Enver Aysever'den şok suçlama: CNN Türk'teyken 'Ahmet Hakan bana ayak oyunu yaptı!'
Gazeteci yazar Enver Aysever, Armağan Çağlayan'a açıklamalarda bulundu.
Gazeteci yazar ve televizyoncu kimliği ile tanınan Enver Aysever
Radikal gazetesinin kapanması sonrası Nokta dergisinde röportajlar
yapmaya devam eden Armağan Çağlayan'a konuştu.
Enver Aysever'i Türkiye gerçek anlamda CNN Türk'teki Aykırı Sorular
programıyla tanıdı. "Aykırı Sorular'ın kaldırılması çok açık bir
biçimde siyasi olarak iktidarın hoşlanmamasından" diyen Aysever,
Erdoğan'ın programda popüler kişilerin siyaset figürü haline
gelmesinin hiç hoş sonuçları olmayacağı düşüncesini yönetime
ulaştırdığını söyledi.
"Sizin yakınınızdaki insanlar da bu iklimden faydalanıp ayak oyunu
yaparlar" diyen Aysever, "Mesela bana bunu somut bir şekilde yapan
Ahmet Hakan oldu. Somut yaptı. Yazdı. Çıktı... (...) Derin CNN var
mı? Var. Her kurumda var. Yani onlar kovulmaz, atılmaz, ölmez,
kaybolmaz. Hep orada olurlar. Bazen görünür olurlar bazen görünmez
olurlar" dedi.
"Yetmez Ama Evetçilerin topluma bir özür borcu olduğunu söyleyen
Aysever, Hürriyet'in Abdülkadir Selvi transferi için de "yanlış
değil" deyip ekledi: "Şöyle diyebilirler; Kardeşim Türkiye'de
muhafazakar bir iktidar var ve onun ispiyoncusu ya da kulağımıza
fısıldayıcısı Abdulkadir Bey..."
Bu röportaj yayınlandığında Başbakan belli olacak Enver
Bey. Önce tahmininizi alayım. Kim Başbakan olacak?
Şimdi buna bir soruyla cevap vermek istiyorum ben. Benim gibi bir
yurttaş için kimin Başbakan olduğu benim kaderimi değiştirmiyor.
Ama Başbakan olacak için çok ciddi bir sorun var. Başbakan olan şu
tarifi kabul etmiş olacak. Bir; ben en yakınlarınca sırtından
hançerlenecek derecede kullanışlı biriyim demiş olacak. İki; asla
bugüne kadar tarif edilmiş Başbakanlık, hükümet başkanlığını
yapmayacağını taahütte bulunmuş olacak. Üç; biçim olarak uygun
görülen bıyığa sahip, kişilik olarak “düşük profilliyim” diyecek.
Şimdi şöyle bir tahlil yapmış olabiliriz. Numan Kurtulmuş Bey
mesela olsa. Ben Numan Kurtulmuş beyi şahsi olarak yayınlardan
tanımış birisi olarak Harun-Karun meselesini düşünürüm. Başbakan
olsa şaşırmam. Niye? Zaten söylediğinden bugün vazgeçmiş durumda.
Elimizde belgeli. Mesela Tuğrul Türkeş bey olsa zaten "vallahi de
billahi de o TIR'lar Türkmenlere gitmiyordu" diye yemin etmiş bir
kimse, bir günde parti, babasının partisinden vazgeçmiş birisi, dün
akşamda röportaj tarihini göz önünde bulundurarak Devlet Bahçeli
beyle kanka oldu. Şaşırmam. Binali Yıldırım dediğimiz vakit. Binali
Yıldırım şöyle bir çizgiyi bize gösterdi; "Ben zaten öteden beri
partinin içinde Davutoğlu'ndan sorumlu devlet bakanıydım" dedi. Ne
demek? Yani "Başbakan nasıl adım atıyor? Ben onu kontrol ederim"
diyen bir kişiydi. Yalçın Akdoğan falan olacağını da zannetmiyorum.
