19 Eyl 2010 13:40
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:38
ERMAN TOROĞLU İLE EMİN ÇÖLAŞAN'I NASIL KEŞFETTİ?
O Bakanlar Kurulu'na giren tek gazeteci.47 yıldır siyasetin nabzını tutuyor.Sabah Gazetesi'nin usta köşe yazarı Yavuz Donat Akşam'a konuştu.
47 yıldır siyasetin nabzını Ankara’dan tutuyor. Süleyman Demirel, sürgüne gönderileceğini, Erbakan 28 Şubat’ı ondan öğreniyor. Karış karış Türkiye’yi geziyor, köşesinde her topraktan haber veriyor. Yavuz Donat, referandum boyunca gittiği yerlerin oyunu yazdı, yanılmadı. O gördü ki ’evet’ oylarında en etkili olan Tayyip Erdoğan’ın seçmene damardan girmesi...
Yavuz Donat’ı Ankara’da Sabah Gazetesi’nin en üst katında tüm Ankara’ya hakim odasında ziyaret ettim. Gözüme ilk çarpan daktilosu oldu. ’Hala daktilo mu kullanıyorsunuz?’ diye sordum. Türkiye’nin internet gitmemiş köşelerine gittiğini nasıl da unuttum! Arabada yazıyor, bir postaneden de yazısını gazeteye postalıyormuş öyle zamanlarda. Ve bir söz aldım. Aslında biraz da yüzsüzlük yaptım. O daktiloyu zamanı geldiğinde bana verecek. Öyle anılar anlattı ki Yavuz Donat, bu sayfa ne yazık ki hepsini yazmaya yetmedi. Ama en ilginci olduğunu düşündüklerimi sizlerle paylaştım.
- Size Ankara’nın kara kutusu diyorlar, doğru mu?
1963 yılında gazeteciliğe başladığımda, İsmet İnönü başbakandı. Üniversite öğrencisiydim, Ulus Gazetesi’nde çalışıyordum. Ulus da CHP’nin yayın organıydı. Yani İsmet Paşa ile iç içe bir gazete. Başbakan’ın evine de girerdim, makamında da otururdum. Pek çok şeye tanık oluyorsun. Yıllar içinde, devirler değişti, ihtilaller oldu, gazete kapandı, gazete açıldı. Yazıyorsunuz diyemeyeceğim, çünkü hangi birini yazacaksınız. Çoğu yazılmıyor, ya notlarda, ya da bir kısmı hafızanızda kalıyor. Zaman böyle akıp gidiyor. Bazen iki siyasetçi arasındaki gerilimi görüyorsun. Ama o ikisi de yazmayacağınıza güvenerek sizin yanınızda o kavgayı ediyor.
- Nasıl yazmadan duruyorsunuz?
Başbakan Turgut Özal Amerika’da ameliyat oldu. Başbakanlığa Kaya Erdem vekalet etti. Kaya Erdem’i ben Şeker Fabrikası müdürlüğünden, Maliye’deki yüksek bürokratlık döneminden, 1980 öncesinden bilirim. Kaya Bey ile Meclis’te karşılaştım. Sohbet ettik, koluma girdi. Yukarıya Bakanlar Kurulu odasına doğru çıktık. ’Hayırdır’ dedim, ’Başbakan yok, ben de Başbakan’a vekalet ediyorum. Kısa bir Bakanlar Kurulu toplantısı yapacağız, sen de gel’ dedi. ’Efendim Bakanlar Kurulu devletin en mahrem makamlarından biri’ dedim. ’Yok yok, sen yabancı değilsin’ dedi. Ben de gittim oturdum.
- Sizden başka Bakanlar Kurulu’na giren gazeteci var mı?
Yok, sanmıyorum. İki saat sonra dışarı çıktık, bütün medya dışarıda. Bir kısmı, ’Ağabey atladık mı?’, bir kısmı, ’Ağabey ne oldu, anlatsana’ diyor. Tek kelime yazmadım, tek kelime de kimseye anlatmadım.
- Nasıl oluyor Bakanlar Kurulu toplantıları, espri yapılıyor mu?
Cavit Kavak esprili bir insandır. Bir emekli general vardı, Abdullah Tenekeci. Bunlar, ’Paşa uçak uçurabilir, uçuramaz’ diye takılıyorlar. Paşa dedi ki, ’Ya hepiniz cahilsiniz. Yavuz sen benim nasıl uçak kullandığımı gördün, anlat.’ Ben dedim ki, ’Paşa haklı, gerçekten tanığı oldum, bir Airbus ile Uzakdoğu seyahatindeydik. Sayın Abdullah Tenekeci beni kokpite davet etti. Orada ben gördüm uçak kullandığını.’ Halbuki uçak kullanmadı orada. Paşanın çok hoşuna gitti. Bakanlar Kurulu’nda tartışılan konulardan biri buydu, bir-iki de enflasyon konuşulmuştu işte.
