05 Nis 2013 20:26 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:07

ENİS BATUR'DAN EDEBİYAT DÜNYASINI ÜZECEK AÇIKLAMALAR!

Batur'dan sanat dünyasında tartışma yaratacak tespitler. Usta şair, röportajında şiir hakkında karamsar bir tablo çizdi..

Şiir yazılarını bir araya getiren “Smokinli Berduş” adlı yapıtı Granada Yayınları tarafından yeniden basılan Enis Batur, nitelikli edebiyatta sürgün koşullarının hakim olduğunu söylüyor. Usta şair, artık şiirin memleketi Fransa’da bile yok olmaya yüz tuttuğunu itiraf ediyor.

Günümüzde kendilerini entellektüel olarak konumlandıran çevrelerin aksine Batur’un, gerçekçi ifadeleri gözden kaçmıyor.

Star gazetesinden Hüseyin Kaya, özellikle şiirin geleceği konusunda karamsar bir tablo çizen Batur ile günümüz sanat ortamını konuştu.

RÖPORTAJIN SATIRBAŞLARI

- Şiir yazılarınızı kitaplaştırmaya nasıl karar verdiniz?

Bu konudaki kararsızlığımı yenmemi, Memet Fuat’ın bir ’iltifat’ına borçluyum. Acıbadem’deki çalışma odasında baş başa sohbet ediyorduk, “Türkiye’de –benim dışımda– yazının hayatını sürdürmesi için farklı kitap formlarında yeniden harmanlanması gerektiğini anlayan bir tek sen varsın” dedi. Geri adım atmak üzere olduğum bir konuda, kararımı ters yönde etkiledi Memet bey. Şairlerin ilk işi, şüphesiz sıkı şiirler yazmak. Bu yetmiyor artık: Şiirin sorunları üzerinde kafa patlatmaları, okuma önerileri getirmeleri, üst-metinler üretmek için çaba göstermeleri, her dönemdekinden fazla gerekiyor.

Bugünün dünyasında şiirin durumu nedir?

Fransa’da, son yıllarda onlarcasını izlediğim kitap programlarında, televizyon stüdyosuna bir şairin çağrıldığına tanık olmadım. Fransa’dan sözediyorum, çünkü tanıdığım bir ülke, öncelikle; sonra, yanılmıyorsam kültür ağırlıklı yapımlara en çok yatırım yapan ülke; en sonra, büyük bir şiir geleneğini kurmuş bir ülke... Yeni izlediğim bir kitap programının yöneticisinin kurduğu cümle nedeniyle üstünde duruyorum bunun: “İtiraf edelim ki, hiçbirimiz yeni çıkan şiir kitaplarını almıyoruz artık”.

FRANSIZ ŞAİRLER ŞİİRİN BİTMESİ İÇİN GÜN SAYIYOR

Durum bugün böyle, peki dün farklı mıydı acaba?

Elytis, Paris’in kalabalık meydanlarından birine bakan kahve masasında, Reverdy’nin önlerinden geçen insanları göstererek, “Aralarından bir tekinin beni tanıdığını sanmıyorum” dediğini aktarır: Has, özgün bir şairin toplum karşısında büzüşmesi. Sanırım, gidip Solesmes’e demir atarak doğrusunu yapmıştı. Son “tanınan” şairler kuşağının üyeleri gittiğinde, okuryazar Fransızın “Yaşayan birkaç iyi şairin adını sayabilir misiniz?” sorusuna sessizlikle yanıt vereceği takvim başlamış olacak: Deyiş yerindeyse, gün sayıyorlar.

ŞAİRLERİN İSİMLERİ BİLE BİLİNMİYOR

Başka ülkelerde ’durum’ farklı mıdır peki?

Kaç İngiliz, Alman, Rus, Japon, Arap şairi toplum katında tanınıyordur bugün? Türkiye’de on isim güç belâ sayılabilir, en genci 50’sini aşan Küçük İskender’dir. ’Toplum katı’ dememe bakılmamalı, binde bir oranı bile söz konusu değildir çoğu, iş ’okunma’ya gelince oran on binde bir’e düşecektir.

