ERTUĞRUL ÖZKÖK : ''BAŞBAKAN BÜTÜN GAZETELERİ ALSA KADERİNİ DEĞİŞTİREMEZ''
Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök medyada yaşanan gelişmeler hakkında açıklamalar yaptı..
MediaCat dergisine konuşan Ertuğrul Özkök Türk basınına ilişkin
analizi dahilinde kendisini de açık yüreklilikle eleştirdi.
İşte o röportajın bir
kısmı;
Eskiden ‘merkez medya’ diye bir niteleme vardı. Şimdilerde
‘paralel merkez medya’ gibi yeni tasnif türleri belirdi. Siz
bunlara katılıyor musunuz?
Bu sınıflandırmalara hiç katılmıyorum. Ben 20 yıl Hürriyet’in genel
yayın yönetmenliğini üstlendim, hiçbir zaman gazeteye bir isim
koymadım. Amiral Gemisi diyorlar ben takmadım bu ismi ve sevmedim
de. Merkez medya, paralel medya, hükûmet yanlısı medya… Bunların
hiçbirinin anlamı yok. Bunlar birtakım köşe yazarlarının kendi
aralarındaki kavgalarda birbirlerine taktıkları sübjektif
isimlerden başka bir şey değil. Bu yüzden bunlarla ilgili
analizlerin de hiçbir anlamı yok.
Bu anlamlar üzerinden birtakım değerler atfediliyor gazetelere.
Mesela hükûmet yanlısı gazete, yandaş gazetecilik, kötü bir şey
olarak algılanıyor. Hâlbuki dünyanın hiçbir yerinde hükûmet yanlısı
olmak, yandaş olmak kötü bir gazetecilik anlamına gelmez.
Demokrasilerde gazetelerin hükûmet yanlısı ya da karşıtı olma
hakları vardır. Buradaki sorun şundan kaynaklanıyor: Hükûmet
yanlısı olmak serbest, hükûmet karşıtı olmak serbest değil. Bizim
artık Türk basınında oturup bu kavramlarla kavga etmekten vazgeçmiş
olmamız lazım.
Tarafsızlık, objektiflik gazetelerin hâlâ övündüğü
değerler. Bunlar aşıldı mı artık, okurun böyle bir beklentisi
kalmadı mı?
Tarafsızlık dünyada medyanın kendi kendine uydurduğu en büyük
palavradır. Tarafsızlık diye bir şey olması mümkün değil. Böyle
söyleyince bizim aklımıza yalnızca siyasi taraflılık geliyor. Bir
gazetenin yüzlerce haber içinden birini seçmesi bizatihi bir
taraflılık örneğidir. Bu bir tercihtir. Ekonomi nasıl kıt kaynağın
yönetimi sanatıysa; gazetecilik de sonsuz kaynağın yönetimi
sanatıdır.
İnsanlar yalnızca yüreklerini serinletmek için medya
tüketmiyorlar kabul edersiniz ki. Bilgi alma taleplerini karşılamak
için de bu tüketimi gerçekleştiriyorlar. Bunun için bir ölçüde
objektiflik de gerekli değil mi?
Bu eski bir kavram. Bugünden 20-30 yıl öncesine, dünyada yalnızca
televizyon, gazete ve radyonun olduğu dönemlere ait hatta. Bugün
artık haber tüketimi daha acil hale geldi. 20 yıl öncesinin
kavramlarıyla konuşacaksak bugün gazete yapmamız çok zor olur. Bu
kavramlardan kurtulamazsak gazeteciliğin geleceğini tartışamayız.
Efsane hale getirdiğimiz ve bir an önce yıkmamız gereken kavramlar
şunlar: tarafsızlık, haber verme, yandaş olmak/olmamak. Bu üç
efsaneyi yıkmazsak yarının gazeteciliğini konuşamayız. Yeni bir
basın konuşacaksak bazı kavramları alaşağı etmemiz lazım.
Bu yeni koşullarda, zamanın ruhuna uygun olarak medyanın
üstlenebileceği doğru fonksiyon nedir peki?
Yüklenilebilecek bir şeyden bahsedersek hemen ardından misyon
gelir. Misyon çok kötü bir şeydir. Onu hiç sevmem ben.
Yapabileceğimiz işten bahsetmek gerekir. Bizim demokrasi açısından
önümüzdeki en büyük sorun, gücü elinde bulunduran siyasi
iktidarların medyaya bakışı. Bu iktidarların medyaya bakışlarını
demokratik bir zemine oturtamazsak medya falan konuşmamıza hiç
gerek yok. Bugün Türk basınına bakın, bence felaket durumdayız.
Kimse soru soramıyor, işin peşine düşemiyor. Bugün Türkiye’de öyle
güçlü, hakim bir otorite var ki herkes oturmuş “Ben bugün otoriteyi
sinirlendirmeden, nasıl hoşuna giderek verebilirim haberi?” diye
düşünüyor; haberi bu şekilde tasarlıyor ve veriyor.
Kısa süre önce kaleme aldığınız yazılarınızdan birinde
‘Gözlerimize indirilmeye çalışılan korku kataraktı’ndan
bahsetmiştiniz. Bu ne demek tam olarak?
