02 Ağu 2009 13:45 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:49

"EN İYİ KÖŞE YAZARI BENİM, EN İYİ GAZETECİ BENİM, EN İYİ GAZETEYİ BEN YAPARIM!.." TÜRK BASINININ DUAYEN İSMİ HINCAL ULUÇ'TAN İDDİALI SÖZLER!..

Türk basınının duayen ismi Hıncal Uluç, Akşam Pazar ekine çok ses getirecek bir röportaj verdi.Uluç,hangi yazardan sözedildiğinde "Onlar benim için yok!" tepkisini gösterdi?

Gazeteciliği Türkiye'de herkese öğretirim


Ben bu hafta bir 'tanrı yazar'la konuştum. Ama mecaz ve eleştirel anlamıyla değil; gerçek anlamda... Gazeteciliği yemiş yutmuş, gazeteciliğin ilahı olmuş biri. 17 yaşında spor servisi yönetmiş, yaptığı dergi 150 binden fazla satmış ve birlikte resim çektirmek için Ortaköy'de dolaştığımızda bir popstardan daha fazla ilgi çeken biri Hıncal Uluç. Bir çay içmek için davet edenlere de, resim çektirmek isteyenlere de hep aynı centilmen tavrıyla gülümsedi ve ben, nasıl ilah gazeteci olunur anladım.


- Bir okurunuzun size sorduğu gibi başlayalım 'Yahu Hıncal Bey, bu tempoya nasıl yetişiyorsunuz?' Sporu da ihmal etmiyorsunuz.
Sporu ihmal edemiyorum. Mecburi, boyun fıtığından sonra, sol kolumda kaslar ve sinirler yüzde 5'e düştü. Ameliyattan sonra fizik tedavilerle yüzde 40'a kadar getirebildiler. Yüzde 100 için spor yapmak lazım. Aslında daha kısa zamanda olabilir ama şeker hastası olmam biraz daha süreci uzatıyor.

- Temponuzu vitaminlere borçlu olduğunuzu biliyoruz, bunu yazmıştınız, yeni keşfiniz kefirin faydası var mı?
Kefir çok yeni, böyle şeylerin faydası zaman içinde ortaya çıkar. Ben, C, E ve A vitaminlerini 1976'da almaya başladım. O zamanlar ne işe yaradıklarını bilmiyorduk ama şimdi yaşıtlarıma ve aynaya bakınca görüyorum. 'Botoks mu yaptırıyorsun?' diyenler var...

- Sadece vitaminler değildir her halde sizi böyle genç tutan.
Değil değil... Hayatın peşinden koşacaksın. Oturup beklemeyeceksin; hayat sana gelmez. Hayatı ertelemiyorum.

- Her şeye yetişiyor, her yere gidiyorsunuz. Gördüklerinizi de yazıyorsunuz. Herkesin gidemeyeceği yerleri yazmanız eleştiriliyor, ne diyorsunuz?
Çocukluğumuzda televizyon diye bir şey yoktu, biz dünyayı Hikmet Feridun Es'in söyleşileriyle tanıdık. Mesela Bali'yi yazardı; aklımızın köşesinden geçmez. Teğmen Fuat'ın oğlu Hıncal Uluç, Bali'ye nerde gidecek? Ama Hikmet Feridun Es'i okuduğumuzda, Hürriyet'teki fotoğraflarına baktığımızda Bali'ye gitmiş gibi olurduk. Şimdi bir konsere gidiyorsun, giden 2 bin kişi. Ama o konseri güzel yazarsan, okuyan herkes kendini o konserde hissedecektir. 'Bu adam benim gidemeyeceğim yerleri yazıyor, kahrolsun' diyen de okumasın.

50 CENT'İ ANLAYAMADIM
- Yazılarınızda, 'gitmek-görmek'ten ziyade, yapılan eylemden zevk almayı öğütleyen, öğreten bir felsefe olduğunu düşünüyorum.
Aynen, yaşamdan haz almanın önemli olduğunu anlatıyorum. Ben Erdek'te mahruki çadırda, 9 kişi yatarak tatil yapmayı da biliyorum; Palma de Mallorca'nın en lüks süitinde tatil yapmayı da. İkisinden de haz aldım. Olağanüstü güzel bir konser izliyorsun. Yanındaki, orada bir ışığa takılıyor, biraz sonra başka bir şeye... Ya, sen buraya bir konser dinleyip haz almaya mı geldin yoksa gecenin kusurlarını tespit etmeye mi? Bırak, benim tadımı da kaçırma. Bu nedenle filme dahi giderken arkadaşımı seçiyorum. Yemek yediğim grup da, konsere gittiğim de ayrı. Mustafa Sağyaşar'a da, 50 Cent'e de gittim...