- Modası geçmeyen gazeteci olmanın sırrı nedir?
Benim köşemde tekzip görmezsiniz bu bir. İkincisi herkes kötü ya da herkes iyi değil. Siyasi iktidarların ya da yöneticilerin doğru yapanları olduğu gibi yanlış yapanları da vardır. Her ikisini de yazarsınız. Yazarken de kırk türlü hesaba dönmezsiniz. Bir de size güvenenlere yalan söylemezsiniz.
TRİBÜNDEN 28 ŞUBAT’A
- Mesele güven vermek yani?
Bir gün maça gittim. Hava buz gibi soğuktu. 19 Mayıs Stadı’nda Gençlerbirliği-Altay maçı vardı. Doğrudan şeref tribününe girdim. Oraya siyasetçiler geliyor, sohbet imkanı doğuyor. Gittim İlhan Cavcav, Ankara Valisi, bir-iki de siyasetçi var. Şeref tribünün yukarısından siyah paltolu, gözlüklü, kasketli biri el sallıyor. Ben tanımadım ama el salladım. ’Yanıma gel’ diye işaret edip, yanını gösterdi. ’Yok buraya oturacağım’ deyince, o yine ’Sen gel’ diye ısrar etti.
- Ama siz hala tanımadınız değil mi?
Yok tanımadım. Çok ısrar edince gittim. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’ydı karşımda duran. ’Paşam hayırdır’ dedim. Altaylıymış, maçı izlemeye gelmiş. ’Paşam işler nasıl gidiyor?’ diye sordum. ’28 Şubat’ta görürsün nasıl gittiğini’ dedi.
- Tarih ne bunu söylerken?
28 Şubat’tan bir hafta öncesi. ’Ne olacak 28 Şubat’ta’ dedim. ’Canına okuyacağız bunların, kıyameti koparacağız’ dedi. 28 Şubat’ta toplanacak MGK’nın, Türkiye tarihinin en önemli MGK’sı olacağını, Erbakan’la kavgaları olduğunu söyledi. Maç bitti gazeteye geldim, Derya Sazak’ı aradım. Biz Milliyet’te manşeti çektik. Yani 28 Şubat’ı Türk medyası benden öğrenmiştir.
- Güven Erkaya’nın ismini verdiniz mi?
Hayır, hiç bahsetmedim, o benim kaynağımdı. O yaz, Güven Erkaya emekliye ayrılacaktı. Ben de Bodrum’daydım. Güven Paşa’nın da Bodrum’da olduğunu öğrendim, görüştük. Evine gittim, masanın üzeri evrak dolu. Bir baktım 28 Şubat tutanakları. Konuşmalar, ne var ne yok hepsi çarşaf çarşaf önümde. Bu, Milliyet Gazetesi’nin yayıncılıkla tiraj aldığı olaydır.
- Kimse tepki vermedi mi?
Üç-dört gün sonra yazı dizisi devam ederken Başbakan Mesut Yılmaz aradı, ’Bu yazı dizisini kesin. Suç işliyorsun’ dedi. Ben de ’Suç işliyorsam savcılar var’ dedim. ’Sen galiba Başbakan’la konuştuğunun farkında değilsin. Senin hakkında dava çoktan açılacaktı da seninle beraber komutan hakkında da açılması gerekiyordu’ dedi.
DOSTLUKLAR SIKINTILI DÖNEMLERDE BAŞLADI
- Tamam da, neden Güven Erkaya size veriyor bu belgeleri ya da Bakanlar Kurulu’na neden siz alınıyorsunuz?
12 Eylül’den sonra, Süleyman Demirel’i aradım, Bülent Ecevit’i aradım. Necmettin Erbakan’ı aradım, Alparslan Türkeş’i aradım. Bir defa değil, defalarca aradım. Hapisteydiler, hapisten çıktılar yine aradım. ’Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sordum. Çok kişi bana bozuldu. ’Bunlardan bir köy, kasaba olmaz’ diyorlardı. Bir insan köy, kasaba olur diye aranmaz. Düşmez kalkmaz bir Allah. Zor durumda bir insanı arayıp, ’Efendim sizin için yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sormak insanlık görevidir. Daha sonra o kişiler çıktılar, değişik devlet görevlerine geldiler. Dostluğumuz ilerleyerek devam etti. ’Yavuz Donat’ın Demirel’le arası iyi’ diyorlar. İşte bu dostluklar, o sıkıntılı dönemlerde başladı.