O zaman önümüze şöyle bir tablo çıkıyor. Temayül yoklaması denen
ama aslında bu yoklamanın Saray'dan saptandığı ve bizim gibi
sıradan yurttaşlarının da hayatını etkilemeyecek, düşük profilli
olmayı kabul etmiş ama bu memleket açısından fiili başkanlık
düzenini temsil edecek birisi olacak. Şimdi tahminime gelirsek
bence doğalı bir Şehzade ataması yapılması. Bilal olamayacağı için
de damatın olması gerekiyor. Normal koşullarda. O yüzden ben Berat
Bey olmayacaksa da ona vekaleten birini düşünüyorum. Bu da ara
dönem olabilir. Binali Yıldırım bey uygun gibi görünüyor
davranışıyla.
“Aykırı Sorular” Türkiye'de televizyon kanallarının gelmiş
geçmiş en çok ses getiren programlardan bir tanesiydi. Bitme sebebi
sizin yorulmanız falan mı yoksa başka bir şey mi?
İki cevap vereyim buna. Birincisi şu. Sen, benden çok daha iyi
bilirsin neden bittiğini. Televizyonculuğun kendi içinde,
siyasetten bağımsız olan derin televizyon yapılanmaları var.
Entrika. Haber kanallarında da bunlar diridir ama oradaki kavgalar
daha az oluyormuş gibi durur. Oysa ki orada da kavga var. Bir kere
Aykırı Sorular'ın kaldırılması çok açık bir biçimde siyasi olarak
iktidarın hoşlanmamasından. İsim vermeyeceğim ama, şuan ki
Cumhurbaşkanı'nın bizim formatımızdan hoşlanmadığı, yani benim
sorduğum sorular karşısında, ülkenin çok farklı isimlerinin,
örneğin Huysuz Virjin'inden Metin Akpınar'ına kadar, Zeki
Alasya'sından Pınar Altuğ'una kadar yani beklenmedik isimleri de
siyasallaştırdığım için bunun hiç hoş sonuçlar vermeyeceğini
söylemiş, bu benim o gün çalıştığım grubu derinden rahatsız
etmişti. Birincisi buydu.
İkincisi bence daha önemli. Bazen de yine bunu çok iyi bildiğiniz
bir şey olduğunu düşünüyorum. Sizin yakınınızdaki insanlar da bu
iklimden faydalanıp ayak oyunu yaparlar. Mesela bana bunu somut bir
şekilde yapan Ahmet Hakan oldu. Somut yaptı. Yazdı. Çıktı.
Dolayısıyla CNN Türk'te Aykırı Sorular gibi en olmayacak saatte
20.45'te 21.05 arasında 20 dakika sıkışmış bir yerde bu kadar
gündem yaratan bir şeyi derin CNN kadrolarını rahatsız etti. Derin
CNN var mı? Var. Her kurumda var. Yani onlar kovulmaz, atılmaz,
ölmez, kaybolmaz. Hep orada olurlar. Bazen görünür olurlar bazen
görünmez olurlar.
Burada radikal bir şey söyleyeceğim. Mesela Abdülkadir Selvi
transferi yanlış değil. Neden yanlış değil? Çünkü devir onların
devri. Kulis bilgisini de o verebilir. Hiçbir başka gazeteci
veremez. Ama mesela Akif Beki transferi doğru mudur? Bana
sorarsanız değildir. Çünkü hiçbir yeteneği, bilgisi yoktu.
Alamıyordu. Kötü insan olduğu için demiyorum. Yok sayılmıştı.
Dolayısıyla şöyle diyebilirler. "Kardeşim Türkiye'de muhafazakar
bir iktidar var ve onun ispiyoncusu ya da kulağımıza fısıldayıcısı
Abdulkadir Bey". Bunu anlarım.
KENDİMİ MARKSİST OLARAK GÖRÜRÜM
Kendinizi “solcu” olarak mı , “Kemalist solcu” olarak mı, yoksa
“ulusalcı” olarak mı tanımlıyorsunuz?
