02 Mayıs 2010 09:00
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:16
''EN ZORU KIZIMA ANLATMAKTI!'' KANSER OLDUĞUNU ÖĞRENEN MERAL TAMER NELER YAŞADI?
Milliyet yazarı Meral Tamer, 2 ay 1 hafta sonra buluştuğu okurlarına kanser olduğunu öğrenmesinden bugüne kadar yaşadıklarını anlattı.
‘En zoru kızıma anlatmaktı’
Bekle-bekle doktorlar yok! Dışarıda kendi aralarındaki konuşmalar uzadıkça uzadı. “Şu iş bitse de gitsem” havasındaydım. Neyse sonunda geldiler: Yüz yüze görüşmek lazım!
Meral Tamer/Milliyet
Uzuuuuun bir ayrılıktan sonra merhaba. Şubat sonuna doğru sizlerden 1 hafta izin istemiştim, ama 2 ay 1 hafta sonra yeniden buluşabildik. Bu arada ben kanserle tanıştım.
Ve büyük çoğunluk için çok ürkütücü olan kanser kelimesini, kısa sürede rahatça telaffuz edebilir hale geldim.
Benden 2 - 3 hafta kadar sonra efsane tenisçi Navratilova’nın göğsünde de benimkine çok benzer türde kanserli bir kitle, mamografide yakalandı. Navratilova, “Durumu öğrendiğim gün benim 11 Eylül’ümdü diyor. Ben hiç de öyle düşünmüyorum.
17 şubat çarşamba günü, yıllık mamografi randevum vardı. Sabah tarımla ilgili ilginç bir toplantıya katıldım. Ardından da doğruca Teşvikiye’deki teşhis kliniği Medica’ya gidip, randevu saatini beklerken yazımı yazmaya başladım.
Doktorum elle muayenede “Her şey normal görünüyor, 1 yıl sonra görüşürüz” dedi ve beni mamografiye gönderdi. Çekim normalden daha uzun sürdü; sol göğsüme evire çevire birkaç kez baktılar. Henüz 3 hafta önce gelmiş, ha bire renk değiştiren yeni mamografi cihazı beni eğlendirdiği için sıkılmadım.
Doktor niye gelmiyor?
Mamografinin ardından ultrasonografi odasına geçtim. Bekle-bekle doktorlar yok! Dışarda kendi aralarındaki konuşmalar uzadıkça uzadı. Muhtemelen benim sol mememin poz poz yer aldığı mamografiyi tartışıyorlardı. Ben ise yazımı yetiştirme telaşına kilitlenmiş, “Şu sonografi işi bir an önce bitse de gitsem” havasındaydım.
Neyse sonunda geldiler, sonografi sırasında benim sadece fiil ve bağlaçlarını anlayabildiğim tıbbi terimli cümleler kurdular. Sonografi bitince hızla giyinip, yazıyı bitirmek üzere eve koşacaktım ki, “Gitmeyin, doktor hanım sizinle tekrar görüşecek” dediler. “Benim yazımı yetiştirmem lazım, akşamüstü telefonla ararım” diye itiraz edecek oldum, ama kabul görmedi:
“Telefonla olmaz, yüz yüze görüşmeniz lazım!”
Hıııııım!
Durumda bir tuhaflık olduğu muhakkak! Ne var ki yazımı tamamlamadan benim o frekansa girmeme imkan yok. Çarnaçar mamografi ve sonografi çektirmeyi bekleyen, 4-5 hastanın oturabileceği uzun kanepenin bir köşesine ilişip bilgisayarımı kucağıma aldım ve yazımı bitirmeye koyuldum.
Yüzde 50 kötü huylu!
Yazı yazarken zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Kendinizi tümüyle kaptırdığınız, büyüleyici bir süreçtir. Su gibi akıp gider. O yüzden doktor hanımı ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum. O süre içinde kötü olasılıkları düşünme fırsatım da hiç olmadı. Tek önceliğim vardı; yazımı zamanında teslim etmek.
Doktorum, “Meral Hanım buyurun” dediğinde, beynimde yazı dışındaki bir kompartmanı açmakta hayli zorlandığımı itiraf etmeliyim:
- Sol göğsünüzde ışınlara farklı tepki veren bir kitle tespit ettik. Çok küçük, 3-4 mm. O yüzden parça alıp da biyopsi yapabilmemiz mümkün değil. Biyopsi için kitleyi ameliyatla almamız gerekiyor.