- 50 Cent'e kiminle gittiniz?
Yalnız. Deniz kenarında oturdum, uzaktan 50 Cent dinledim. Bu gençler bu müzikte ne buluyor, çözebilir miyim acaba diye gittim, çözemedim.

- Gezip gördüğünüzü yazdığınız yazılar çok konuşuluyor ama oldukça sert siyasi yazılar da yazıyorsunuz. Bir röportajınızda AKP iktidarıyla ilgili endişelerinizi belirtmiş ve çok değil iki yıla kadar başlar değişim demiştiniz. Az önce buradan Arap ülkelerinden bir erkek ve arkasında yürüyen peçeli 4 kadın geçti, birlikte gördük. Bahsettiğiniz değişim, bizi bu noktaya getirir mi?
O noktaya biz gelmeyiz. Yani, bir ara öyle bir endişe ve paniğe kapıldığımı kabul ediyorum. Hatta yazılarıma da yansıdı ama Türkiye'yi dolaşıyorum, insanlarla konuşuyorum; 50 Cent konserinde masanın üstünde tepinen kızlardan biri sıkma baştı. Bizdeki değişim böyle olur. Masanın üstünde tepinenler başlarını örtmeyecek, başlarını örtenler de orada tepinecek. Başlarını örtenler de gelip Santana, Deep Purple dinleyecek. (Önümüzden geçen başı örtülü genç kız ve erkek arkadaşını göstererek) İşte buradan böyle el ele sarmaş dolaş geçiyorlar sıkma başlılar...

- Başörtüsüne neden sıkma baş diyorsunuz?
Çünkü türban başka bir saç şekli. Sıkma baş yapan arkadaşlarımız bu deyimi onları aşağılamak için kullandığımı düşünüyorlar ama yanılıyorlar. İnsanlara saygı duymayı öğrendim, vakit aldı bu ama öğrendim. Her ne sebeple sıkıyorlarsa başlarını sıksınlar, onları ilgilendirir, hesap da sormam. Bana ne? Benim niye pembe gömlek giydiğimin hesabını sorabilirler mi?

- Peki, sizin fikrinizi değiştirmenize, endişelerinizden kurtulmanıza sebep olan nedir?
Yanlış birtakım endişelere kapılmışım. Gördüm ki milletin tavrı sağlam. Şu karşıda gördüğün mini şortlu kızı çarşafın içine sokamazsın. Burası İran olmaz. 600 yıllık Osmanlı'ya bakın; Halife İstanbul'da ama biz o zaman da şeriatla yönetilmedik. Öyle bir kültürden gelen insana 'Ben şu kadar oy aldım, bundan sonra da medeni kanun, ceza kanunu yok, şeraitle yöneteceğim' diyemezsiniz. Geçiniz...

- Ergenekon'u da bir dönem çok yazdınız...
Ben artık Ergenekon'u konuşmuyorum. Yargıda olan bir konu ve Yargıtay'ın da bu konuda kararı var. Ergenekon diye bir terör örgütü yoktur, Ergenekon olduğu iddia edilen bir dava vardır.

- Bu davanın öncesi ve sırasında gazetelerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin sızdırılan belgeleri...
Gazetecilik adına utanç verici şeyler. Sızdırılan haberi yazmak haber doğru dahi olsa, benim gazetecilik ahlakım açısından yanlış. Gazeteci kalemini kullandırmaz. Biri bana bir haberi sızdırıyorsa, bundan bir menfaat bekliyor da sızdırıyor demektir. Ben de onun menfaatine hizmet etmiş oluyorum; hayır! Üstelik sızdırma haberlerin pek çoğu da palavra çıkıyor. İki misli üzülüyorum. İşte bunun sonucunda da Türkiye'de gazete satmıyor.

YANDAŞLIK BİRİNCİ SAYFADA
- Türk medyasının son dönemde ürettiği 'yandaş'lık kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz. Sabah da 'yandaş medya' arasında sayılıyor.
Demek ki öyle bir kavram yok. İktidara en ağır eleştirileri yazanlardan biriyim, bu nasıl yandaş gazete? Biz, zaman zaman haber seçimlerinde hata yapıyoruz ve bize yandaş diyenlerin eline silah veriyoruz. Yazı işleri dikkatli olmalı. Gazetenin kimliğini veren birinci sayfasıdır. Başkaları yazmadan, ben yazdım, eleştirdim. Hatta genişletilmiş komuta konseyi toplantısı gibi bir toplantı yapıldı. Patron da vardı o toplantıda. Haberlerde tarafsız olunması gerektiğini, eleştirilerimin haklılığını kabullendiler.