ROMAN DIŞINDAKİ TÜRLER SÜRGÜN KOŞULLARINDA

Diğer türlerde durum ne?

Günümüzde, çağdaş sanatlar giderek artan bir ivmeyle kitlesel olmasa bile yaygın ilgi topluyor, son derece “popüler” sanatçıların yapıtları beş kıtada tanınıyor. Büyük bir pazar, olağanüstü tecimsel yatırımlar, benzersiz pazarlama teknikleri, medyatik destek. Aynı pompalamayı, edebiyat bağlamında, “roman” türü üstünden yaşıyoruz. Karşı kefede neredeyse sürgün koşulları egemen. Bir tek şiir mi, öykü ve deneme de, “çetin” romanlar da, alabildiğine sınırlı bir okur topluluğuna ulaşabildiği ölçüde ulaşabiliyor. Çağdaş bestecilerin, günümüz musikîsinin dinlenme oranı bundan da düşük belki. Sıkı filmler, birkaç gün yarı yarıya boş küçük bir salondan sıvışıp gitmeye yazgılılar.

GÖRÜLMEYENLER GÖZÜPEK OLUYOR

Bunları topladığımızda karanlık bir tablo çıkıyor.

Çizdiğim tablo karanlık görünebilir, o yönde düşünmüyorum ben. Birincisi, kitleyle yaratıcı arasındaki kopukluk ya da Paulhan’ın deyişiyle boşanma yeni değildir. XIX. yüzyıla bakalım: Baudelaire şiiri, Flaubert romanı, Scriabin müziği, Van Gogh resmi, nice örnek sayılabilir, hayli geç alımlanabilmiştir. Yaşarken görülmeme koşulu neredeyse başlı başına bir gelenek yaratmıştır, denilebilir. İkincisi, iletişim hattındaki diyakronik özellikler yaratıcı özgürlüğü enikonu beslemektedir: Üstünde “velinimet baskısı” azalan şairin, yazarın, sanatçının girişiminde gözüpek olmasını kolaylaştırır kopukluk; ödün vermeden yol alma direncini tek kendinde bulsun, gücünü toplasın. Üçüncüsü, ilk ikisine bağlı kalırsak, yaratıcı kişinin toplumsal işlevi gününe yanıt aramakla sınırlandırılamaz, asıl işlevinin geleceği hazırlamak, bu nedenle de kopuşu göze almaktan geçen bir duruşu seçmek olduğu savunulabilir.

KAPİTALİST DÜZEN DEĞERLERİ TÖRPÜLEDİ

ENİS BATUR: Şairin kitlelerden koptuğu, uzaklaştığı saptamasıyla karşılaşılır sıklıkla, bana kalırsa bir masal bu. Kitleler, gördükleri ortalama eğitimin sonucu, şiirsel söze mesafeli, şarkı sözüne yatkın. Aragon’un popülaritesinin yarısı Léo Ferré ve Jean Ferrat’dan kaynaklanmamış mıydı? En yaygın şairimiz Orhan Veli, 75 yılda yüzde bir oranına ulaşamazken, iki kişiden en az biri “Samanyolu” şarkısını tanımıştır.

Şiirin yolu, nicedir, toplumların güzergâhından ayrılan bir eğri çiziyor. Damıtık söz, işlenmiş yazı, soyutlama dozunun artışı, “güzelleme” geleneğinin geniş ölçüde terkedilmiş olması iletişimi, paylaşımı, geçişimi güçleştirdi. Maddî yaşam, kapitalist düzen insan değerlerini törpüledi. Basmakalıp görünse de şimdi: Auschwitz’den sonra yeri iyice daraldı şiirin, müziğin, has sanatın. İşin tuhafı, Felsefe’nin ve bilimlerin aynı dönemde ilgililerinin nüfusunun artmış olması. Bu eğilim, ileriki bir dönemde şiire dönülmesini sağlayabilir de.

BİR DAHA GELSEM..

Şiir böyleyken, şiir üzerine yazmak çelişki değil mi?

Matisse’in dediği gibi: Bir daha gelsem, aynı şeyleri yapmaya çalışırdım.