- Peki, bugün Ergenekon’dan içeride yatanlarla aynı sıkıntılı dönemi paylaştınız mı?
Geçenlerde Doğu Perinçek’ten bir mektup geldi. Nereden kafasına takıldıysa bir-iki olay anlatıyor. O genç bir siyasetçi, miting yapıyorlar. Ben o yürüyüşü izliyorum. Gençlik anıları... Ben babası Sadık Perinçek’i tanırım. Yine referandum öncesi gezilerimizden birinde Kemaliye’ye gittik. Kemaliye’nin Apçağa Köyü Doğu Perinçek’in köyüdür. Sadık Perinçek Caddesi tabelasının resmini çektim. Bu resimleri bir zarfa koyup, Silivri’ye gönderdim. ’Köyünün sana selamı var, köyün seni özlemiş’ diye yazdım. Balbay benim canımdır ciğerimdir. Bir de gidenlerle Mehmet Haberal’a selam gönderdim. Bizde emeği var.
- Süleyman Demirel de Zincirbozan’a gönderileceğini sizden öğrendi, değil mi?
12 Eylül dönemi. O dönemin dört yıldızlı, orgeneraline sordum. Dedim ki, ’Siz bu parti başkanlarını sürgüne göndermeyi düşünüyor musunuz?’ O orgeneral, Birden sertleşti, ’Ne saçmalıyorsun?’ dedi. Ben de ’Allahaısmarladık’ dedim, kalktım. ’Bir dakika nereye kalkıyorsun’ diye tepki gösterdi. Aradan bir hafta geçti, geçmedi. Arayan o. Telefonda ’Kar eden şirket kapanacak’ diye bir şey söylüyor. ’Yanlış bir yeri aradınız herhalde, ben Yavuz Donat’ dedim. ’Geçen gün de saçma sapan konuştun. Hem soru soruyorsun, hem cevabını dinlemiyorsun. Kar eden şirket kapanacak’ diye tekrarladı. Demokrasiye dönüş kararı alınmış, partiler kurulmuş. Herkes akın akın Demirel’in arkasından gidiyor. Kar eden şirket o. Paşa’ya dedim ki, ’Büyük hissedara bir şey olacak mı?’ ’Seyahate çıkacak’ dedi. ’Pasaport gerekir mi?’ diye sordum, ’Gerekmez’ dedi. ’Nereye gider’ dedim, ’Kendileri Çanakkale taraflarını sever’ diyerek telefonu pat diye kapattı. Demirel’i aradım, her şeyi anlattım.
- Herkes her şeyi nasıl sizden öğreniyor?
Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olacağını yazdığımda kendisinin bile haberi yoktu. Sahada 90 dakika koşarsanız ayağınıza top gelir.
- Kılıçdaroğlu’nda bu iddiayı görüyor musunuz?
Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye bir hareket getirdiği kesin. Partisi genel başkanın gerisinde. Şimdi şehirlinin biri köy yolunda yürüyor. Orada yaşlı bir köylü var. Şehirli, ’Amca ben falanca köye ne kadar zamanda giderim?’ diye soruyor. ’Amca sağır mısın ne kadar zamanda gidiyorum?’ diye tekrarlıyor. Adam ona ters ters bakıyor. Şehirli de yürümeye devam ediyor. 100 metre yürüdükten sonra köylü arkasından sesleniyor, ’Bey bey, bu yürüyüşle şu kadar zamanda gidersin!’ Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü bir görelim.
- Kılıçdaroğlu’nun oy kullanamaması...Artık böyle mi hatırlanacak?
Bir liderin kariyerini tek olaya bağlamak mümkün değildir. Ama kariyerindeki önemli olaylardan biridir. Bu unutulmaz, zaman zaman başına kakılır. CHP’nin kadro sorunu çektiğini düşünüyorum. Genel Başkan oyunu hangi sandıkta kullanacak, o sandığa en yakın mesafede hangi simitçi var, kebapçı, çorbacı var. Onları da bilecek. Siyaset biraz da şovdur. Oy kullandıktan sonra belki de simitçiye yürüyecek. Bunlar önceden planlanmalıdır.
ERDOĞAN’IN GÜCÜ, SÜKSESİ, POPÜLARİTESİ
- Ağrı’dan yüzde 90’ın üzerinde ’Evet’ çıkacak dediniz, çıktı. Menderes’in doğduğu köyde ’Hayır’ı gördünüz. Oylar neye göre kullanılıyor?