Ben ulusalcı değilim, çünkü ulusalcılık, milliyetçiliktir. Ben
Cumhuriyet Gazetesi'nde “Milliyetçilik ilkelliktir” diye yazdığım
için kovuldum aslında. İlk yazımdı. Yurtseverlik başka bir şey. Ben
bu topraklara ait hissediyorum kendimi ve bu topraklarda Hrant
Dink'in de benimle eşit olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bir Arap
Alevisi ailenin çocuğuyum. Dolayısıyla bir Ermeni ile bir Alevi'nin
Türkiye'de kaderi aynıdır. O halde benim Türkiye'nin resmi
ideolojisi olan erkek, Türk, Sünni, Hanefi ideolojisine uygun olmam
mümkün değil. Erkeklik bölümü çok önemli olmamakla birlikte evet
içinde bulunduğum durumu tarif ediyor. Ama soldan bakan Alevi bir
aileden gelen kimse olarak benim durumum Türkiye için iyi bir durum
değil. Milliyetçilik benim mücadele etmem gereken bir kavram. Ben
kendimi Marksist olarak görürüm. Marksizmin sınıfsal verilerle
tartışılması gerektiğini düşünürüm. Bugün biz laiklik dediğimizde
"siz ulusalcınız, darbecisiniz" diyenler, en çok laiklik diyen
insanlar haline geldi. Ben sosyoloji mezunuyum. Bizi eleştirenler
hep bir şeyin ucundan, Türkan hocayı savunmak ulusalcılıktı. Bugün
herkes Türkan Saylan'ı savunuyor mesela.
Ama çok sapla saman birbirine karışıyor...
Ama burada benim kabahatim yok ki. Bu hep Yetmez Ama Evetçiler'in
Türkiye'nin kafasını karıştırması. “Yetmez Ama Evet”çilerin
Türkiye'de yapması gereken bir tek şey var? Ortak bir bildiri
yayınlayıp, "Biz hata ettik. Pişmanız ve uzun bir süre susmak
zorundayız. Çünkü söylediğimiz her şey yanlış çıktı” demeleri .
Yani “Laikçi teyzeler” siyaseti onlardan daha iyi okudu.
Şöyle bir şey yok mu? Biz de hayatımızda hatalar
yaparız.
Hayır orada çok derin bir fark var. O fark şu: bir insanın seçmen
olarak gösterdiği tavır ile kanaat önderi, siyasal yorumcu,
siyasetçi ya da sanatçı olarak gösterdiği tavır arasında toplumsal
etki olarak fark vardır. Şimdi tam olarak şunu söylüyorum. Ben
ekrana çıkıyorum ve fikir söylüyorum. Televizyonda olduğum için
milyonlarca insanda etki oluyor tartışma programında. Şimdi ben
inançla ve hararetle savunduğum bir meseleyi gerçekten araştırıp,
entelektül olarak temellendirip, düşünsel olarak sağına soluna
bakmaksızın sonra yanıldım diyorsam bedelini ödemekle yükümlüyüm.
Yani Adalet Ağaoğlu'nun bizi kandırdılar deme hakkı yok. Son derece
deneyimli bir yazar. Sezen Aksu'nun bizi kandırdılar deme hakkı
yok. Zaten demiyor da. Ya da bunun gibi bugün liberallerin 'ya bize
demokrasi sözü verdiler, böyle olduk' deme hakkı yok. Şimdi o
günler bir hatırlayalım. Türkiye'nin en önemli düşünce adamları, en
önemli karşıt görüşte bile önemli olduğu düşünürleri, hukukçuları
aynı şeyleri söyler. Kimdi? Sami Selçuk'la Erdoğan Hoca...
HSYK yapısı değişecek diye kendini yırttı?
Yırttı ama Sami Selçuk Star Gazetesi'nden bundan dolayı kovuldu.
Yani onların da saygı duyduğu bir isimdi. Şimdi dönüyor Ergun
Özbudun idi, onların teorisyenleri ve 'biz kandırıldık.' Yahu bir
Anayasa Profesörü kandırıldık deme hakkına sahip mi? O zaman şöyle
bir şey oluyor. Bir bina yapıyor. Bir mühendis bina yapıyor. Bina
çöküyor ve sen yanlış hesaplamışım diyorsun. İyi misiniz? Siyaseten
yanlış hüküm veren herkes bedel ödemekle yükümlüdür. Yani ben
burada seçmen olarak yanlış tavır almakla toplumu ikna etme
noktasında, birde bir şey eklemek istiyorum. Mesela diyelim ki
Enver ekranda 50 bin kişiyi etkileyecek güçtedir. Sezen Aksu 5
milyon kişiyi etkileyecek güçtedir.