- Türk basınında adı en çok polemiğe karışan yazarlardan birisiniz...
Ben, polemiklere girmemek istiyorum. Çünkü hissediyorum ki o polemiği kasten yapıyor büyük çoğu. Ben oturup bir yazı yazıyorum. Adam da kalkıp ona karşılık bir cevap yazıyor. Üçüncü bir gazetede Hıncal bu kişiyle polemiğe girdi diye bir yazı okuyorsun. Ben onunla polemiğe girmedim. Benim yazdığım orijinal yazıya cevap verdi. Ben tersini söylesem de yine aynı şekilde karşı çıkacak. Bunu hissettiğimi için cevap vermiyorum. Biriyle polemiğe girmiş olmam için, orijinal yazıyı o kişinin yazmış olması ve benim de buna cevap yazmam gerekir.

- Yine de sizinle ilgili bazı yazılara kayıtsız kalamıyorsunuz. Nasıl belirliyorsunuz bunu?
İnandıklarıma, güvendiklerime ve saygı duyduklarımla büyük bir keyifle yazışıyorum. Hiç gocunmadan. Bazılarına da hakikaten şaşırıyorum. Mesela Serdar Turgut, çok severim. Durup dururken iki tane Hıncal yazısı yazdı, şaşırdım kaldım. Ben buna niye cevap vereyim? O kadar anlamsız yazmış ki! Canı yazmak istemiş; konu sıkıntısı çekmiş; ben de bir Hıncal yazısı yazayım demiş; Hıncal yazarsam, nasıl olsa okunur demiş; bir şey demiş...

VAZOYU KIRANLAR YOK
- Yazı nedeniyle küstükleriniz de oldu...
2 kişiyle. Vazoyu kıranlarla barışmam, kırıldım mı selamı-sabahı keserim. Benim gazetemde de var böyleleri. Bana en çok takılanlardan biri Ahmet Hakan, ama arkadaşım. Kendisine de söyledim, oğlum bana takılma, sen zaten iyi bir yazarsın ve okunuyorsun. Benimle niye uğraşıyorsun? Herhalde anladı artık, takılmıyor.

- Engin Ardıç?
O isimlerden söz etmek istemiyorum. Onlar benim için yok!

- Kovulmadan gitmem diyorsunuz. Gitmenin zamanı gelmişse ya da daha
iyi teklifler varsa, kovulmayı beklemek neden?
Ne yapayım adam beni kovuyorsa, kovma beni diyecek halim yok. Öyle şartlar da oluşmadı. 3 yazımı koymazsa, bu bana git demektir. Bunu biliyorlar.

- Statükocu musunuz?
Mevcut beni mutlu ediyorsa neden değiştireyim. Sen kocanla gayet mutluyken, belki daha mutlu olurum diye kocanı bırakıp bana varır mısın? Mutsuzsan böyle düşünürsün. 'Daha'nın sonu yok.

- Yazılarınızdaki daha iyiyi, daha kalitelisini arama arzusu, iş hayatınızda farklı mı yani?
İşimden çok memnunum. Benim memnun olduğum zaten en iyisidir. Sevgilimle mutluysam da, o dünyanın en iyisidir. Daha iyisi olamaz. 'En' olduğu için benimle beraberdir. Beni çok çapkın zannederler. Hayır... Hayatımda yaşanmış aşk denilecek şeyin sayısı bir elin parmağı kadar bile değil.

- Üstelik hiç birini siz bırakmadınız...
Hepsi beni bıraktı. Beni terk edenlere çok üzüldüm ama bir yandan da onlara teşekkür borçluyum, hayatımın çok güzel yıllarını güzelleştirdiler. Onlar olmasalardı belki boş geçecekti o yıllar.

- Emeklilik planı yaptınız mı?
Öyle bir niyetim yok. Yazmak biterse hayatım biter gibi geliyor bana.

- Roman yazmak ya da anılarınızı kitaplaştırmak istemez misiniz?
Evvelden düşünürdüm, emekli olunca roman yazmayı, şimdi o iş benim için değilmiş anladım; yaşamak ve yazmak istiyorum.