Türk basınının seyrini, sektörün duayenlerinden Ertuğrul Özkök’le
konuştuk.Korku kataraktı işte tam da bu. Bugün Türk basını
katarakttır. Görmüyor ya da flu görüyoruz. Bunun için ben
hükûmetleri ya da siyasi iktidarları da suçlamıyorum. Çünkü siyasi
iktidarlar doğaları gereği güç gösterisi yapma ihtiyacı duyarlar.
Bizim bugünkü sorunumuz Tayyip Erdoğan veya AK Parti sorunu
değildir. Sorunumuz hepimizin içinde otoriteye biat duygusunun
olmasıdır.
Bugünlerde medya sahipliği konusunda ciddi el
değiştirmelerin yaşandığını görüyoruz. Bu yeni durumu nasıl
değerlendirmeli?
Televizyon ve gazetenin ömrünün ne kadar kaldığını bilmediğimiz bir
dönemde yaşıyoruz. Bu yüzden bugün beni en çok sevindiren
haberlerden biri Amazon Grubu’nun Washington Post’u satın alması.
Medya sahipliği bu şekilde değişecekse bundan sadece mutlu
olabilirim. Türkiye’de ise bu böyle olmuyor. Türkiye’de Başbakan
talimat veriyor “Akşam gazetesini üç tane büyük şirket alacak.
Orada hükûmet yanlısı bir gazete çıkaracak.” Yanlış olan bu.
Türkiye’deki siyasiler bu yollarla siyasi hayatlarını
uzatacaklarını sanıyorlarsa eğer, çok yanılıyorlar. Bugün artık
medyanın sanıldığı kadar insanların siyasi eğilimleri üzerinde etki
potansiyeli yok. Türkiye’deki bütün gazeteleri Başbakan eline
alsın. Yine de kendi kaderini değiştiremez. Başarılıysa devam eder,
başarılı değilse üç günde gider.
Hükûmetin bugünkü tavrı bir refleks olabilir mi? Medyanın
üzerinde bir baskı oluşturduğunu düşünüp karşılık veriyor diyebilir
miyiz?
Can Dündar bu hükûmete ne yapmış? 12 Eylül’de gencecik bir çocuktu,
askeri darbelere karşı mücadele etti. 28 Şubat’ta, benim için
‘karşı çıkmayanlardandı’ diyebilirsiniz mesela, ama o karşı çıkan
bir gazeteciydi. Türbanlı kızlar üniversiteye giremezken onları en
çok destekleyen insanlardandı. Kürt meselesinde en büyük desteği
veren insanlardandı. F Tipi olayları başladığında gidip hapishanede
arabuluculuk yapan biriydi. Hayatı boyunca kimseye tek kelime
hakaret etmedi. Kim bana bu adam hükûmete saldırdı diyebilir?
Can Dündar’la birlikte son iki buçuk ay içinde işinden olan
gazetecilerin sayısı 80′i aştı. Seyir nereye doğru
sizce?
Bunun gideceği yer bellidir. Bunun gideceği yer diktatörlüktür.
Sınıra dayandığı yerdeyiz. Yalnız dünya tarihi bize göstermiştir ki
hiçbir diktatör kalamaz. Hep söylerim, Abdülhamit Osmanlı
padişahları arasında en başarılı olanlardan bir tanesidir. Ama
bugün kendisinden bize kalan sadece yasaklar, istibdat dönemi ve
hafiyelik sistemidir. Adı da o yüzden Kızıl Sultan diye kalmıştır.
Bugün bunu yapanlar, ülkede istedikleri kadar ekonomik mucize
gerçekleştirsin, yarın çocuklarına bırakacakları isim
Abdülhamit’inkinden farklı olmaz eğer, böyle giderse.
Nasıl bu kadar müdahaleye açık hale geldiğini
düşünüyorsunuz medyanın?
Bugün bana sorarsanız en mağdur durumda olan hükûmeti destekleyen
basındır. Bu meslekten hayatını kazanan o insanlara şu an ‘parya’
gözüyle bakılıyor. Birçoğu da iyi gazeteciler, mesleklerini yapan
insanlar. Asıl itibar kaybına uğrayan onlar. Şu anda Türkiye’de
mesleğini kaybedenler itibarlarını kaybediyorlar mı sizce?
Kaybedenlerin kazandığı kazandığını zannedenlerin kaybettiği bir
rejim yaşıyoruz şu anda.
Başbakanı şu anda eleştirenler bu eleştirileri yaparken rahat
olabilseler inanın kendisi çok daha güçlü bir yerde olurdu. Tayyip
Erdoğan kendisi kaybederken medyaya da kaybettiriyor. Halbuki onun
karşısında bağımsız durabilen bir Hürriyet, Milliyet, Vatan,
Habertürk, Sabah gazeteleri olsa bu durum onun çok daha lehine
olur. Sabah daha rahat olsa “Evet kardeşim ben hükûmeti göğsümü
gere gere destekliyorum” diyerek sokakta dolaşabilir.