04 Mayıs 2012 09:26 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:36

ERTUĞRUL ÖZKÖK 43 YIL ÖNCE İŞLENEN BİR CİNAYETİ YAZIYA DÖKTÜ!

"1969 yılında Ankara'da Basın Yayın Yüksekokulu'nun bir odasında bir cinayet işlendi."

Hangisine daha çok güvenirsiniz

HİÇ kendi kendinize veya başkasına şu soruyu sordunuz mu?

“Sizce ‘Müslüman demokrat’ deyimi mi, yoksa ‘Hıristiyan demokrat’ mı daha güven vericidir?”
Bu soru, geçenlerde Türkiye Odalar Birliği’nin anayasa çalışmaları için yaptırdığı anketi okurken aklıma geldi.
TOBB araştırmasında dikkatimi çeken çok önemli bir nokta vardı.
Araştırmada, bütün illerde, yeni anayasadan bekledikleri en önemli şeyin ne olduğunu sormuşlar:
Hemen bütün illerde birinci sıraya konan talep şu:
“Adalet...”

Eee, hani 12 Eylül referandumuyla birlikte “adalet” sorunu halledilmişti?
Demek ki edilmemiş. Edilmediği gibi, daha da büyümüş ve vatandaşın bir numaralı meselesi haline gelmiş.
Hiç şaşırmadım.
Bir ülkede adaletin gücünün yerini, gücün adaleti almışsa, orada adalet olduğuna kimse inanmaz.

20’nci yüzyılın elemli tarihi bize şunu öğretti.
“Demokrasi” kelimesi tek başına hiçbir şey ifade etmez.
Çünkü, o yüzyılda bu kavramın içine edildi.

ÖNCE KOMÜNİZM Komünizm ve ateizm; demokrasi kelimesinin başına “halk” takısını ekleyerek, demokrasiyi totaliterliğin payandası haline getirdi.

ARADA NAZİZM
Hitler, aldığı oyu, “Halkın kutsal iradesi” sayıp diktatör-lüğe tahvil ederek, “seçim” kavramının içini boşalttı.

SONRA İSLAM Humeyni, İran’ın adının başına “İslam” takısını koyarak, cumhuriyet kelimesinin içini boşalttı.

Bu rejimlerin hiçbirinde “adalet” yoktu.

GÖZLER TÜRKİYE’DE Şimdi Türkiye, “demokrasi” kavramının başına “ileri” takısını ekleyerek, yeni bir demokrasi tarifi yapmaya çalışıyor.
Tarih bize gösterdi ki, demokrasi kelimesinin başına eklenen bütün sıfat ve zamirler uğursuz geldi. Demokrasi kavramına zarar verdi.
“İleri” kelimesi, eğer,
20’nci yüzyılın o talihsiz
3 denemesinden farklı bir şey ifade edecekse...
İçinin mutlaka gerçek manada tarafsız ve adil bir “adalet” kavramı ve içselleştirilmiş bir adalet duygusu ile doldurulması gerekir.

Dönüyorum baştaki soruya...
21’inci yüzyılda “Müslüman demokrata” mı yoksa “Hıristiyan demokrata” mı daha çok güvenirsiniz?
Cevabını bugün vermeye kalkmayın. Yarınları bekleyin...

SOLCU YOLDAŞLARI ÖLDÜRÜP 100 BİN KİŞİYİ YOLLARA DÖKTÜ

PROF. Halil Berktay bombanın pimini çekti.
Resmi tarih kavramı çökmüştü.
Şimdi “Resmi özel tarih” kavramı da çatırdıyor.
Ne diyor Prof. Berktay:
“O gün orada (1 Mayıs 1977 Taksim) ne kanlı bir derin devlet komplosu,ne de etrafa gizlenmiş keskin nişancılar vardı. Sol kendi iç çatışmasından ve rezilliğinden mağduriyet efsanesi çıkardı.”
Doğru mu, değil mi bilmem.
Nasılsa ortaya çıkar.
Şimdilik konuşana bakıyorum.
Öyle sıradan biri değil. Tarih hocası. Eski militan bir solcu. Yani olayların içinden gelmiş.

Dün baktım, bütün kesin inançlılar, komplo teorisyenleri yaylım ateşine başlamış.
Olur mu diye çığlık atan atana.
Olur kardeşim. Bal gibi olur.
Bu gözler neler gördü. Bu hafıza neleri hatırlıyor.
Bak, sana nasıl olacağını da anlatayım.

1969 yılında Ankara’da Basın Yayın Yüksekokulu’nun bir odasında bir cinayet işlendi.
Mustafa Kuseyri adlı solcu bir öğrenci, o gece öldürüldü.
Ertesi gün gazeteler ve radyolar, solcu genci, ülkücülerin öldürdüğünü duyurdu.
Bir insan, Kuseyri’nin gazeteci amcası Şemsi Kuseyri bu işin peşine düştü.
Sonunda ortaya bambaşka bir gerçek çıktı:
Kuseyri’yi dava arkadaşları, yani solcular öldürmüştü.
Kimine göre kız meselesinden, kimine göre ideolojik meseleden, kimine göre de şakalaşırken, odadaki öteki solcu arkadaşlarından biri tarafından vurulmuştu.
Onu öldüren solcu ekip ve örgütü; ertesi gün hiç utanmadan, “Faşistler öldürdü” deyip 100 bin kişiyi, yüzlerce öğretim üyesini “Kahrolsun faşizm” diye slogan atarak yürüttü.
Genç arkadaş, bil ki, bu ülkede sadece devletin resmi tarihi yoktur. Solcusunun, sağcısının, inançlısının, inançsızının yazdığı resmi özel tarihler de vardır.

Biz işte böyle hurafelerle, komplo teorileri ile büyüdük.
Bu ülkenin neresini kazsanız, ya yerleştirilmiş mühimmat ya da böylesine rezil mağduriyet efsaneleri çıkar.
Herkesin hayatının şu veya bu döneminde, arkasında sipere yattığı pespaye bir komplo teorisi vardır.
İşte dünün mağduriyet efsaneleri konuşulmaya başlandı.
Bugün sıra solcularda. Sağcılarınki de, ülkücülerinki de mutlaka konuşulacak.
Komünizmle mücadele bahanesi altında o rezillikleri yapanların, o ihbarcıların bir bölümü, alınları secdeye değen insanlar değil miydi?

Kimse şüphe etmesin ki, bugün yazılan rezil resmi özel tarihin ipliği de pazara çıkacak.
Bir davada 1500 tane uydurulmuş delil ortaya çıkarılmışsa, buna rağmen insanlar hâlâ süründürülüyorsa, o resmi özel tarihin de arkeolojik kazıları başlar.
Bir bakmışsınız, sıra bavulların gayriresmi tarihine gelmiş...
O bavullardan çıkan cesetleri hayretle görmüşüz...

Ertuğrul Özkök / Hürriyet