25 Mart’ta yazıyı yazdım. ’Eğer referanduma gidilirse Ağrı’da çıkacak oylar yüzde 90’ın üzerinde olur’ dedim. Aydın’ın Çakırbeyli Köyü. Adnan Menderes’in doğduğu köy. Bu seçim kampanyasını Tayyip Bey, Adnan Menderes sevgisi üzerine kurdu. Referandumdan bir gün önce şu yazıyı yazdım. Çakırbeyli Köyü ’hayır’ diyor. Benden çok gezen gazeteci yoktur. Çok kişiyi tanırım.
- Ağrı en fakir il, ’evet’ diyor. Menderes’in köyünden ’hayır’ çıkıyor. Bunu neye bağladınız?
Tayyip Erdoğan’ın gücü, süksesi, popülaritesi AK Parti tüzel kişiliğinin kat kat ilerisinde bu birinci gerçek. Ağrılı şöyle düşündü. En yüksek oyu ben verirsem, Başbakan da beni kırmaz, bizim burada istihdam yaratır. Değişik duygular. En fakir illerden biri Erzurum. Ama ’evet’ çıktı. Çünkü 2011’de Kış Olimpiyatları orada yapılacak. Başbakan 600 milyar lira göndermiş. Burayı seviyor. Bu, Erzurum’un kaderini değiştirecek bir olaydır, öyleyse anayasaya ’evet.’ Hepsinin kendine göre hesabı var.
- Nedir Tayyip Erdoğan’ın sırrı?
Orhan Baba, İbo, Adnan Şenses, Müslüm Baba... Bunlar şarkı söylerken damardan giriyorsa, Tayyip Erdoğan da seçmene damardan giriyor.
- O damar nedir?
O damar çocukluğundan itibaren siyasetin içinde olması. Korkmaması, kokusundan rahatsız olmayıp sarılması, gerektiğinde tersleyip, gerektiğinde sarılması. Siyasetçi halkın içinde olduğu sürece kazanır.
- Şimdi başkanlık sistemi tartışılıyor. Siz bu tartışmanın hangi noktasındasınız. Olmalı mı?
Başkanlık sistemi tartışılmalı. O tartışmanın sonunda konsensus oluşursa olur. Turgut Özal da Süleyman Demirel de istedi başkanlık sistemini. İkisi de yararlarını anlattılar. Eğer bir sistem gerekiyorsa ülke için gerekiyor, kişiler için değil. Başkanlık sisteminde karar kılınırsa Çankaya’ya kim çıkarsa çıksın Türkiye’nin yönü bellidir. Türkiye kendi yönünde yürür. Bugün itibariyla böyle bir ortam görmüyorum. Türkiye’de oturmuş bir parlamenter sistem var. Çankaya’ya Tayyip Bey çıktı diyelim, yerine gelecek zayıf bir profil olur.
İKİ KEŞİF: EMİN ÇÖLAŞAN VE ERMAN TOROĞLU
Akşam’da madalyonun tersi diye bir köşem vardı. Bir gün öğle saatlerinde genç biri geldi. ’Planlama Teşkilatı’nda uzmanım’ dedi. ’Adın ne?’ dedim, ’Emin Çölaşan’ dedi. ’Bu planlamayı takunyalılar bastı’ dedi. Namaz kılanlar, seccade serenler... Turgut Özal’ın, Nevzat Yalçıntaş’ın adını verdi. ’Elinden yazı gelir mi?’ diye sordum. Bir hafta sonra iki yazıyla geldi. Gazetenin ikincisi sayfasına ’DPT’de neler oluyor?’ başlığıyla koyduk. Öğle saatlerinde Emin, ’Yandım bittim’ diyerek odama girdi. ’Beni Nevzat Yalçıntaş çağırdı. Bu suçtur. Kovulmayı hak ettin ama genç bir insansın. Tekerrür etmesi halinde kovulacaksın’ demiş. Baskı altında olduğunu, ikinci kez yazının çıkmasını istemediğini söyledi. Şimdi o saatten sonra hangi yazıyı koyacağız, başka işimiz mi yok. Aynen bastık Emin’in yazısını. Bu defa yazar köşesine, ’Bu yazıyı yazan, yazdığı konuda baskı altındadır, ismi çıkarsa işine son verilecektir, o yüzden isimsiz yayınlıyoruz’ yazdık. Ama yazının başlığı ’DPT’de Neler Oluyor 2...’ O yazı çıktı. Emin’i kovdular. Ben Emin’i kovdurmasaydım, şu anda DPT’den emekli Emin Efendi olurdu. Kovdurduk, Türkiye’nin şöhretli yazarlarından biri oldu.