- Biyopsi yapılabilecek büyüklüğe gelinceye kadar beklesek olmaz mı?
Hayret dolu gözlerle bana bakan doktorum:
- Modern tıp bunun için var Meral Hanım!
Hıııııım.
- Kitlenin kötü huylu olma ihtimali mi var?
- Evet
- Yüzde kaç?
- Yüzde 50
- Birden farklı bir noktaya sıçrayıverdim: Hay Allah! Her yıl düzenli olarak sadece göğüs ve jinekolojik muayenemi yaptırıyorum. Burada bu çıktıysa, kim bilir başka taraflarımda neler var!
Salı günü ameliyat!
Ağzımdan dökülüveren bu sözlerle birlikte hafifçe ürperdiğimi hissettim ve idrak ettim ki en kısa zamanda ameliyat olmam gerekli. Neyse ki doktorum meme cerrahı. 5 yıldır kontrollerimi o yapıyor ve kendisine sonsuz güveniyorum.
Bu, benim gibi kılı kırk yaran biri için müthiş bir lüks. 25 yıl önce bel fıtığı olduğumda aylarca ağrılar içinde sürünüp, 10-12 doktor dolaştıktan sonra kendimi Prof. Ender Berker’e teslim etmiştim. Göz ameliyatım için tam 1.5 yıl doktor arayıp sonunda taa Baltimore’da, Johns Hopkins hastanesinde Prof. Walter Stark’ı bulmuştuk.
Doktorumun ameliyat günleri salı ve perşembeymiş. Ertesi gün perşembe, ama kan tahlilleri ve yeni tetkikler yapılması gerektiği için yetişmeme imkân yok.
Salı günü ameliyat olmak üzere sözleştik. Her şey bu kadar hızlı oldu.
Yazı bitti, idrak başladı!
Medica’dan apar topar çıkıp doğruca eve koştum; yazımı 1.5 saat rötarla gazeteye gönderdim... Ve ancak ondan sonra, son 2 aylık bu sürece ilk adımımı atabildim.
Bu arada Osman aradı:
- Ne haber, herşey yolunda mı?
- Yooo... Pek değil galiba. Ufukta bir ameliyat görünüyor.
- Hoppalaaa! Bu da nereden çıktı şimdi?
Telefonun öbür ucunda kısa bir sessizlik oldu. Osman’ın hiç beklemediği bir yanıttı. Ciddi mi, değil mi? Sanırım ne kadar ciddiye alması gerektiğini kestirmekte zorlanıyordu:
- Dur bakalım hemen.... Neyse sen eve git de konuşuruz...
- Yazımı bitirdikten sonra ararım ben seni! (Yazı teslim edilmeden, ayrıntıya girilemiyor)
Kızıma nasıl söylenecek?
Akşam konserimiz vardı; İş Sanat’a kontrtenor Andreas Scholl’u izlemeye gittik. Tuhaftır; konseri hiç dikkatim dağılmadan izleyebildim ve bu soğukkanlılığıma da şaşakaldım!
2 saatlik konser süresince kafama takılan tek şey, bu yeni durumu Doğa’ya (kızım) nasıl söyleyeceğimdi. Eve gider gitmez onunla konuşmalıydım. Zira ben 13-14 yaşlarındayken annem, bana haber vermeden göğsünden bir kitle aldırmıştı ve okuldan eve gelip de onu yatak-döşek yatar görünce hem çok sarsılmış, hem de kırılmıştım. Kızım 31 yaşında; ama bu tür kritik durumlarda yaş fark etmiyor.
Üstelik 2 ameliyat
Kızıma anlattım: Ufukta 3 hafta arayla 2 ameliyat görünüyor. İlkinde şüpheli kitle alınıp patalojiye gidecek; ikincisinde de koltuk altı açılıp lenflere bakılacak. Aslında ameliyat sırasında “dondurma” yöntemiyle pataloji yapılarak lenflere bakılması da mümkün; hatta o uygulama hayli yaygın. Ama benim doktorum, o yöntemle yapılan patalojinin yüzde 100 kesinlikte sonuç vermeyebileceğini düşünüyor ve tercih etmiyor.
