahnesiydi...
Onu da yan tarafta anlatayım.
Devlet kusuruma bakmasın o hayali topu geri atmam
FİLMİN son sahnesinde aynı parkta iki mim sanatçısı hayali top ve raketlerle tenis oynamaktadır.
Fotoğrafçı kenarda durup bu hayali maçı seyretmeye başlar.
Görünmeyen topu kafasıyla izlemektedir.
Pantomimcilerden biri hayali topu, onun bulunduğu yere vurmuş gibi yapar.
Sonra ona bakarak, topu geri atmasını ister.
Fotoğrafçı, bir ara tereddüt eder.
Sonra hayali topu alıp oyuncuya atar.
Makinesinin ve kendi gözünün gördüğü cesedi yok sayan fotoğrafçı, sonunda olmayan bir topu var saymak zorunda kalmıştır.
* * *
45 YIL SONRA Üzerleri çıplak, askılı pantolon giyen, başlarında tuhaf şapkalar olan 100’den fazla tuhaf adamın, başörtülü bir kadını ve onu kurtarmak isteyen yaşlı bir adamı ölesiye dövdüğü her gün anlatılıyor.
Olayın geçtiği yerde MOBESE kamerası var.
Herkesin elinde fotoğraf çeken akıllı makineler var.
Kadının üzerine DNA’lar bırakılmış.
Ama nedense bir tek görüntü yok.
Üzeri çıplak, askılı pantolonlu 100 tuhaf adamdan tek kare görüntü yok.
Polise intikal etmiş DNA yok...
Büyük bir şehrin merkezi bir yerinde yürüyen sıradan bir insanı günde en az 25 kere yakalayan MOBESE’ler nedense bu olayı yakalayamamış.
Ve bize her gün binlerce ekrandan, kameradan bu olay anlatılarak, görmüş gibi yapmamız isteniyor.
Biliyorlar ki, görsek yakasına yapışacak, yüzüne tükürecek ilk kişi bizler olacağız.
45 YIL SONRA Birtakım pantomimciler bize camide bira içildi hikâyesi anlatıyor.
“Görüntü var” deniyor.
Görüntüdeki kutunun bira olmadığı ispatlanıyor.
Devletin bakanı, büyükelçileri çağırıp, “İçeride yere atılmış bira kutularını gösterdik” diyor.
Büyükelçiler çıkıp “Daha önce seyrettiğimiz, kapının dışındaki ezik kutudan başka bir şey yok” diye yalanlıyorlar.
Ama hâlâ her gün miting meydanlarından, televizyon ekranlarından, gazete köşelerinden, pantomimcilerin attığı bu hayali topu geri göndermemiz isteniyor.
* * *
Film Türkçeye “Cinayeti gördüm” adıyla çevrilmişti.
Bugün kendimi aynı filmi seyrediyor gibi hissediyorum.
Bunaltan bir polis devleti bütün imkânları, bütün müttefikleriyle üzerime çullanmış...
Benden, “Gördüğüme inanmamamı, görmediğime ise inanmamı” istiyor.
İstemiyor, emrediyor...
‘Blowup’ı seyrettiğimde Soğuk Savaş yıllarıydı.
Muhafazakâr sağın antikomünizm tamtamları kulakları sağır ediyordu.
Bugün ise bir yalan ve iftira vuvuzelası beynimize tasallut etmiş vaziyette...
O devlet kusura bakmasın, annem ve rahmetli babam bana itiraz etmeyi, kafa tutmayı, onların her söylediğine bile evet dememeyi öğrettiler.
Gördüğüme inanacağım, görmediğime, gösterilmeyene inanmayacağım...
Gezi ruhu, içimdeki korku kafesini kırdı ve içindeki isyankârı azat etti...
Artık kolay kolay kafeslenmem...
Ertuğrul ÖZKÖK/ HÜRRİYET
KENDİMİ, Michelangelo Antonioni’nin ‘Blow Up’ filminin kahramanı fotoğrafçı gibi hissediyorum.
Londra’da bir parkta gezerken, karşıda öpüşen bir çifti görür ve fotoğrafını çeker.
Kadın bunu fark edince, koşup makinesini almak ister, ancak fotoğrafçı reddeder.
Kadının ısrarından şüphelenen fotoğrafçı, çektiği kareyi büyütmeye başlar.
Büyüttüğünde çalıların önünde bir cesedin yattığını görür.
Biraz daha büyütünce bir şeyi daha fark eder.
Çalıların içinden uzanmış elinde silah tutan bir kol görünmektedir.
Fotoğrafçının gözünün göremediği şeyi, kamera görmüştür.
Hemen fotoğrafı çektiği parka gidip o çalılığı bulur. Ceset oradadır, ancak kamerası yanında olmadığı için tekrar çekemez.
Stüdyosuna döndüğünde çektiği fotoğrafların da kaybolduğunu görür.
Bir arkadaşını alıp oraya gittiğinde ise artık ortada bir ceset yoktur.
Polise gider, kayda geçmiş böyle bir cinayet de yoktur.
Böylece, fotoğraf makinesinin gördüğü cinayeti kimse görmemiştir.
* * *
45 YIL SONRA Fotoğraf makinesi, Ankara’daki Ethem Sarısülük cinayetini görüntüledi.
Kurşunu sıkan polis belli, kurşunu sıktığı apaçık belli.