Tercüman’da yöneticiyim. Bizim spor servisinden arkadaşlar geldiler. ’Bir ricamız var. Bu arkadaş bizde spor yazısı yazmak istiyor’ dediler. ’Anlar mı bu işten?’ dedim, anlayacağını söylediler. ’Para, pul ve kadro veremem’ dedim. Kabul etti. ’Peki, kadro istemiyorsun, para istemiyorsun, sen bizim gazetenin adını mı kullanacaksın?’ diye sordum, ona şans vermemi istedi. ’Gir başla Erman Toroğlu’ dedim, iddiası olan adamı severim.
Yavuz Donat’ı Ankara’da Sabah Gazetesi’nin en üst katında tüm Ankara’ya hakim odasında ziyaret ettim. Gözüme ilk çarpan daktilosu oldu. ’Hala daktilo mu kullanıyorsunuz?’ diye sordum. Türkiye’nin internet gitmemiş köşelerine gittiğini nasıl da unuttum! Arabada yazıyor, bir postaneden de yazısını gazeteye postalıyormuş öyle zamanlarda. Ve bir söz aldım. Aslında biraz da yüzsüzlük yaptım. O daktiloyu zamanı geldiğinde bana verecek. Öyle anılar anlattı ki Yavuz Donat, bu sayfa ne yazık ki hepsini yazmaya yetmedi. Ama en ilginci olduğunu düşündüklerimi sizlerle paylaştım.
- Size Ankara’nın kara kutusu diyorlar, doğru mu?
1963 yılında gazeteciliğe başladığımda, İsmet İnönü başbakandı. Üniversite öğrencisiydim, Ulus Gazetesi’nde çalışıyordum. Ulus da CHP’nin yayın organıydı. Yani İsmet Paşa ile iç içe bir gazete. Başbakan’ın evine de girerdim, makamında da otururdum. Pek çok şeye tanık oluyorsun. Yıllar içinde, devirler değişti, ihtilaller oldu, gazete kapandı, gazete açıldı. Yazıyorsunuz diyemeyeceğim, çünkü hangi birini yazacaksınız. Çoğu yazılmıyor, ya notlarda, ya da bir kısmı hafızanızda kalıyor. Zaman böyle akıp gidiyor. Bazen iki siyasetçi arasındaki gerilimi görüyorsun. Ama o ikisi de yazmayacağınıza güvenerek sizin yanınızda o kavgayı ediyor.
- Nasıl yazmadan duruyorsunuz?
Başbakan Turgut Özal Amerika’da ameliyat oldu. Başbakanlığa Kaya Erdem vekalet etti. Kaya Erdem’i ben Şeker Fabrikası müdürlüğünden, Maliye’deki yüksek bürokratlık döneminden, 1980 öncesinden bilirim. Kaya Bey ile Meclis’te karşılaştım. Sohbet ettik, koluma girdi. Yukarıya Bakanlar Kurulu odasına doğru çıktık. ’Hayırdır’ dedim, ’Başbakan yok, ben de Başbakan’a vekalet ediyorum. Kısa bir Bakanlar Kurulu toplantısı yapacağız, sen de gel’ dedi. ’Efendim Bakanlar Kurulu devletin en mahrem makamlarından biri’ dedim. ’Yok yok, sen yabancı değilsin’ dedi. Ben de gittim oturdum.
- Sizden başka Bakanlar Kurulu’na giren gazeteci var mı?
Yok, sanmıyorum. İki saat sonra dışarı çıktık, bütün medya dışarıda. Bir kısmı, ’Ağabey atladık mı?’, bir kısmı, ’Ağabey ne oldu, anlatsana’ diyor. Tek kelime yazmadım, tek kelime de kimseye anlatmadım.
- Nasıl oluyor Bakanlar Kurulu toplantıları, espri yapılıyor mu?
Cavit Kavak esprili bir insandır. Bir emekli general vardı, Abdullah Tenekeci. Bunlar, ’Paşa uçak uçurabilir, uçuramaz’ diye takılıyorlar. Paşa dedi ki, ’Ya hepiniz cahilsiniz. Yavuz sen benim nasıl uçak kullandığımı gördün, anlat.’ Ben dedim ki, ’Paşa haklı, gerçekten tanığı oldum, bir Airbus ile Uzakdoğu seyahatindeydik. Sayın Abdullah Tenekeci beni kokpite davet etti. Orada ben gördüm uçak kullandığını.’ Halbuki uçak kullanmadı orada. Paşanın çok hoşuna gitti. Bakanlar Kurulu’nda tartışılan konulardan biri buydu, bir-iki de enflasyon konuşulmuştu işte.
- Modası geçmeyen gazeteci olmanın sırrı nedir?