Tabii şüpheli kitle patalojide temiz çıkarsa 2. ameliyata gerek kalmayacak. Ama daha ilk anda bana “Yüzde 50 kanser” dendiğine göre, 2. ameliyat olasılığının çok yüksek olduğu aşikâr.
Ertesi gün (perşembe) 2 göğsümün de MR’ı ve akciğer röntgeni çekildi, kan tahlilleri yapıldı. Tabii bu arada toplantılara gidilip günlük yazı da yazıldı ve maalesef yine zamanında teslim edilemedi. Benim gibi Alman disipliniyle büyütülmüş dakik bir hatun için kâbus!
Bütün bunlar geride kaldığında, bendeniz kanser hastası olduğum ihtimaliyle başbaşa kalıverdim. 24 saat rötarla -çünkü bana doktorum, tam bir gün önce aynı saatlerde durumu bildirmişti- başıma öylesine bir ağrı saplandı ki sormayın. Başı ağrıyan cinsten olmadığım için nasıl geçireceğimi bilemedim. Bir ağrı kesici aldım. Bana mısın demedi! Bir tane daha.... Iııh, geçmek bilmiyor...
Son hobim yemeğe sığındım
Son dönemdeki en büyük keyiflerimden biri, değişik yemekler yapmak ve dostlarımı eve davet edip birlikte yemek. Yemeklerin istediğim lezzette olmaları için malzemeleri tek tek seçerim. Telefonla tek bir sipariş bile vermem. Macrocenter, Şutte, Merkez Şarküteri, Levent Çarşı’daki manavlar, Ege otlarını satan yaşlı teyze, Bebek’teki enginarcı... Benim alışveriş bitmek bilmez!
Başımın ağrısıyla başbaşa kalmak yerine kendimi, cumartesi akşamı yemeğe gelecek konuklarım -çok önceden kararlaştırmıştık- için Macrocenter’e attım ve balkabağının en koyu turuncusunu, avokadonun yumuşak ama kararmamış olanını, mercanköşkün en uzak son kullanma tarihlisini seçeyim derken baktım ki baş ağrısından eser kalmamış.
Beynimizin bu gücüne bir kez daha hayran kaldım. ve 2 ay süresince bu güçten epeyce yararlandım.
YARIN:
KANSERLİ İLK DOĞUM GÜNÜM
Bekle-bekle doktorlar yok! Dışarıda kendi aralarındaki konuşmalar uzadıkça uzadı. “Şu iş bitse de gitsem” havasındaydım. Neyse sonunda geldiler: Yüz yüze görüşmek lazım!
Meral Tamer/Milliyet
Uzuuuuun bir ayrılıktan sonra merhaba. Şubat sonuna doğru sizlerden 1 hafta izin istemiştim, ama 2 ay 1 hafta sonra yeniden buluşabildik. Bu arada ben kanserle tanıştım.
Ve büyük çoğunluk için çok ürkütücü olan kanser kelimesini, kısa sürede rahatça telaffuz edebilir hale geldim.
Benden 2 - 3 hafta kadar sonra efsane tenisçi Navratilova’nın göğsünde de benimkine çok benzer türde kanserli bir kitle, mamografide yakalandı. Navratilova, “Durumu öğrendiğim gün benim 11 Eylül’ümdü diyor. Ben hiç de öyle düşünmüyorum.
17 şubat çarşamba günü, yıllık mamografi randevum vardı. Sabah tarımla ilgili ilginç bir toplantıya katıldım. Ardından da doğruca Teşvikiye’deki teşhis kliniği Medica’ya gidip, randevu saatini beklerken yazımı yazmaya başladım.
Doktorum elle muayenede “Her şey normal görünüyor, 1 yıl sonra görüşürüz” dedi ve beni mamografiye gönderdi. Çekim normalden daha uzun sürdü; sol göğsüme evire çevire birkaç kez baktılar. Henüz 3 hafta önce gelmiş, ha bire renk değiştiren yeni mamografi cihazı beni eğlendirdiği için sıkılmadım.
Doktor niye gelmiyor?