Ama bizden bu cinayeti görmememiz isteniyor.
45 YIL SONRA Gezi olayları sırasında gözü-kaşı patlatılan, uzuvları, ruhları sakat bırakılan insanlar belli.
Sakat bırakanlar da belli.
Ama bizden bu meçhul olmayan failleri, meçhul kabul etmemiz isteniyor.
45 YIL SONRA Antalya’da bir park yerinde öldürülesiye dövülen çocukların görüntüleri ortada.
Dövenler daha da çok ortada.
İnen kalkan coplar, bedende en hayati organlara hedef gözetmeksizin atılan tekmeler ortada.
Ama bizden bu cinayete tam teşebbüsü görmememiz isteniyor.
Yani fotoğraf makinesinin gördüğünü, görmememiz isteniyor.
Fotoğrafı istediğimiz kadar büyütelim...
Hayır, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Resmi Tarihi’nde böyle bir olay, olaylar yok...
Bu rejim değişip, demokratik bir rejim gelinceye ve bu dönemin gayriresmi tarihi yazılıncaya kadar bekleyeceğiz...
* * *
‘Blow Up’ filmini ilk defa seyrettiğimde 20 yaşımdaydım.
Demek ki, 40 yıldır gözümün önünden gitmemiş.
Ama asıl gözümün önünden gitmeyen son sahnesiydi...
Onu da yan tarafta anlatayım.
Devlet kusuruma bakmasın o hayali topu geri atmam
FİLMİN son sahnesinde aynı parkta iki mim sanatçısı hayali top ve raketlerle tenis oynamaktadır.
Fotoğrafçı kenarda durup bu hayali maçı seyretmeye başlar.
Görünmeyen topu kafasıyla izlemektedir.
Pantomimcilerden biri hayali topu, onun bulunduğu yere vurmuş gibi yapar.
Sonra ona bakarak, topu geri atmasını ister.
Fotoğrafçı, bir ara tereddüt eder.
Sonra hayali topu alıp oyuncuya atar.
Makinesinin ve kendi gözünün gördüğü cesedi yok sayan fotoğrafçı, sonunda olmayan bir topu var saymak zorunda kalmıştır.
* * *
45 YIL SONRA Üzerleri çıplak, askılı pantolon giyen, başlarında tuhaf şapkalar olan 100’den fazla tuhaf adamın, başörtülü bir kadını ve onu kurtarmak isteyen yaşlı bir adamı ölesiye dövdüğü her gün anlatılıyor.
Olayın geçtiği yerde MOBESE kamerası var.
Herkesin elinde fotoğraf çeken akıllı makineler var.
Kadının üzerine DNA’lar bırakılmış.
Ama nedense bir tek görüntü yok.
Üzeri çıplak, askılı pantolonlu 100 tuhaf adamdan tek kare görüntü yok.
Polise intikal etmiş DNA yok...
Büyük bir şehrin merkezi bir yerinde yürüyen sıradan bir insanı günde en az 25 kere yakalayan MOBESE’ler nedense bu olayı yakalayamamış.
Ve bize her gün binlerce ekrandan, kameradan bu olay anlatılarak, görmüş gibi yapmamız isteniyor.
Biliyorlar ki, görsek yakasına yapışacak, yüzüne tükürecek ilk kişi bizler olacağız.
45 YIL SONRA Birtakım pantomimciler bize camide bira içildi hikâyesi anlatıyor.
“Görüntü var” deniyor.
Görüntüdeki kutunun bira olmadığı ispatlanıyor.
Devletin bakanı, büyükelçileri çağırıp, “İçeride yere atılmış bira kutularını gösterdik” diyor.
Büyükelçiler çıkıp “Daha önce seyrettiğimiz, kapının dışındaki ezik kutudan başka bir şey yok” diye yalanlıyorlar.
Ama hâlâ her gün miting meydanlarından, televizyon ekranlarından, gazete köşelerinden, pantomimcilerin attığı bu hayali topu geri göndermemiz isteniyor.
* * *
Film Türkçeye “Cinayeti gördüm” adıyla çevrilmişti.
Bugün kendimi aynı filmi seyrediyor gibi hissediyorum.
Bunaltan bir polis devleti bütün imkânları, bütün müttefikleriyle üzerime çullanmış...
Benden, “Gördüğüme inanmamamı, görmediğime ise inanmamı” istiyor.
İstemiyor, emrediyor...
‘Blowup’ı seyrettiğimde Soğuk Savaş yıllarıydı.
Muhafazakâr sağın antikomünizm tamtamları kulakları sağır ediyordu.
Bugün ise bir yalan ve iftira vuvuzelası beynimize tasallut etmiş vaziyette...
O devlet kusura bakmasın, annem ve rahmetli babam bana itiraz etmeyi, kafa tutmayı, onların her söylediğine bile evet dememeyi öğrettiler.
Gördüğüme inanacağım, görmediğime, gösterilmeyene inanmayacağım...
Gezi ruhu, içimdeki korku kafesini kırdı ve içindeki isyankârı azat etti...
Artık kolay kolay kafeslenmem...
Ertuğrul ÖZKÖK/ HÜRRİYET