Benim köşemde tekzip görmezsiniz bu bir. İkincisi herkes kötü ya da herkes iyi değil. Siyasi iktidarların ya da yöneticilerin doğru yapanları olduğu gibi yanlış yapanları da vardır. Her ikisini de yazarsınız. Yazarken de kırk türlü hesaba dönmezsiniz. Bir de size güvenenlere yalan söylemezsiniz.
TRİBÜNDEN 28 ŞUBAT’A
- Mesele güven vermek yani?
Bir gün maça gittim. Hava buz gibi soğuktu. 19 Mayıs Stadı’nda Gençlerbirliği-Altay maçı vardı. Doğrudan şeref tribününe girdim. Oraya siyasetçiler geliyor, sohbet imkanı doğuyor. Gittim İlhan Cavcav, Ankara Valisi, bir-iki de siyasetçi var. Şeref tribünün yukarısından siyah paltolu, gözlüklü, kasketli biri el sallıyor. Ben tanımadım ama el salladım. ’Yanıma gel’ diye işaret edip, yanını gösterdi. ’Yok buraya oturacağım’ deyince, o yine ’Sen gel’ diye ısrar etti.
- Ama siz hala tanımadınız değil mi?
Yok tanımadım. Çok ısrar edince gittim. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’ydı karşımda duran. ’Paşam hayırdır’ dedim. Altaylıymış, maçı izlemeye gelmiş. ’Paşam işler nasıl gidiyor?’ diye sordum. ’28 Şubat’ta görürsün nasıl gittiğini’ dedi.
- Tarih ne bunu söylerken?
28 Şubat’tan bir hafta öncesi. ’Ne olacak 28 Şubat’ta’ dedim. ’Canına okuyacağız bunların, kıyameti koparacağız’ dedi. 28 Şubat’ta toplanacak MGK’nın, Türkiye tarihinin en önemli MGK’sı olacağını, Erbakan’la kavgaları olduğunu söyledi. Maç bitti gazeteye geldim, Derya Sazak’ı aradım. Biz Milliyet’te manşeti çektik. Yani 28 Şubat’ı Türk medyası benden öğrenmiştir.
- Güven Erkaya’nın ismini verdiniz mi?
Hayır, hiç bahsetmedim, o benim kaynağımdı. O yaz, Güven Erkaya emekliye ayrılacaktı. Ben de Bodrum’daydım. Güven Paşa’nın da Bodrum’da olduğunu öğrendim, görüştük. Evine gittim, masanın üzeri evrak dolu. Bir baktım 28 Şubat tutanakları. Konuşmalar, ne var ne yok hepsi çarşaf çarşaf önümde. Bu, Milliyet Gazetesi’nin yayıncılıkla tiraj aldığı olaydır.
- Kimse tepki vermedi mi?
Üç-dört gün sonra yazı dizisi devam ederken Başbakan Mesut Yılmaz aradı, ’Bu yazı dizisini kesin. Suç işliyorsun’ dedi. Ben de ’Suç işliyorsam savcılar var’ dedim. ’Sen galiba Başbakan’la konuştuğunun farkında değilsin. Senin hakkında dava çoktan açılacaktı da seninle beraber komutan hakkında da açılması gerekiyordu’ dedi.
DOSTLUKLAR SIKINTILI DÖNEMLERDE BAŞLADI
- Tamam da, neden Güven Erkaya size veriyor bu belgeleri ya da Bakanlar Kurulu’na neden siz alınıyorsunuz?
12 Eylül’den sonra, Süleyman Demirel’i aradım, Bülent Ecevit’i aradım. Necmettin Erbakan’ı aradım, Alparslan Türkeş’i aradım. Bir defa değil, defalarca aradım. Hapisteydiler, hapisten çıktılar yine aradım. ’Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sordum. Çok kişi bana bozuldu. ’Bunlardan bir köy, kasaba olmaz’ diyorlardı. Bir insan köy, kasaba olur diye aranmaz. Düşmez kalkmaz bir Allah. Zor durumda bir insanı arayıp, ’Efendim sizin için yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sormak insanlık görevidir. Daha sonra o kişiler çıktılar, değişik devlet görevlerine geldiler. Dostluğumuz ilerleyerek devam etti. ’Yavuz Donat’ın Demirel’le arası iyi’ diyorlar. İşte bu dostluklar, o sıkıntılı dönemlerde başladı.
- Peki, bugün Ergenekon’dan içeride yatanlarla aynı sıkıntılı dönemi paylaştınız mı?
