14 Şub 2012 23:21 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:20

ERDOĞAN GÜLEN CEMAATİ'NİN ÇOK YÜKSELMESİNİ İSTEMEZ!

Milliyet yazarı Hasan Cemal, Habertürk TV'de Pelin Çift'in sunduğu Medyakritik programının konuğuydu.

Hasan Cemal, MİT yöneticilerinin KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağrılmasıyla başlayan, savcının ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli şube müdürleri ile Emniyet Müdür Yardımcısı’nın Ankara’ya tayiniyle devam eden ve son olarak hükümetle muhalefeti karşı karşıya getiren ’MİT Kanunu’nda değişiklik önerisi’ konularında Çift’in sorularını yanıtladı.

Hasan Cemal’in açıklamaları şu şekilde:

"ASKERE DOKUNUNCA İYİ DE MİT’E DOKUNCA KÖTÜ MÜ?"

"MİT yöneticilerine soruşturma hamlesini ben siyaset penceresinden bakarak eleştirdim. Bu soruşturmayı Kürt meselesiyle ilgili belli bir anlayışı zora sokmak ve çözüm yolunu kesmek gibi değerlendirdim. Bir diğer nokta; MİT’in ve Başbakan’ın görev verdiği kişilerin dünyanın her yerinde örgütlerle bu tür girişimleri vardır. Bu bakımdan savcıların bu girişimini doğru karşılamıyorum. Bu, işin bir tarafı. Ama bir de işin diğer yönü var. Yargı bağımsızlığından söz ediyoruz biz. Bu yargı ve savcılar, askere dokununca iyi de Başbakan’ın yetki verdiği ve ’harcatmam’ dediği yüksek bürokrata dokununca kötü mü? Bu soru ister istemez aklımıza geliyor. Ya da Şemdinli davası zamanında Büyükanıt Paşa’ya dokunan savcı, apar topar görevinden alındı ve bu eleştirildi. Bugün MİT yöneticilerine dokunmak isteyen savcı görevden alınınca bu iyi mi oluyor? Tam MİT Müsteşarı’na dokunulduğu anda, bunlara dokunmanın yolunu kapatacak bir yasal değişikliğin apar topar Meclis’e getirilmesi nasıl yorumlanabilir? Ergenekon, Balyoz ve KCK operasyonlarını yürüten ve MİT soruşturmasına zemin hazırlayan iki önemli polisin görevbden alın masını nasıl izah edebilirsiniz?

Savcılar, "Biz MİT konusundaki soruşturmayı MİT mensupları kendi görev alanlarının dışına çıktığı için yapıyoruz" diyor. E ne yapacaksınız? Onlar görev alanının dışına çıktığı vakit, hukukla kendilerini bağlı hissetmeyecekler mi? Devlet hukuka bağlı değil midir? Biz her zaman Susurluk ya da Andıç konusunda askeri eleştirirken, ’Siyasete karışmak senin görevin değil, sana da hukuk dokunacaktır’ söylemini makul karşılıyorduk. Ya burada da böyleyse... Ya burada MİT’çiler kendi görev alanlarının dışına çıktılarsa ki; geçmişte bunun çok örneği var. O zaman savcılar hareketsiz mi kalsın? Ben şimdi şeytanın avukatlığını yapıyorum biraz da...

Bu savcıları ve polisi geçmişteki Ergenekon ve Balyoz davalarında çok destekledim. Türkiye’de eğer hukukun üstünlüğü ve demokrasi yerli yerine oturacaksa, askerin siyasetle bağının koparılması gerektiğini savundum. O açıdan da polis-savcı-yargı işbirliğini çok önemsedim. Fakat aynı grup, aynı zamanda birtakım hatalar da yaptı. Bu hatalarla Balyoz ve Ergenekon davaları itibarsızlaştırıldı, sulandırıldı. Bir de KCK operasyonları var. Orada da aynı şeyler oldu. Bu tartışmaları yapmadan Türkiye’de biz hukukun üstünlüğünü oturtmakta zorlanırız.

"YARGININ ÜZERİNDE DEMOKLES’İN KILICI OLMAMALI"

Siyasi irade Demokles’in Kılıcı gibi yargının üzerinde sallanırsa, elbette demokratik hukuk devletinden kolay kolay söz edemeyiz. Ama bundan hareketle yapılan bazı muhalif çıkışlar da biraz abartılı olabilir. Ama Türkiye’de bugün özel yetkili mahkemeler ve özel yetkili savcılar eleştiri konusu. Ve bunlara yönelik elkeştirilerde gerçeklik payı da var. Fakat bunu savunanlar da diyorlar ki; ’Özel yetkili mahkemeler ve savcılar olmasaydı, biz Ergenekon ve Balyoz
davalarıında bir yere gidemezdik.’Ama bu dar bir bakış açısı. Demokrasiye engel olan asker frenini kaldırıp yerine sivil frenini koyarsan, bu da otoriterleşme demektir.

"KÜRT SORUNU SİLAHLA ÇÖZÜLEMEZ"

Ben MİT olayı patladığı günden bu yana bir noktayı belirttim hep... Genel demokratikleşme konusu, Kürt meselesinin ele alınışı ve o konudaki demokratikleşme adımları, hapisteki gazeteciler konularında yasal düzenlemeler yeni anayasada ele alınmalı. Bütün bunlarla birlikte Türkiye’de hukuk devleti de yerli yerine oturmaya başlar.