Mamografinin ardından ultrasonografi odasına geçtim. Bekle-bekle doktorlar yok! Dışarda kendi aralarındaki konuşmalar uzadıkça uzadı. Muhtemelen benim sol mememin poz poz yer aldığı mamografiyi tartışıyorlardı. Ben ise yazımı yetiştirme telaşına kilitlenmiş, “Şu sonografi işi bir an önce bitse de gitsem” havasındaydım.
Neyse sonunda geldiler, sonografi sırasında benim sadece fiil ve bağlaçlarını anlayabildiğim tıbbi terimli cümleler kurdular. Sonografi bitince hızla giyinip, yazıyı bitirmek üzere eve koşacaktım ki, “Gitmeyin, doktor hanım sizinle tekrar görüşecek” dediler. “Benim yazımı yetiştirmem lazım, akşamüstü telefonla ararım” diye itiraz edecek oldum, ama kabul görmedi:
“Telefonla olmaz, yüz yüze görüşmeniz lazım!”
Hıııııım!
Durumda bir tuhaflık olduğu muhakkak! Ne var ki yazımı tamamlamadan benim o frekansa girmeme imkan yok. Çarnaçar mamografi ve sonografi çektirmeyi bekleyen, 4-5 hastanın oturabileceği uzun kanepenin bir köşesine ilişip bilgisayarımı kucağıma aldım ve yazımı bitirmeye koyuldum.
Yüzde 50 kötü huylu!
Yazı yazarken zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Kendinizi tümüyle kaptırdığınız, büyüleyici bir süreçtir. Su gibi akıp gider. O yüzden doktor hanımı ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum. O süre içinde kötü olasılıkları düşünme fırsatım da hiç olmadı. Tek önceliğim vardı; yazımı zamanında teslim etmek.
Doktorum, “Meral Hanım buyurun” dediğinde, beynimde yazı dışındaki bir kompartmanı açmakta hayli zorlandığımı itiraf etmeliyim:
- Sol göğsünüzde ışınlara farklı tepki veren bir kitle tespit ettik. Çok küçük, 3-4 mm. O yüzden parça alıp da biyopsi yapabilmemiz mümkün değil. Biyopsi için kitleyi ameliyatla almamız gerekiyor.
- Biyopsi yapılabilecek büyüklüğe gelinceye kadar beklesek olmaz mı?
Hayret dolu gözlerle bana bakan doktorum:
- Modern tıp bunun için var Meral Hanım!
Hıııııım.
- Kitlenin kötü huylu olma ihtimali mi var?
- Evet
- Yüzde kaç?
- Yüzde 50
- Birden farklı bir noktaya sıçrayıverdim: Hay Allah! Her yıl düzenli olarak sadece göğüs ve jinekolojik muayenemi yaptırıyorum. Burada bu çıktıysa, kim bilir başka taraflarımda neler var!
Salı günü ameliyat!
Ağzımdan dökülüveren bu sözlerle birlikte hafifçe ürperdiğimi hissettim ve idrak ettim ki en kısa zamanda ameliyat olmam gerekli. Neyse ki doktorum meme cerrahı. 5 yıldır kontrollerimi o yapıyor ve kendisine sonsuz güveniyorum.
Bu, benim gibi kılı kırk yaran biri için müthiş bir lüks. 25 yıl önce bel fıtığı olduğumda aylarca ağrılar içinde sürünüp, 10-12 doktor dolaştıktan sonra kendimi Prof. Ender Berker’e teslim etmiştim. Göz ameliyatım için tam 1.5 yıl doktor arayıp sonunda taa Baltimore’da, Johns Hopkins hastanesinde Prof. Walter Stark’ı bulmuştuk.
Doktorumun ameliyat günleri salı ve perşembeymiş. Ertesi gün perşembe, ama kan tahlilleri ve yeni tetkikler yapılması gerektiği için yetişmeme imkân yok.
Salı günü ameliyat olmak üzere sözleştik. Her şey bu kadar hızlı oldu.
Yazı bitti, idrak başladı!
Medica’dan apar topar çıkıp doğruca eve koştum; yazımı 1.5 saat rötarla gazeteye gönderdim... Ve ancak ondan sonra, son 2 aylık bu sürece ilk adımımı atabildim.
Bu arada Osman aradı:
- Ne haber, herşey yolunda mı?
- Yooo... Pek değil galiba. Ufukta bir ameliyat görünüyor.