Ben buna hiç inanmıyorum?
Ben inanıyorum. Yaşadım da. Televizyonda yaşadım. Canlı yayındayız,
Hüseyin Çelik'le tartışıyoruz. Sezen Aksu'yu refereans olarak
gösteriyor. Arkadan telefonla insanlar bağlanıyor. Bir sürü laik
aşk şarkısı ilk defa Sezen Aksu dinlemeye gidenler. Sezen hanım da
yanlış mı söyleyecek diyor. Ben gördüm bunu. Ben de inanmıyordum.
Gördüm.
Ben bir popüler kültür figürünün kanaat önderi
gibi….
Kim olduğuna bağlı. Şöyle Orhan Gencebay söz konusuysa onun etkisi
olur. Neden? 70'lerden bu tarafa Türkiye'nin gecekondu insanına
doğrudan doğmuş, sonra köy-kent dediğimiz kasabalaşma sürecinin
sesini bulmuş, tınısını bulmuş, bunun üzerine kitaplar
yazılmış. Bugün milyonlarca insan Sezen Aksu şarkılarıyla aşık
olmuştur. Sezen Aksu şarkılarıyla kederlenmiştir. Sezen Aksu,
Hadise gibi sıradan bir popçu değildir yani. Sezen Aksu daha
fazlasıdır. Sezen derse onda bir hikmet vardır diyen insanlar
mutlaka vardır. Aynı isim aynı tavrı takındığı zamanda bir güç
oluşturur. Toplumun önüne bir resim koyuyorsun. Bak diyorsun.
Popçusu da arabeskçisi de bizden yanaya geliyor. Bunun tersini
düşünelim. Levent abi rahmetli oldu. Tarık Akan, Rutkay Aziz yan
yana gelince de duygu uyandırmıyor muydu? Ulusalcı duygusu
uyandırmıyor muydu?
Yahu dünyanın en iyi demokratları Ahmet Altan’ın çevresinde
toplanmadı mı! Yahu Ahmet Altan toplumda gazeteci olduğu için mi
büyük etki yarattı yoksa aşk kitaplarının yazarı, hayata özgür
bakan biri olarak mı etki yarattı? Milyonlarca kadının kıblesi
olmadı mı bu yüzden. İyi ya da kötü. Ben burada bir ölçüt
tartışması koymuyorum. Kaldı ki resme bakıyorsun Orhan Pamuk da
orada Sezen Aksu orada, Halil Ergün orada, Hülya Koçyiğit dilim
varmıyor ama o da orada. Şimdi bunu dediğin zaman toplum otomatik
olarak 'Enver Bey siz mi doğrusunuz? Hepimiz mi yanılıyoruz?' Enver
demiyor mu? Sonra kafalar karışıyor. Sen ulusalcı mısın yoksa solcu
musun? Çünkü biz hayır diyenlere darbeci dediler.
ERDOĞAN VE İDEOLOJİSİYLE KAVGA ETMEK KOLAY AMA!..
Yorucu değil mi? Benim işim suya yazı yazmak. Suya yazı yazarım su
akar gider. Sizin işiniz öyle değil. Çok yorucu geliyor bana.
Herkese cevap vermek, saldırılmak falan?
Bir şey soracağım? Armağan Çağlayan popüler kültürün bir parçası
iken, şimdi entelektüel bir şeyler yapmak çabasında. Çünkü onun
için de süreç daraldı. Onun için de soluk alma alanı daraldı, ve
başka yerde kendini ifade etme zarureti var. Benim asıl itirazım
şu; Recep Tayyip Erdoğan ve onun idelojisiyle kavga etmek kolay.