Bu olay nerede patladı? Oslo süreciyle patladı... Oslo süreci nedir? Kürt sorunu bağlamında silahı devreden çıkarmak, PKK’yı dağdan indirmek üzerine kurulu. Mesele buradan çıktı ve burada düğümleniyor. Biz bu meseleyi çözmek istiyorsak bunun köküne gitmeliyiz. Hakikaten silahların sustuğu bir ortamda çareyi düşünmek,Türkiye’yi demokratikleştimek ve hukukun üstünlüğü anlayışına oturtmak hedeflenmeli. Bu da yeni anayasayı ciddiye almaktan geçiyor. Bunu yapmazsak, Başbakan Erdoğan MİT Yasası’nın değiştirilmesiyle yetki alır, soruşturma iznini vermez, yarın verir. Buradaki tercihler nedir? Bu tercihleri verirken hukuka ne kadar uygun olur?
Yargı ne kadar bağımsız olabilir? Esas yapıyı kurarken, hukuk kurallarını yargıya da devlete de idareye de askere de geçerli bir şekilde inşa etmek gerekir. Böyle bir hukuk yapısını da kurduktan sonra yargı mensularına da artık bu kurallar içinde, hukuku da iyi bilen, demokrasi kültürünü özümsemiş kişiler olarak güvenmekten başka çaremiz olmayacak. Bu da bazen yanlış olacak bazen de doğru olacak. Ama yanlışları en aza indirecek düzeni kurmamız lazım.

PKK ile mücadelenin son 30 yılında devletin söylemi, "Ben teröristleri dağlardan temizlerim" şeklindeydi. Devlet karşısında örgüt de silahı, şiddeti, terör eylemlerini benimseyip o da devlete ve yurttaşlara saldırıyor. Fakat devletin bu politikası örgütü zayıflatmış değil. Darbe indiriyor evet ama o örgüt halen yaşıyor. Her seferinde devlet "Örgütün dağlarda 5 bin silahlı adamı var" açıklaması yapar. O 5 bin kişi hep orada. KCK temzileniyor diyorlar, 2.5 milyon oy alıyorlar. Demek ki burada bir yanlış var. Sorun silahla, şiddetle çözülemiyor. Ben, silahın devrinin tamamlandığını düşünüyorum. Bu çağrımı da en başta PKK’ya yapıyorum çoğu zaman. Ama devletin içinde kafalar karışık. Oslo görüşmelerine giden süreçte bir kesim, "Ben bir yandan silahı bırakmayacağım ama işi diyalog yoluyla da çözmenin yollarını arayayım" dedi. 2005 yılından itibaren hükümet ve özellikle MİT müsteşarları ile Öcalan, asker tekelinden bir yerde kurtuldu. İlk kez Emre Taner bir sivil olarak 2005 yılında Öcalan’la görüşmüştü. Asker 99’dan 2005’e kadar asker Öcalan’ı hiçbir siville görüştürmemiştir. 2005’ten itibaren böyle bir diyalog süreci başladı. Protokoller hazırlandı, PKK’yı dağdan indirmenin formülleri konuşuldu. Fakat devletin içinde buna karşı olanlar da vardı. PKK’nın içinde de karşı olanlar vardı. KCK operasyonlarıyla birlikte hükümet de bu çizgiye girdi. "Ben önce PKK’yı hallederim, Kürt sorununa sonra bakarım" dedi. Fakat bu zor iş. Bu 90’larda denendi, o zaman olmayan şimdi nasıl olacak? Devlet bu yolda ilerliyor.

"MİT, SÜTTEN ÇIKMIŞ AK KAŞIK DEĞİL"

Bunun kavgası tepede de patladı. İktidar. savcıların, görev alanından çıktığı için görevden alındığını söylüyor. Savcılar da MİT’çiler görev alanının dışına çıktı diyor. Kime inanacağız?
Şeytanın avukatlığını yapıp şöyle de düşünebiliriz... MİT sütten çıkmış ak kaşık değil. Kendi görev alanının dışına geçmişte birçok kez çıktı. O zaman ne yapacağız bu durumda? Çizgiyi nereden çekeceğiz? Görev sınırı nereden tanımlanacak?

"CEMAAT İKTİDARLA ÇATIŞMAK İSTEMEZ, BİR YERDE DURUR"

Ben yazılarımda Gülen Cemaati konularına girmekten kaçındım hep. Çünkü o dünyanın içinde de farklı görüşler ve ciddi çatışmalar var. Başbakan Erdoğan ve yakın çevresi, Fethullah Gülen Cemaati’nin ne olup ne olmadığını, taleplerini çok yakından biliyorlar. Gülen Cemaati’nin çok fazla yükselmesini ve ilerlemesini Başbakan Erdoğan istemez. Onu bir yerde sınırlamak ister. Gülen Cemaati’nin ben devletle, iktidarla çatışmak isteyeceğini sanmıyorum. Eleştirel sesler hep olmuştur ama gün gelince cemaat orada durmuştur gibi geliyor bana." (Habertürk)