- Hoppalaaa! Bu da nereden çıktı şimdi?
Telefonun öbür ucunda kısa bir sessizlik oldu. Osman’ın hiç beklemediği bir yanıttı. Ciddi mi, değil mi? Sanırım ne kadar ciddiye alması gerektiğini kestirmekte zorlanıyordu:
- Dur bakalım hemen.... Neyse sen eve git de konuşuruz...
- Yazımı bitirdikten sonra ararım ben seni! (Yazı teslim edilmeden, ayrıntıya girilemiyor)
Kızıma nasıl söylenecek?
Akşam konserimiz vardı; İş Sanat’a kontrtenor Andreas Scholl’u izlemeye gittik. Tuhaftır; konseri hiç dikkatim dağılmadan izleyebildim ve bu soğukkanlılığıma da şaşakaldım!
2 saatlik konser süresince kafama takılan tek şey, bu yeni durumu Doğa’ya (kızım) nasıl söyleyeceğimdi. Eve gider gitmez onunla konuşmalıydım. Zira ben 13-14 yaşlarındayken annem, bana haber vermeden göğsünden bir kitle aldırmıştı ve okuldan eve gelip de onu yatak-döşek yatar görünce hem çok sarsılmış, hem de kırılmıştım. Kızım 31 yaşında; ama bu tür kritik durumlarda yaş fark etmiyor.
Üstelik 2 ameliyat
Kızıma anlattım: Ufukta 3 hafta arayla 2 ameliyat görünüyor. İlkinde şüpheli kitle alınıp patalojiye gidecek; ikincisinde de koltuk altı açılıp lenflere bakılacak. Aslında ameliyat sırasında “dondurma” yöntemiyle pataloji yapılarak lenflere bakılması da mümkün; hatta o uygulama hayli yaygın. Ama benim doktorum, o yöntemle yapılan patalojinin yüzde 100 kesinlikte sonuç vermeyebileceğini düşünüyor ve tercih etmiyor.
Tabii şüpheli kitle patalojide temiz çıkarsa 2. ameliyata gerek kalmayacak. Ama daha ilk anda bana “Yüzde 50 kanser” dendiğine göre, 2. ameliyat olasılığının çok yüksek olduğu aşikâr.
Ertesi gün (perşembe) 2 göğsümün de MR’ı ve akciğer röntgeni çekildi, kan tahlilleri yapıldı. Tabii bu arada toplantılara gidilip günlük yazı da yazıldı ve maalesef yine zamanında teslim edilemedi. Benim gibi Alman disipliniyle büyütülmüş dakik bir hatun için kâbus!
Bütün bunlar geride kaldığında, bendeniz kanser hastası olduğum ihtimaliyle başbaşa kalıverdim. 24 saat rötarla -çünkü bana doktorum, tam bir gün önce aynı saatlerde durumu bildirmişti- başıma öylesine bir ağrı saplandı ki sormayın. Başı ağrıyan cinsten olmadığım için nasıl geçireceğimi bilemedim. Bir ağrı kesici aldım. Bana mısın demedi! Bir tane daha.... Iııh, geçmek bilmiyor...
Son hobim yemeğe sığındım
Son dönemdeki en büyük keyiflerimden biri, değişik yemekler yapmak ve dostlarımı eve davet edip birlikte yemek. Yemeklerin istediğim lezzette olmaları için malzemeleri tek tek seçerim. Telefonla tek bir sipariş bile vermem. Macrocenter, Şutte, Merkez Şarküteri, Levent Çarşı’daki manavlar, Ege otlarını satan yaşlı teyze, Bebek’teki enginarcı... Benim alışveriş bitmek bilmez!
Başımın ağrısıyla başbaşa kalmak yerine kendimi, cumartesi akşamı yemeğe gelecek konuklarım -çok önceden kararlaştırmıştık- için Macrocenter’e attım ve balkabağının en koyu turuncusunu, avokadonun yumuşak ama kararmamış olanını, mercanköşkün en uzak son kullanma tarihlisini seçeyim derken baktım ki baş ağrısından eser kalmamış.
Beynimizin bu gücüne bir kez daha hayran kaldım. ve 2 ay süresince bu güçten epeyce yararlandım.
YARIN:
KANSERLİ İLK DOĞUM GÜNÜM