Ama hayatın tamamını bizim gibi alanlarda, konser salonlarında,
tiyatrolarda, meyhanelerde geçirmiş insanların “Müslüman
Demokratlar” gibi bir yalan peşine düşüp toplumu kandırması asıl
kavga edilmesi gereken bir yalandır bana göre. Bir yalan söylediler
ve toplumu ikna ettiler. Öyle değil. Karşımızda siyasal İslamcı,
Milli Görüş'ten gelen kökleri bambaşka bir yere dayanan bir iktidar
var. Bugün bunu açık ediyor. Yorucu mu? Çok yorucu. Tercih eder
miyim? Etmem. Ama bugün İstanbul'daki mimari görüntü çok yorucu
değil mi? Asıl hasta eden o değil mi? Bugün Bağdat Caddesi'ne
inemiyorum. Her sokakta 50 tane kamyon var. Bunun kasıtlı olduğunu
biliyorum. İnsanları oradan kaçırtıp yeni bir muhafazakar ümmeti
oraya yerleştirmek istiyorlar. İstanbul'u bu hale getiriyorlar.
KÜRT HAREKETİ KEMALİZM'DEN GELMEKTEDİR
Dokunulmazlıklar ne olacak sizce?
Dokunulmazlık meselesinde bence Cumhurbaşkanı çok ustaca bir taktik
uyguluyor. Referanduma gidildiği zaman Tayyip Bey’in arayıp da
bulmadığı şey. Sokaklara çıkıp 500 tane miting yapıp, işte bu
teröristlere karşı milli cephe oluşturacak. Eee bu milli cephe
içinde MHP, Doğu Perinçek falan hali bulduktan sonra kalanlar
marjinal hale gelir. İşin tuhaf tarafı bu marjinal hale gelenler
şöyle bir kadro olacak. “Yetmez Ama Evet” çiler. Saçma bir yan yana
düşme ihtimali olabilir. Bundan bu kadar da tedirginim tabi. Kürt
siyasetini parlamentodan göndermek Türkiye'nin daha önce yaşadığı
ve çok acı sonuçlar çıkardığı bir durumdur. Bu kez daha acı olur.
Çünkü Kürt sorunu artık Türkiye'nin içinde olan bir sorun değil.
Bölgesel bir sorun. Biz eğer burada bu iç savaşın daha da
derinleşmesine neden olacak bir hale gelirsek ki bence gelmiş
durumda artık Türkiye. Bunun bedelini bunu tetikleyenler de öder.
Çok ağır bir fatura olur. Yani bu başkanlık meselesi Türkiye'nin
çok acı bir sorunu şuanda. Çünkü hakiki bir sorun değil.
Bir sosyolog olarak şuanda ki Türkiye’yi nasıl
okuyorsunuz?
Hiç hak etmediği halde bir muhalif cümle kuran insan, halk
kahramanı olabiliyor. Neden? Çünkü çıt çıkmıyor. Çöl, çölde vaha
oluyor. Bir kere bunu bir tarafa koyalım. Demek ki yoğun bir
muhalefet talebi var toplumda ama bu karşılanmıyor. Bu önemli bir
sorun. İkincisi şu ezberden kurtulmak lazım. Türkiye'nin iktidar
değil muhalefet sorunu var. Buna katılmıyorum. Türkiye'de sonuç
itibariyle ister CHP, ister HDP, ister parlamento dışı deyin, ister
sokakta insan deyin itiraz eden milyonlarca insan var. Bu insanlar
bombayla, hapislerle, baskılarla korkutuldular yani. Ne yapacaklar
ki bu insanlar. O da bir ezbercilik gibi geliyor.
Gezi'de ortaya çıkan duygunun, orada milyonlarca insanın yok
olduğunu söyleyebilecek halde değiliz. Şunu söyleyebiliriz. Bezgin
diyebiliriz. Korkutulmuş, sindirilmiş diyebiliriz. Ya da
Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullardan dolayı bu insanlar
marjinalleştirilmiş ve yaşam gailesinden dolayı sistemin dışına
itilmiş diyebiliriz. Sesleri çıkmıyor ama yok olduklarını
söyleyemeyiz.