Geçenlerde Doğu Perinçek’ten bir mektup geldi. Nereden kafasına takıldıysa bir-iki olay anlatıyor. O genç bir siyasetçi, miting yapıyorlar. Ben o yürüyüşü izliyorum. Gençlik anıları... Ben babası Sadık Perinçek’i tanırım. Yine referandum öncesi gezilerimizden birinde Kemaliye’ye gittik. Kemaliye’nin Apçağa Köyü Doğu Perinçek’in köyüdür. Sadık Perinçek Caddesi tabelasının resmini çektim. Bu resimleri bir zarfa koyup, Silivri’ye gönderdim. ’Köyünün sana selamı var, köyün seni özlemiş’ diye yazdım. Balbay benim canımdır ciğerimdir. Bir de gidenlerle Mehmet Haberal’a selam gönderdim. Bizde emeği var.
- Süleyman Demirel de Zincirbozan’a gönderileceğini sizden öğrendi, değil mi?
12 Eylül dönemi. O dönemin dört yıldızlı, orgeneraline sordum. Dedim ki, ’Siz bu parti başkanlarını sürgüne göndermeyi düşünüyor musunuz?’ O orgeneral, Birden sertleşti, ’Ne saçmalıyorsun?’ dedi. Ben de ’Allahaısmarladık’ dedim, kalktım. ’Bir dakika nereye kalkıyorsun’ diye tepki gösterdi. Aradan bir hafta geçti, geçmedi. Arayan o. Telefonda ’Kar eden şirket kapanacak’ diye bir şey söylüyor. ’Yanlış bir yeri aradınız herhalde, ben Yavuz Donat’ dedim. ’Geçen gün de saçma sapan konuştun. Hem soru soruyorsun, hem cevabını dinlemiyorsun. Kar eden şirket kapanacak’ diye tekrarladı. Demokrasiye dönüş kararı alınmış, partiler kurulmuş. Herkes akın akın Demirel’in arkasından gidiyor. Kar eden şirket o. Paşa’ya dedim ki, ’Büyük hissedara bir şey olacak mı?’ ’Seyahate çıkacak’ dedi. ’Pasaport gerekir mi?’ diye sordum, ’Gerekmez’ dedi. ’Nereye gider’ dedim, ’Kendileri Çanakkale taraflarını sever’ diyerek telefonu pat diye kapattı. Demirel’i aradım, her şeyi anlattım.
- Herkes her şeyi nasıl sizden öğreniyor?
Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olacağını yazdığımda kendisinin bile haberi yoktu. Sahada 90 dakika koşarsanız ayağınıza top gelir.
- Kılıçdaroğlu’nda bu iddiayı görüyor musunuz?
Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye bir hareket getirdiği kesin. Partisi genel başkanın gerisinde. Şimdi şehirlinin biri köy yolunda yürüyor. Orada yaşlı bir köylü var. Şehirli, ’Amca ben falanca köye ne kadar zamanda giderim?’ diye soruyor. ’Amca sağır mısın ne kadar zamanda gidiyorum?’ diye tekrarlıyor. Adam ona ters ters bakıyor. Şehirli de yürümeye devam ediyor. 100 metre yürüdükten sonra köylü arkasından sesleniyor, ’Bey bey, bu yürüyüşle şu kadar zamanda gidersin!’ Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü bir görelim.
- Kılıçdaroğlu’nun oy kullanamaması...Artık böyle mi hatırlanacak?
Bir liderin kariyerini tek olaya bağlamak mümkün değildir. Ama kariyerindeki önemli olaylardan biridir. Bu unutulmaz, zaman zaman başına kakılır. CHP’nin kadro sorunu çektiğini düşünüyorum. Genel Başkan oyunu hangi sandıkta kullanacak, o sandığa en yakın mesafede hangi simitçi var, kebapçı, çorbacı var. Onları da bilecek. Siyaset biraz da şovdur. Oy kullandıktan sonra belki de simitçiye yürüyecek. Bunlar önceden planlanmalıdır.
ERDOĞAN’IN GÜCÜ, SÜKSESİ, POPÜLARİTESİ
- Ağrı’dan yüzde 90’ın üzerinde ’Evet’ çıkacak dediniz, çıktı. Menderes’in doğduğu köyde ’Hayır’ı gördünüz. Oylar neye göre kullanılıyor?
25 Mart’ta yazıyı yazdım. ’Eğer referanduma gidilirse Ağrı’da çıkacak oylar yüzde 90’ın üzerinde olur’ dedim. Aydın’ın Çakırbeyli Köyü. Adnan Menderes’in doğduğu köy. Bu seçim kampanyasını Tayyip Bey, Adnan Menderes sevgisi üzerine kurdu. Referandumdan bir gün önce şu yazıyı yazdım. Çakırbeyli Köyü ’hayır’ diyor. Benden çok gezen gazeteci yoktur. Çok kişiyi tanırım.
