28 Ağu 2012 10:19 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:04

ERTUĞRUL ÖZKÖK ESAD'A SERT ÇIKTI; "O VİDEOYA MI İNANACAKTIK"

Kaçırılan Türk gazetecinin video görüntüsünü herhalde seyretmişsinizdir. Güya itirafta bulunuyor.

O rezil videoya mı inanacaktık

DÜN bir kadın arkadaşım arıyor.

Dünyada olup biteni
iyi izleyen, duyarlılığını hiçbir ideolojiye emanet etmemiş,
sadece insani duyguların emrine amade kılmış bir kadın.
“Suriye’de kaybolan Türk gazeteci Cüneyt Ünal’ın videosunu seyrettin mi” diye soruyor.
Kalp kalbe karşı, insanın içindeki insani duygular da birbirine karşı.
“Şu an ben de onu düşünüyordum” diyorum.

HER İKİ TARAF DA VAHŞETİNİ VİDEOYLA DÜNYAYA YAYIYOR

Kaçırılan Türk gazetecinin video görüntüsünü herhalde seyretmişsinizdir.
Güya itirafta bulunuyor.
Nasıl itirafsa, telaffuz ettiği isimleri doğru dürüst sökemiyor.
İkide bir kameranın arkasındaki zorbalara bakıp, korkuyla, doğru yapıp yapmadığını kontrol ediyor.
Gözlerden bir itirafçının rahatlaması değil, ağzına tıkılan bazı sözleri zorla söylemenin tedirginliği açık seçik okunuyor.
Allah benzetmesin, karşımızda Irak savaşında kamera karşısına getirilip zorla itirafta bulundurulduktan sonra kafası kesilen bir insanın hayaleti oturuyor.
O görüntüleri yayınlatan kafa sanıyor ki, kendi davasına hizmet ediyor.
Bilmiyor ki, bizi, bizleri tiksindiriyor, kendinden nefret ettiriyor.
Sadece kendinden değil, bütün Ortadoğu’dan tiksindiriyor.
Kimdir bir gazeteciye bu mezalimi yapanlar?
Dün, insanları damlardan fırlatıp atan güya “Özgür Suriye Ordusu”nun meczuplarıydı.
Ya bunlar?
Bunlar da güya “Suriye devleti”nin adamları.
Al birini, vur ötekine...

SURİYE DEVLET BAŞKANI’NA BURADAN SESLENİYORUM

Biri yakaladığı postane memurunu damdan atıp katlediyor, bir duvarın önünde yaka paça linç ediyor.
Öteki de, yakaladığı bir Türk gazetecisine bu insanlık dışı muameleyi reva görüyor.
Geçmişte iki defa konuşma fırsatı edindiğim Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a seslenmek isterim.
Bunlar iyi yollar değildir. O meslektaşımızın başına bir şey gelirse, hepimiz karşınızda olacağız.

Ertuğrul Özkök'ün yazısının tamamı için tıklayın