Sosyolojik olarak ben Türkiye'nin halen 'laik,' Kemalist kitlesinin
önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu hiç unutmayalım; Türkiye'de ben
Kemalist değilim diyen herkes Kemalizm’den gelmedir. Kemalizm’in
eleştirisi de Kemalizm’in içinden geliyor. Kürt Hareketi de sonuç
itibariyle Kemalizm’den gelmedir. Türkiye'de şöyle bir tuhaflık
var; Kürt Hareketi'nin eleştirel dili sanki hiç Kemalizm ile
ilişkisi yokmuş gibi ortaya konuluyor. Halbuki Kürtleri, oradaki
ulus devlet arayışı, oradaki durum bunların hiçbiri Kemalizm’in
öğretisi dışında değil sonuç itibariyle. Çünkü bu ulus devlet inşa
süreci dünyanın her yerinden aynıdır. Bunun eleştirisi de
demokrasiyle olurdu. Demokrasi çok matah bir şey olmadığı için tam
kuralları işlemediği zaman otoriterleşmeyi doğuruyor.
Sizin için matah rejim nedir demokrasi
değilse?
Benim için Sosyalist Demokrasi.
Şimdi kitap çıktı.
Çıktı.
Onunda adı Aykırı Sorular. Şimdi hayatta yaşadığımız
şeylere dair mi aykırı sorular?
Yok. Bu kitap benim bugüne kadar yaptığım ve çok haz duyduğum bir
kitap. Kitabın bir özelliği var. İçinde 167 tane soru var. Bunun
her biri aslında edebi metin. Her biri aslında deneme türünün
Montaigne'den bu tarafa gelen, Türkiye'de bir Salah Birsel, bir
Melih Cevdet geleneğine oturan, batıda başka büyük ustaların,
Roland Barthes, Walter Benjamin'in de yaptığı felsefe, şiire,
düşünceye dair metinler var. Programla hiç ilgisi yok.
Ben öyle düşündüm mesela... Hayata dair aykırı şeyler var.
Şuan yaşadığımız.
Hayata dair aykırı sorular var tabi. Ama her biri bir edebi dil
lezzetiyle oluşmuş metin. Benim çok çok arkasında ve önemsediğim
bir kitap. Adını Aykırı Sorular koymamın sebebi bir ironi
yaratmaktı. Soru sorulamıyor. Ne sorsan aykırı oluyor. Bir çölde
vaha olma hali ve ben hem kendime, memlekete ve hayata dair
sorularımı içeren, okurun okudukça bağ kurduğu şaşırdığı,
televizyonla hiç ilgisi olmadığını gördüğü bir kitap. Bundan
memnunum. Ben gazeteci yazar lafından oldum olalı rahatsız olmuşum.
Çünkü yazarlık bana göre “yaratıcı yazarlık” olarak şuan da tarif
edilen, kurmaca, üslupçu olmayı gerektiren bir yazarlık biçimidir.
Bir gazeteci aynı zamanda yazar olabilir ama her gazeteci aynı
zamanda yazar olmakla yükümlü değildir. Yani haber yazmak ile yazar
olmak arasında fark vardır. Dolayısıyla bir Melih Cevdet'in cuma
günleri Cumhuriyet Gazetesi'nde yazıp da bize bıraktığı pırıl pırıl
metinler ile bugün başı sonu belli olmayan Türkçe'den bihaber olan
insanların yazdıkları arasında bir fark var. Köşe yazıcılığı
dediğim bir garabette var. Üslupçuluktan yoksun. Aklına geleni
yazma hali. Onlardan elbette hoşlanmıyorum ve onları yazarlığa
dahil etmiyorum. O yüzden gazetecilerin yazılarını toplayıp kitap
yapmalarından da hiç hoşlanmam. Bu ölçü kaçtı. Bu kitabı ben yazar
ölçüsünde ve o gelenekten gelen birisi olarak okurla paylaşıyorum.
Eleştirilme hakkım olduğunu düşünüyorum bu terazide. Çünkü benim
15. kitabım. Bunun 3 tanesi roman. Yunus Nadi Roman Ödülü almış
birisiyim. Edebiyata dair defalarca kitap yayımlamış her hafta
Türkiye'de olmayan bir işi yapmaya çalışıyorum. Bir Gün'de tam
sayfa edebiyat yazmaya çalışıyorum her pazar. Dolayısıyla ben
edebiyata tutkun, edebiyata emek veren ve dünya edebiyatını takip
etmeye çalışan birisiyim.