- Ağrı en fakir il, ’evet’ diyor. Menderes’in köyünden ’hayır’ çıkıyor. Bunu neye bağladınız?
Tayyip Erdoğan’ın gücü, süksesi, popülaritesi AK Parti tüzel kişiliğinin kat kat ilerisinde bu birinci gerçek. Ağrılı şöyle düşündü. En yüksek oyu ben verirsem, Başbakan da beni kırmaz, bizim burada istihdam yaratır. Değişik duygular. En fakir illerden biri Erzurum. Ama ’evet’ çıktı. Çünkü 2011’de Kış Olimpiyatları orada yapılacak. Başbakan 600 milyar lira göndermiş. Burayı seviyor. Bu, Erzurum’un kaderini değiştirecek bir olaydır, öyleyse anayasaya ’evet.’ Hepsinin kendine göre hesabı var.
- Nedir Tayyip Erdoğan’ın sırrı?
Orhan Baba, İbo, Adnan Şenses, Müslüm Baba... Bunlar şarkı söylerken damardan giriyorsa, Tayyip Erdoğan da seçmene damardan giriyor.
- O damar nedir?
O damar çocukluğundan itibaren siyasetin içinde olması. Korkmaması, kokusundan rahatsız olmayıp sarılması, gerektiğinde tersleyip, gerektiğinde sarılması. Siyasetçi halkın içinde olduğu sürece kazanır.
- Şimdi başkanlık sistemi tartışılıyor. Siz bu tartışmanın hangi noktasındasınız. Olmalı mı?
Başkanlık sistemi tartışılmalı. O tartışmanın sonunda konsensus oluşursa olur. Turgut Özal da Süleyman Demirel de istedi başkanlık sistemini. İkisi de yararlarını anlattılar. Eğer bir sistem gerekiyorsa ülke için gerekiyor, kişiler için değil. Başkanlık sisteminde karar kılınırsa Çankaya’ya kim çıkarsa çıksın Türkiye’nin yönü bellidir. Türkiye kendi yönünde yürür. Bugün itibariyla böyle bir ortam görmüyorum. Türkiye’de oturmuş bir parlamenter sistem var. Çankaya’ya Tayyip Bey çıktı diyelim, yerine gelecek zayıf bir profil olur.
İKİ KEŞİF: EMİN ÇÖLAŞAN VE ERMAN TOROĞLU
Akşam’da madalyonun tersi diye bir köşem vardı. Bir gün öğle saatlerinde genç biri geldi. ’Planlama Teşkilatı’nda uzmanım’ dedi. ’Adın ne?’ dedim, ’Emin Çölaşan’ dedi. ’Bu planlamayı takunyalılar bastı’ dedi. Namaz kılanlar, seccade serenler... Turgut Özal’ın, Nevzat Yalçıntaş’ın adını verdi. ’Elinden yazı gelir mi?’ diye sordum. Bir hafta sonra iki yazıyla geldi. Gazetenin ikincisi sayfasına ’DPT’de neler oluyor?’ başlığıyla koyduk. Öğle saatlerinde Emin, ’Yandım bittim’ diyerek odama girdi. ’Beni Nevzat Yalçıntaş çağırdı. Bu suçtur. Kovulmayı hak ettin ama genç bir insansın. Tekerrür etmesi halinde kovulacaksın’ demiş. Baskı altında olduğunu, ikinci kez yazının çıkmasını istemediğini söyledi. Şimdi o saatten sonra hangi yazıyı koyacağız, başka işimiz mi yok. Aynen bastık Emin’in yazısını. Bu defa yazar köşesine, ’Bu yazıyı yazan, yazdığı konuda baskı altındadır, ismi çıkarsa işine son verilecektir, o yüzden isimsiz yayınlıyoruz’ yazdık. Ama yazının başlığı ’DPT’de Neler Oluyor 2...’ O yazı çıktı. Emin’i kovdular. Ben Emin’i kovdurmasaydım, şu anda DPT’den emekli Emin Efendi olurdu. Kovdurduk, Türkiye’nin şöhretli yazarlarından biri oldu.
Tercüman’da yöneticiyim. Bizim spor servisinden arkadaşlar geldiler. ’Bir ricamız var. Bu arkadaş bizde spor yazısı yazmak istiyor’ dediler. ’Anlar mı bu işten?’ dedim, anlayacağını söylediler. ’Para, pul ve kadro veremem’ dedim. Kabul etti. ’Peki, kadro istemiyorsun, para istemiyorsun, sen bizim gazetenin adını mı kullanacaksın?’ diye sordum, ona şans vermemi istedi. ’Gir başla Erman Toroğlu’ dedim, iddiası olan adamı severim.