- Yaşadıklarını yazan başka isimler de var. Sizin kadar toleranslı davranılmıyor onlara...
Yetişiyorlar yavaş yavaş, bu tür gazetecilik Türkiye'de yeni çünkü. Ben çekinmiyorum. Okurum beni tanıyor; ben kendimi biliyorum. Bir yeri harika diye yazdıysam gerçekten öyle olduğunu düşündüğüm için yazarım. Bir yere kötü diyorsam da öyle. Doğru ya da yanlış olabilir ama benim samimi fikrim. Okuyucusuyla samimi ilişki kurmamış olanlar, 'ben burayı yazıyorum ama yemeğimin parasını ödedim haa...' diye yazmak gereğini duyuyor.

- Sadece okur değil, başka gazeteciler de böyle yazıları eleştirmek için hazır bekliyor...
Onların hiç biri beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Ben bir daveti kabul ediyorsam, ben bir lütuf kabul etmiyorum, ben lütfediyorum da kabul ediyorum. Gelen davetlere sadece bir gün için evet desem, sadece Türkiye'deki tatil köyleri ve delüks otellerde kalmaya ömrüm yetmez. Kabul ettiğim tüm davetleri karşılayacak güçteyim.

HEDİYE ALDIM DİYE...
- Tüm gazeteciler sizinle aynı maddi şartlarda değil ama...
Kendine güvenle ilgili bir şey bu. Fatih Altaylı Sabah'a Genel Yayın Müdürü olarak geldiğinde genelge yayınladı; hediyeler isme de olsa gazeteye gelmiştir diye. Bana gelen hediyelere kimse dokunamaz, üzerinde Hıncal yazan bütün hediyeler benimdir, dağıtacaksam ben dağıtırım dedim. O hediyeyi aldı diye yazı yazacak biri olduğumu düşünüyorsan beni çalıştırma!

- Olaylara herkesin baktığının aksi bir bakış açısı geliştiriyorsunuz...
O da bir yaşam felsefesi. Bunu bilerek, ya da inadına yapmıyorum.

- Farklı olma çabası mı?
Öyle olursa yapaylaşırsın. Farklı olma çabası sırıtır ve okur bunu hemen anlar.

- Sizi eleştirenlerin en temel argümanlarından biri bu...
Hıncal Uluç'un bu kadar fazla okunmasının sırrını keşfetmişlerse niye aynı başarıyı sağlamıyorlar, demek ki o kadar kolay değil.

- Kendinizi çok mu seviyorsunuz?
Tabii... Kendini sevmemek dünyanın en büyük yanlışı. Biz ne yazık ki gerek ailelerimizde gerek okullarda çok yanlış eğitiyoruz. Bencillik çok ayıpmış gibi... Bencil olmayan, sencil olamaz. Ben, ben demeyi ve ben demenin ne kadar güzel olduğunu 40 yaşımda öğrendim.

- Megalomansınız...
Megaloman değilim, ben megaloyum. Ben çok büyüğüm, bunu herkes bilsin. Hıncal Uluç bu kadar seviliyor, bu kadar okunuyorsa, bu kadar nefret ediliyorsa, çok büyük de ondan. Başka türlü bu kadar sevgi ve nefreti bir insanın toplamasına imkan yok. Nefret edenler de benim büyüklüğümden nefret ediyor. Beni tanıyıp da benden nefret edeni hiç görmedim. Hiç çekinmiyorum, kendimi de çok seviyorum. Çok da büyük adamım. Çok da iyi gazeteciyim. Türkiye'nin en iyi gazetecisiyim, Türkiye'nin en iyi köşe yazarıyım. Türkiye'nin en iyi gazetesini yaparım. Herkese öğretirim bu mesleği.

- Neden gazete yapmıyorsunuz?
1957'de başladım. 3 gün sonra spor servisi müdürüydüm. 1989'un sonuna kadar. Burama kadar geldi, şimdi yazı yazıyorum büyük keyifle. Dünyayı bağışlasalar yöneticilik yaptıramazlar bana. Saat 12'de işim bitiyor, Allahaısmarladık çıkıyorum. Reklam gelmiş mi gelmemiş mi, patron başlığa kızmış mı kızmamış mı, öteki ne demiş hiççç umurumda değil. Cumartesi 3. Dünya Savaşı çıksa ben gazeteye gitmem.


Türkiye'de ölümü konuşmak tabu sayılıyor
- Vedat Okyar ve Orhan Şengürbüz'ün arkasından yazdığınız yazıda 'gidiyoruz birer ikişer, hepimiz o buluşma yerine' dediniz. Ölüm korkunuz var mı?
Yooo, Türkiye'de ölüm tabu. Konuşulmaz. Ben o fikirde değilim. Ölenle ilgili de ölümle ilgili de konuşurum. Ölüm hayatın gerçeği. Doğman kesin değil ama doğmuşsan ölmen kesin.

- Köşenizde 'ölmeden önce son sözleri' diye bir bölüm başlattınız, bir anlamı var mı?
Yok, o öyle hoşluk olsun diye başladım.

- Sizin hazırladığınız bir son sözünüz var mı ya da hayal ettiğiniz bir son?

Ne zaman öleceğim belli değil ki?

- Allah uzun ömür versin tabii ki. Yaşamın bu kadar tadına bakmış, süzmüş, demlenmiş biri olarak bir son düşünmüşsünüzdür belki...
Daha demlenmiş falan değilim, daha hızla yaşamaya devam ediyorum...


Daha fazla para verenle çalışmadım
- Erkekçe dergisinin başarısı tarihe geçti...
1982'de büyük bir başarıya ulaştık. 151 bin dergi sattık. Aydın Bey, Milliyet'in sahibi o zaman, beni çağırdı yemek yedik. Genel Yayın Müdürlüğü'nü teklif etti Milliyet'in. Dedim ki: Teşekkür ederim. Benim için fevkalade gurur verici bir şey. Ama kendimi sizin yerinize koyup düşünüyorum. Kaç kişi çalışıyor Milliyet'te fikir işçisi olarak? ' 1.200' dedi. 1.200 fikir işçisinin çalıştığı gazete, kendi içinden bir genel yayın müdürü çıkaramıyorsa bunda bir yanlışlık yok mu sizce Aydın Bey dedim. Ben Ercan Arıklı'yla Gelişim'de gayet mutlu çalışıyorum, sizin bu teklifinizi kabul edip gelirsem ne için gelmiş olacağım, siz bana Ercan Bey'den daha fazla para verdiğiniz için. Bunu ikimiz de bileceğiz. Peki, sizden de büyük gazete patronu var. Siz nasıl rahat uyuyacaksınız. Yarın Erol Simavi, daha fazla para verirse Hıncal, Ercan'ı sattığı gibi beni de satar demeyecek misiniz? Gelin dost kalalım.

- Gazetecilik okullarında gazetecilik öğretilmiyor mu?
Yazacaksın. Gazetelerde yazdığın da yayınlanacak. Bir insanı yetiştirmek istiyorsanız hata yapmasına izin vereceksiniz. Hata yapmazsa bir adım öteye gitmesine imkan yok. 1957 yılında Mehmet Ali Kışlalı'yla çalışmaya başladım. Mehmet Ali Ağabey'in aferin Hıncal eline sağlık çok güzel yazmışsın dediği 3 sene oldu. Şimdi o okular yok. Hiçbir patron gazeteci arama derdinde değil. 3-5 yazarla işlerini götürüyor. Al 5-6 büyük gazeteyi birini oku, hepsini okumuş oluyorsun.


Gazetecilik Ankara'da öğrenilirdi
Öncü Gazetesi adı üstünde öncüydü. Öncü'den evvel ve Öncü'den sonra denilecek kadar önemli. Öncü'ye kadar haber dili -cektir, -caktır, -miştir şeklindeydi. Haberin anlatım diline dönüşmesi, haber hikayesi kullanılması Öncü'yle başlamıştır. Sayfada beyaz görünmesi yazı işleri müdürünün zaafı sayılırdı. Beyazla mizanpajı ilk biz başlattık. Hem şekilde hem de esasta Öncü gerçekten medyanın öncüsüdür. Öncü'nün de öncesi var tabii. O zamanlar Ankara büroları ve Ankara gazeteleri okul gibiydi. İstanbul'da büyük gazetelerde genç birini yetiştirmen kolay değil. O zaman üstatlar muhabir olarak çalışıyor. Ümit Deniz, best seller polis romanı yazarı aynı zamanda Milliyet'in polis-adliye muhabiri. Türkiye'de turizmi başlatan Fethi Pirinççioğlu Beyoğlu muhabiri. Böyle bir muhabir ortamında genç biri nasıl yetişecek? Gençlerin okulu da Ankara büroları ve gazeteleriyle İzmir'deki Yeni Asır gazetesiydi.


Playstation'la başa çıkamayan kadın utansın
- Erkekler düz mü, değil mi tartışmasında Ayşe Özyılmazel'e katılan kadın sayısı oldukça fazla. Televizyon ve playstationla vakit geçirmek erkeklere daha cazip geliyor her halde ki bu kadar kadın feveran ediyor.
Bir kadın, bir playstationla başa çıkamıyorsa kadınlığından utansın. Benim sevgilim eve gelecek, ben evde televizyonda bir şey izliyorum veya oyun oynuyorum. O kadın onu yenemiyorsa kendinde arasın kabahati, erkekte değil. Playstationla rekabet edemeyen kadının benim hayatımda ne işi var!


Futbol kulübü yöneticisi yok
- Futbol eleştirilerinizin genellikle teknik direktörler üzerinden olmasının nedeni nedir?
Bizim futbol eleştirilerimiz Pazartesi akşamları yayınlanıyordu. Futbolla ilgili, her şeyin bilindiği, konuşulup ezberlendiği saat artık... Maçı canlı izlemiş, kritik dakikaları tekrarlarda izlemiş, sabaha kadar süren tartışma programlarında ıcığını cıcığını dinlemiş. Herkesin bildiği, ezberlediği şeyi konuşamazsın. Onların konuşmadığı şeyi, futbolun felsefesini, yapısını konuşuyoruz. Biz futbol kisvesi altında yaşamı, yaşam felsefesini konuştuk 500 program. Hücum futbol ya da iyi antrenör riski göze alan antrenördür derken insanlara 'atak olun, riski göze alın, savunmada kalmayın, hayata saldırın' diyoruz. Bunu konuşunca oyunun felsefesini konuşuyorsun. Galatasaray'ın ne yapmak istediğini konuşuyorsun, bu da Hagi'nin Popescu'nun değil Fatih Terim'in ne yapmak istediğini bilmekten geçer. Konuşmamızın doğal muhatabı Terim. Onun için teknik direktörleri konuşuyoruz.

- Rijkaard'ı nasıl buluyorsunuz? Ona karşı daha toleranslısınız.
Yepyeni, ne Türkiye'yi ne de Galatasaray'ı biliyor. Biraz hoşgörülü davranmayı hak ediyor. Şimdiye kadar benim aklımın almadığı pek çok iş yaptı ama biraz bekliyoruz.

- Transferler meselesine ne diyorsunuz, bu yıl oldukça bereketli bir sezon oldu?
Medyanın palavralarına göre, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş şimdiye kadar toplam 360 futbolcu transfer etmiş. Onlar sallıyor. Sallamaları futbol menajerlerinin işine geliyor, çünkü piyasa ısınıyor. Kulüp yöneticilerinin de işine geliyor, bu sayede manşetlerde yer buluyor. Kendileri de sayfa dolduruyor. Alan razı, veren razı. Yoksa üzerinde konuşmaya değer, vay anasını diyecek tek transfer Rijkaard'ın gelmesidir.

- Oyuncular?
Hepsi normal. Galatasaray'da oynayabilecek bir adam. Ama Galatasaray'ın ihtiyacı olan adam değil. İhtiyacı olan adamı Fenerbahçe de, Beşiktaş da transfer etmedi. O adamlar çok pahalı. Oyun kurucu ve golcü çok az ve onun için de çok pahalı.

- Mehmet Topuz transferi?
Fenerbahçe transfer sezonunun başında akılcı bir yoldaydı. Aziz Yıldırım, Galatasaray'ın 2000'de nasıl UEFA Şampiyonu olduğunu fark etmiş diye düşünüyordum. Fenerbahçe Emre'yi kaptan yapıp Mehmet Topuz'u transfer ederek o yolda gider gibi görünürken, birden bire yine yabancılar lejyonuna dönüştü. Paralı askerler, o kadar uzatır ayağını.

- Kulüp yöneticilerini nasıl buluyorsunuz?
Yok. Hakikaten öyle, yoklar. Ne Galatasaray'ın ne Fenerbahçe'nin ne de Beşiktaş'ın işte bu iyi yönetici diyebileceğim, iyi başkan diyebileceğim kimse yok. Galatasaray da Haldun Üstünel iyi yetişiyor, geleceği parlak, yıpranmazsa, onun dışında iyi yönetici yok.

- Sizce iyi yönetici nasıl olmalı?
Hangi kulüp iyi yönetiliyor Türkiye'de. Hiçbiri. Türkiye'de başkanlık sistemi var ve kendilerine uşaklık edecek adamları topluyorlar etraflarına, o kadar oluyor.


Gülay Altan/AKŞAM