Kimi severek okuyorsunuz Türk edebiyatından?
En son Barış Bıçakçı okudum ve çok sevdim. Çok güzel bir metin idi.
Bazen Şebnem İşigüzel'i çok seviyorum bazen de sevmiyorum. Çok iyi
kitaplarla çok sevmediklerimi bir yıl arayla yazıyor. O yüzden
duygularım karışık. Ama Şebnem çok iyi bir yazar bence. Özellikle
Türkiye'de hiç dokunulmayan Hanene Ay Doğacak'ı falan çok sevdim.
Mesela Hakan Günday var.
Murat Menteş seviyorum ben.
Bence Murat çöktü. İslamcılıktan sonra modernleşmeye girince sorun
oluyor. Murat Menteş ilginç bir adam. Ama o afilli filinta meselesi
beni öldürüyor. Tamam bitti ama o durum sorunlu bir durum. Yani
şöyle davranmak istemiyorum. Yazı işçiliği yapanlara karşı bu
türden kötü davranmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Ortada verim
var. Bu verimin iyisi ve kötüsü olacak. Benim çok iyi yaptığım
işler de var. Çok arkasında duramayacağım belki biraz daha dikkat
etseymişim dediğim işler de var. O yüzden çok saldırgan olmamak
lazım. Çünkü baktığın zaman büyük yazarların da Orhan Kemal'in 'bu
rezilliği ben mi yazdım' dediği kitapları da var. Baş yapıtları da
var. Eğer yazı işçisi iseniz bu verimle gidecekseniz bu
olacaktır.
Aykırı Sorular yeniden yayınlansa ilk konuğunuz kim olsun
isterdiniz?
İyi soru. Hakikaten hiç düşünmedim. Yeniden yaparsam ters köşe
yeniden yapabilirdim. Bizim Huysuz'la şeyimiz çok zor oldu. Ben
aradım Huysuz'u. Ben dışarı çıkamam dedi. Beni azarladı. Billur'dan
almıştım numarasını. Billur benim çok yakın arkadaşım. 15-20 gün
sonra bana bak sen dedi. Sen akıllı bir çocuksun ben sana hemen
çıkamam dedi kapattı. Aradan 2 ay geçti. Seni dedi beğeniyorum,
izliyor... Sonra eleştirdi.
Her şey sırasıyla?
Müthiş zeki bir insan. En son tamam hazırım dedi ve geldi. Orada
gördüm ki bir televizyoncu olarak hangi programa çıkacağını, hangi
üslupla çıkacağını bilen, beni arayıp daha sonra eleştirebilen ve
dostluk edebilen birisi. Ben ilk defa orada karşılaşmıştım.
YILMAZ ÖZDİL OKUMAM AHMET HAKAN OKURUM
Hergün okuduğunuz köşe yazarı var mı? Ben bunu okumadan olmaz
dediğiniz?
Yok... Yani bazılarını her gün okuyorum. Her gün okuyorum derken
değişerek okuyorum. Köşe yazılarını sevmiyorum da köşesinde analiz
yani bilgi de taşıyan ilginç oluyor. Mesela bir dönem Kadri
Gürsel'i okurdum ama birşey söylerdi. Bu ne diyor acaba falan...
Yılmaz Özdil vari köşe yazısı, Ahmet Hakan vari köşe yazsısı
hiç okumadım hayatımda hiç de merak etmedim. Emin Çölaşan... Ben
onları okumam... Onlar işte biraz ironi, biraz küfür o kolay bir
şey yani. Mesela Orhan Bursalı'yı çok okurum, bir yerden bakar sana
bir şey söyler, bir tavır getirir yani. Mesela Ahmet Altan da çok
başarılıdır köşe yazarlığında. Üslüp getirir, dövüşür, bilmem ne!
Adamı beğenmemek ayrı, yazdığı meselenin tonu ayrı bir şey.