ERTUĞRUL ÖZKÖK AHMET HAKAN'IN KISKANÇLIĞINI YAZDI!
Hürriyet Gazetesi yazarı, Ertuğrul Özkök, köşe arkadaşı Ahmet Hakan için neden 'kıskanç' dedi?
Ahmet Hakan'ın kıskançlığı
JOSEPH L. Mankiewicz’in “All About Eve” filminin Tennessee Williams’vari senaryosunda çok güzel bir diyalog var.
Erkekle kadının arası bozuluyor.
Erkek, kadına, “Margot barışalım” diyor.
Kadının cevabı:
“Koşulsuz teslim olmanı istiyorum...”
Söyleyen kadın Bette Davis ve o an yüzünde, bir erkeğin nasıl yorumlayacağını bilemediği tuhaf bir ifade var.
Korkutucu mu, yoksa baştan çıkarıcı mı...
Nasıl yorumlarsanız yorumlayın, anlıyorsunuz ki, kadın kuvvetlidir.
Korkutucudur, baştan çıkarıcıdır.
Teslim alıcıdır...
Çoğu kez, şartsız teslim alıcıdır.
Cuma, bir “alacakaranlık kuşağıydı”.
Bir gün önce gazeteciler gözaltına alınmış; çoğumuzun içindeki şüpheler, aylar önce korkuya dönüşmüş, sonunda o korkular somut bir gerçek olarak önümüze konmuştu.
Emir yüksek yerden geliyordu.
Görünmeyen, boğuk ve karanlık bir ses, “Artık yazma kardeşim...” diyordu.
İtiraz etmeye devam edersen, ileri demokrasi treni seni Silivri’ye deporte eder.
Arkadaşlarımızın bir kısmı artık işi şakaya vurmuş.
Şansın yaver gider, 13 Haziran tasfiyesinden de yakanı kurtarabilirsen, üç metrekare serbest dolaşım hakkın var.
Senin hakkına şarap yazıları düşmüş.
Tabii kaderin, işgüzar bir polis memurunun iki dudağı arasında. Alkolmetreyi yazılarına üfletip, promil testi yapmazsa.
Kadın konusu var, onu yaz...
Yakında o da ahlak polisinin eline düşebilir.
O da olmadı müzik var...
Hiç siyaset yazmazsın, onu “Pasif direniş yapıyor” diye yorumlar.
Yani bu öyle bir gidişattır ki, paranoya her tarafta kol gezmeye başlar, sonunda ‘laylaylom’a bile kötü gözle bakılır.
İleri demokrasi gölgesinde şahsi hesabını gören despot kafanın Amok koşusu işte böyle bir şeydir.
İşte böyle bir günün akşamında, Ali Poyrazoğlu’nun “İyi Günde, Kötü Günde” oyununu seyrettim.
Küçük ama tıklım tıklım bir salon.
Salon küçük olunca, Ali Poyrazoğlu’nun büyüklüğünü daha da iyi fark ediyorsunuz.
Birlikte oynadığı Nilgün Belgün olağanüstü bir oyun sergiliyor.
Karşınızda baştan çıkarıcı, çıldırtıcı bir kadın var.
“Koşulsuz teslimiyet” isteyen, cerbezeli, istediğini alan, aldığıyla yetinmeyen bir karakter.
Gülüyoruz, hepimiz, bütün salon gülüyoruz.
Hem onların oyunlarına, hem kendi halimize.
Çuvaldızı kendilerine batırıyorlar, ama her üç cümlede bir, irili ufaklı birkaç iğne de bize batıyor.
“Alacakaranlık kuşağı”nı unutuyorsunuz, Silivri aklınızdan çıkıyor.
Ama o ne...
Yok, orada da kaçış yok. Kâbus, mizaha dönüşüp orada da karşınıza çıkıyor.
Araya sıkıştırılmış, küçücük bir cümle.
Boşanmış karı-koca ölüp Allah’ın huzuruna çıkıyorlar. Ahiretteki sorguda, boşanmamış gibi yaparken, ilahi ses araya giriyor:
“Ama bize boşanma ilmühaberiniz gönderildi.”
Erkek soruyor:
“Belge Türkiye’den mi gönderilmiş? Altında ıslak imza var mı? İmza gerçek mi? Bizdeki belgelerin çoğu çakma da ondan diyorum...”
Buyurun, Ergenekon davasının, sahnedeki izdüşümü...
Sebebi kim?
İçerde yatanlar mı, yoksa onları içerde yatıranlar mı...
Bunu yazarken bile tereddütlüyüm.
Ya polis yarın sabah 05’te, Ali Poyrazoğlu’nun evine dayanırsa...
Oyundan sonra kulise giriyorum.
Ali Poyrazoğlu, her zamanki harika enerjisi ile anlatıyor.
Nilgün Belgün, oyundaki kadar canlı, fettan, cazibeli.
“Geçen gün seni televizyonda izledim. Tam benim kafamdasın. Ahmet Hakan’a ara söyleyeyim dedim. Arayacaktı, ama vazgeçti” diyor.
“Kıskançtır aramaz. Bir de sabah otelden alıp götürdüler, kendini kahraman gibi hissediyor. Burnu büyüdü” diyorum.
Gülüyoruz.
Sonra dövme muhabbeti başlıyor.
Bileğinde “N” harfi, ayağında bir kelebek var.
Omzunu açıp gösteriyor. Oraya da yıldızlardan oluşan bir dövme yaptırmış.
“Öyle bir gün ayrılacağım insanların adını falan yazdırmıyorum” diyor.
Ne güzel; alacakaranlık kuşağı bile yaşama tutkumuzu öldüremiyor.
Ne diyeyim? Allah hepimizi korusun.
Bir de Ali Poyrazoğlu’na, Nilgün Belgün’e, sanatçılarımıza, müzisyenlerimize teşekkürler.
Alacakaranlık kuşağı onlar sayesinde biraz aydınlanıyor, içimiz açılıyor.
Dayanıyoruz...
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET