Enver Aysever 'dedesinin gazetesi'nde! İşte ilk yazısı
CNN Türk'teki programı Aykırı Sorular yayından kaldırılan Enver Aysever, daha önce de yazdığı BirGün gazetesindeki ilk yazısını bugün okurları ile paylaştı.
Hürriyet'te Ayşe Arman'a verdiği röportajda, "çanak sorular
sormadığım için programım tek güne indirildi" açıklaması sonrasında
CNN Türk'teki programı Aykırı Sorular yayından kaldırılan Enver
Aysever, daha önce de yazdığı BirGün gazetesindeki ilk yazısını
bugün okurları ile paylaştı.
Yazısına "Dedemin gazetesine geldim" başlığını atan Aysever, önce
adaşı olan dedesini anlattı; "uzun yaşadığı, namuslu yaşadı, iyi
yaşadı, zamanında öldü" dediği dedesinin eğer yaşasaydı BirGün
okuyacağını iddia etti:
"Dedem öldüğünde BirGün yoktu. Dedemin gazetesine geldim. Eğer
yaşıyor olsaydı, özgür bir gazeteyi okurdu. Buradaki yazarları,
çalışanları ailesi sayar, sever kaygılanırdı onlar için. Boyun
eğmedikleri için gururlanır, kendince katkı verirdi. Herkese düşen
bir görev/ödev olduğunu bilirdi."
İşte Enver Aysever'in bugün okurla paylaştığı ilk
yazısı:
"Dedem ömrünün büyük kısmını Antakya'da geçirdi. Kravatını her
sabah muntazaman takan, işini ciddiyetle yapan, aydınlanma inancı
tam bir memurdu. Sabah ilk iş gazeteye ulaşmak için çabalamak
oluyordu. O vakitler kolay değildi bu elbet. Okur-yazar olma
ısrarı, memlekete kafa patlatan bir küçük memur olmanın bilinciyle
bilgiye ulaşmak istiyordu. Gazete önemli bir olanak, gereksinimdi
kuşkusuz. Gazeteci dediğiyse namuslu kimselerdi...
Dedem yaşamı boyunca kadın erkek eşitliğine inandı. Menderes ve
DP'ye karşı oldu. Zalimi tanıyor, işbirlikçi, piyasacı ve baskıcı
kafayla mücadele edilmesi gerektiğine görüyordu. Din, iman
meselelerinin çok konuşulduğunda nasıl bir sömürüye döndüğünü
biliyordu. Gericiliğin nasıl kıyıcı olduğunun farkındaydı. 27 Mayıs
sonrası doğan ortamla birlikte TİP'in önemini hemen kavramış,
Fikirlerini paylaşıyor, çocuklarını bu yapıyla tanıştırıyordu.
Antakya'ya konuşmaya gelen Aybar ve arkadaşlarına kulak kabartmış,
ülkenin ancak soldan yol alarak düzlüğe çıkacağını biliyordu.
Gençlerin özgürlük çığlıklarını uzaktan da olsa seziyor,
işitiyordu. Deniz, Mahir, Yusuf, Hüseyin ve daha niceleri için
dertleniyor, haklı davaları için çarpıyordu kalbi. Tıpkı Nâzım'ı
sezdiği biçimde, Sabahattin Ali'yi tanıdığı gibi, bu deli fişek,
yurtsever, eşitlikçi gençleri seviyordu. Çocuklarına tanıtmıştı bu
insanları. Yaşıtlarıyla dayanışmanın, yoldaş olmanın ne demek
olduğunu anlatmıştı. Artık Üniversiteye gidiyordu evlatları ve
Demirel'in, ardından askerin ve işbirlikçi tüm meclisin bir
memleketin geleceğini idam ettiklerini görüyor, kederleniyordu.
Gazeteler vardı kuşkusuz.
Namuslu yazarlar...
Gericiliğin karabasan gibi yol aldığı ülkede, artık Erbakan vardı,
Türkeş ve Demirel rol dağılımı içindeydiler. TİP'e saldırılmış,
milletvekilleri dövülmüştü.
Gösteri yapma, toplantı düzenleme, konuşmak yasaktı. Rağmen DİSK
vardı, Taksim'de toplanan yüz binler. O vakit Karaoğlan'a düşmüştü
aklı. "Toprak işleyenin, su kullananın" demişti. Gönlünü çelmişti.
Hemen cinayetler işlendi ve 12 Eylül çaldı kapıyı. Gazeteler ya
yazdı ya yazamadı gerçeği...
Evren'in 'Çakma Atatürk' hallerinden hiç hoşlanmadı. Özal'ın
sevimli bir ton ton olarak pazarlandığının ayırtındaydı. Sunalp'in
bir baş belası, figüran olduğunu gördü. Ulusu'nun kukla olduğuna
işaret etti. "Bırakınız yapsınlar..." dönemiydi. Ton Ton'un memuru
işini biliyordu ya, hayali ihracat, papatyalar falan, devri
saltanatın farkındaydı.
Yalancı özgürlükçüler palazlanmış, zorunlu din dersleri dayatılmış,
YÖK belası memleketin başına musallat olmuştu. Gören gözler
yazıyordu. Bazısı derin uykudaydı...
Dedem daha nice zalimi, sahte demokratı gördü de, bir türlü eşit,
adil, özgür bir memlekette uyuyamadan öldü. Mezarı şimdi Antakya'da
ve taşında Enver Aysever yazıyor...
Uzun yaşadı, iyi yaşadı, namuslu yaşadı ve zamanında öldü.
Ölmeseydi çok canı yanardı.
Ali İsmail, Ahmet Atakan ve Abdullah Cömert komşu çocukları...
Berkin hepimizin evladı değil mi?
Gezi Direnişi'nde sakat kalan, ölen çocuklar...
Soma'da can veren işçiler, asansörde yazgıya(!) boyun
eğenler...
Peki ya kapatılan kızlar, dövülen, sövülen kadınlar...
Cumartesi Anneleri hâlâ ağlıyor...
Roboski yarası açık...
Cenazesi kalkamayan evlatlar var...
Bir de soyulan memleket...
Dedem öldüğünde BirGün yoktu.
Bugün susan, susturulan kalemler var. Dört bir yanımızdakine düşman
bir anlayış ve tetikçileri her yanda egemen! Saray soytarıları
hayal görmekte, tacirlik yapmakta, kimisi iktidarın fantezilerine
ortak, Kabataş yalanı için kurmaca yapmakta mesela! Dedemin
gazetesine geldim. Eğer yaşıyor olsaydı, özgür bir gazeteyi okurdu.
Buradaki yazarları, çalışanları ailesi sayar, sever kaygılanırdı
onlar için. Boyun eğmedikleri için gururlanır, kendince katkı
verirdi. Herkese düşen bir görev/ödev olduğunu bilirdi.
Bazılarının dedeleri 'köşe dönmeyi' öğretti onlara. Kabahat dedede
mi, torunda mı, bilmek güç tabii! İyi okullar açılıyor, fikir adamı
yetişsin diye, ortalık alabildiğine fırıldak dolu. Demek okumakla
âlim olunmuyor. Fıtrat meselesi.
Dedemin gazetesine geldim.
O düşmanın bile mert olanına saygı duyardı!